KADIKÖY’DE   SİZE DE  DENK  GELDİ  Mİ?/ KARIŞIK KURUŞUK BİR  KADIKÖY HİKAYESİ

İstanbul’da  yaşıyorsanız  hele  de  Kadıköy’de,  ya da  benim  gibi  sık  sık  Kadköy’e giden  biri  iseniz  etrafınıza  ne  kadar  ilgisiz  olursanız  olun  bir  kaç  şey  mutlaka  dikkatinizi  çekmiştir.

Ben  Ümraniye’den giderim  Kadıköy’e.  Kadıköy’de  minibüsten  indiğim  nokta  Haydarpaşa’ya  yakın  olan  minibüs  duraklarıdır.  İşte  o  noktadan  itibaren  Kadıköy’ün  vazgeçilmezleri  ile  karşılaşırsınız.

Minibüsten  inip  sahile  doğru  bir  iki  adım  attığımda beni  ilk karşılayan bazen  hüzünlü,  bazen  coşkulu  bir  müzik  olur.  Bu  müziğin  sözleri  ya ‘’ Artık seninle duramam. /Bu akşam çıkar giderim./ Hesabım kalsın Mahşere./ Elimi yıkar giderim.’’  Türünden sözleri  Türkçe  olan protest bir  şarkıdır  ya  da   ‘’Şemmamê Şemmamê Şemmamê bûkê/Dotmamê dotmamê dotmamê bûkê’’  Türünden coşkulu  Kürtçe  bir  türkü...  Genelde  Kürtçe  olur. 

İşin  doğrusu  ilk  önceleri  bu  türküleri  söyleyenlerin  ortalığı  karıştırmak,  yepyeni  kaoslar  yaratmak,  birilerinin  kendilerine  çatmasını,  tartaklamasını,  sonra  da    mağdur  edebiyatı  yaparak  kendilerine  puan  kazandırmak  amacında  olduklarını  düşünmüştüm  ama  zamanla  gördüm  ki  hiç  bir  Allah’ın  kulunun  salladığı  yok.  Yani  her  yerde,  her  ortamda  dinlediğimiz  bir  sürü  farklı  dilden (  İngilizce,  Fransızca,  Almanca ,  İspanyolca vs) şarkıya  bir  şey  mi  dedik  bu  güne  kadar.  Kürtçeye  de -  anlasak  da,  ben  gibi  anlamasak  da -  bir  şey  demedik. Çalıp  söylüyorlar  ve  millet  anlasa  da  anlamasa  da  dinliyor.  Yani  sıkıntı  yok.
Olması  gereken  de  bu zaten. Türkülere,  şarkılara  düşman  olmanın  anlamı  yok. Yeter  ki  o  türkü  ve  şarkılar sevgiden,  dostluktan,  aşktan  bahsetsin.  Ya  da  ne  bileyim  gurbet  desin,  sıla  desin,  hasret  desin, yokluk,  yoksulluk desin…

Bu arada o  mıntıkada zaman  zaman  kemençe  sesi  ya da klarnet,  keman,  akordeon  sesi  duymanız  ya  da mesela  Grup  Sümela  gibi  gruplara  rastlamanız  mümkündür  ama genelde Kürtçe  Müziğin  hakimiyeti  tartışılmazdır o  kısımda.  Kiliselerin  olduğu  sokakta,  yani  iç  kesimde,  Mühürdar Caddesinde yine  müzik grupları  vardır  ama bu kesimde  de  Kürtçe  müziği  göremezsiniz  pek.  Kızılderili  grupları  bile  görmeniz  mümkündür  ama iç  kesimde  Kürtçe  müziğe  en  azından  ben  hiç  rastlamadım.

Evet…Genelde  Kürtçe  olan  bu  türkülerden  sonra  kılık  kılık kıyafet  ve  davranışlarıyla  farklı  bir  grup  karşılar  sizi  yine  sahil  kesiminde. Bu  grup  cinsiyet  olarak  kadındır. Çok  renkli  kıyafetleri  içindeki  bu  kadınların  büyük  kısmı,  kocaman  karınlarıyla  tam  bir  karnıbaharı  andırır. Bu  karnıbahar  tipliler  içinde  bir  iki  tanesi  çiçek  satarken  çoğunluğu  hiç  bir  iş  yapmadan  gezer durur. 

Karnabahar tipli  bu  kadınların  yanlarında  oldukça  güzel  kadınlar  da  vardır.  Güzel  derken tabii  ki  güzellik  soyut  bir  kavramdır.  Hele  hele  de  saçına  bir  tarak  bile  vurmayan  bu  hatunları  hiç  de  güzel  bulmayabilir  pek  çoğumuz  ama  şöyle  dikkatlice  baktığınızda  ‘’  Ah ulan  ahh..Şimdi  şu  kadını sokacaksın  önce  şöyle  güzel  bir  hamama, üzerindeki   yıllanmış  kirlere  bir  kese  atacaksın,  sonra  güzel  kıyafetler  giydireceksin,  bir  de  güzellik  salonuna  sokup  şöyle  sağlam  bir  boya  cila  attıracaksın, Adriana  Lima’ya  beş  çekmezse  ben  de  adam  değilim’’  Diyebileceğiniz  neler  vardır  içlerinde.

İşte  bu  hatunların bazen  yanlarında  ufak  veletler  de  olur. Yani çoğu  ya  evlidir  ya  da  dul.

İstanbul’a  ilk  geldiğim  yıllarda  işin  doğrusu  merak  ederdim  bu  kadınları.  Tamam  bir  ikisi  çiçek  satıyordu  ama  çoğunluğu  hiç  bir  iş yapmadan  dolanıp  duruyorlardı.  Önceleri  yankesici  olarak  düşündüm  bunları  ve  yanlarından  geçerken eğer  cebimde – kaybettiğim  takdirde  üzüleceğim  miktarda-  para  varsa  hep  dikkatli  oldum.  İllevelakin  hiç  yaklaşmadılar  bile. Yani  yankesici  değillerdi  açıkçası.  İyi  de  neydi?  Çoluk  çocuk  ne  işleri  vardı  her gün  her gün Kadıköy  sahilinde,  otobüs  duraklarının olduğu  o  kalabalığın içinde?

Uzun  süre  sırlarını  çözemedim.  Taa  ki  bir  14  Şubat  Sevgililer  gününe  kadar.

Bir   14  Şubat  Sevgililer  gününde  bunlardan  bir  karınıbahara -  ki  suratında  ayrıca  geniş  bir yanık  izi  vardı – dikkatlice  ve  alıcı  gözlerle  baktım.  Maksadım  bir  gariban  ‘’  Ulan  bana  da  bakan biri var ‘’  diye  kendine  bir övünç  payı  çıkartsın.

Kadın,  dikkatlice  baktığımı  görünce  yanıma  yaklaştı.  İyice  sokuldu.  Ağzının  sarımsak  kokusunu  taa  ciğerlerime  dolduraraktan  sordu: ‘’ A be  karı  lazım  mı  karı?’’ 

Anlamıştım  artık  ne  iş  yaptıklarını…Cevap  verdim:  ‘’  Karı  her  zaman  lazım.  İllevelakin  benim  o  karılara  senin  düşündüğün  şeyi  yapıp  yapamayacağımdan  emin  misin?’’  Pişkin  pişkin  gülerek  cevap  verdi  ‘’A be  sen o  gençleri  değil,  istersen  beni  bilem halledersin.’’  O  tabii  ki  ‘’ Halledersin  değil  daha  sinli,  kaflı  bir  şey  demişti ya  burada  yazmak  olmaz  tabii  ki.’’  Git  işine  be  kadın. ‘’ dediğimde  ise  ‘’ Kuş  ötmüyor  galibam’’  deyişini  unutmak  mümkün  değil…

Evet..Kadıköy’ün  sahil  kesiminin  vazgeçilmezi  bunlardır.

Sonra  az yukarı,  bankaların  olduğu  kısma  çıkarsınız. Eskiden  o  kısımda  her  Kadıköy’e  indiğimde  gördüğüm  bir  iki  tip  vardı  ama  şimdilerde  yoklar.  Herhalde  sokakta  yaşamanın  doğal  bir  sonucu  olarak  ölüp gittiler  ya  da  belki  şu  sokakta  yaşayan  insanlar  için  yapılmış  sığınmacı  evlerine  filan  yerleştirildiler. Bunlardan  biri  banka  önünde  yatıp  kalkan,  bazen  elindeki  kalın  şişlerle  devamlı  bir  şeyler  ören  bir  kadındı.  Bir  iki  tanesi  damarlarında  ucuz  şarap  dolaşan  ayyaşlar,  bir  tanesi  de  yaz  kış  ayakkabısız,  ama  yazın  da  kışın  da  paltoyla  dolaşan  otuz beş yaşlarında  iri  kıyım  birisiydi.  Şimdi  yoklar.

Ziraat  Bankasının  köşesine  geldiğiniz  anda hemen  bir  kaç  delikanlı  yanınıza  yaklaşır.  Aynen  yukarıda  bahsettiğim  kadının  tavrıyla:  ‘’ Abi  proğram  var,  cd  var,  oyun  var…Yardımcı  olayım mı?’’  Kadıköy’de  sırrını  çözemediğim  bir  olaydır  bu. Bir  bilgisayar  programı,  cd  veya  oyun  satın  almak  isteyen  insan  yol  boyunca  sıralanmış  dükkanları  görmüyor  mu? Yaz-kış,  her  gün  sabahtan  akşama  kadar  dükkanların  önünde  aynen  kadın  satıcıları  gibi  insanlara  sokulup  ‘’Program  var, cd  var,  oyun  var’’ diye  çığırtkanlık  yapmanın  alemi  ne?

Şimdi bankaların  olduğu  o  kesimi  bir  balici  genç mesken  tutmuş.  

Bu  genç    20-25  yaşlarında  esmer,  uzunca  boylu,  zayıf,  karayağız  biri.Elinde  bir  poşet,  poşetin  içinde  krem  rengi  ile  sarı  arası  ve  muhallebi  kıvamında  bir  madde,  sürekli  o  maddeyi  koklayarak  dolaşır  bankaların önünde.  Giyimi  kuşamı  da  öyle  döküntü  filan  değildir. Yani  elindeki  o  poşet  içindeki  nesneyi  kokluyor  olmasa günümüzün  düşük bel  pantolon  giyen  sıradan  gençlerinden  biri  sanırsınız. Öyle  tipi  kaymış  filan  da  değil  aslında. Ancak  yine  de  insanı  ürperten  bir  tarafı  var  zira balici  ve  tinerci  dediğimiz  bu  tipler  oldumolası  tehlikeli  tiplerdir.  Ne  zaman  ne  yapacakları hiç  belli  olmaz.

İşin  doğrusu   polisin  sık  sık  üst  ve  kimlik  kontrolü  yaptığı  o mıntıkada  bir  balicinin  böyle  pervasızca  dolaşması  ve  atm lerden para  çeken  ya  da işlem  yapan  insanların  burunlarının  dibine  kadar  sokulup  onlardan  para  istemesi üzerine  ben  o  gencin  elindeki  maddenin  patates  püresi  olduğunu  zannediyordum.  Zira  bir  balici  bu  kadar  rahatsız  edici  bir  şekilde  ve  her  zaman  sivil  ya  ya da  resmi  kıyafetli  polislerin  dolaştığı  bir  mıntıkada  dolaşamazdı. Elindeki  nesnenin  bali  sanılması  insanlar  üzerinde  ürkütücü  bir  etki yapsın  diye  o  poşete  patates  püresi,  ya  da  muhallebi  gibi  bir  şey  koyuyor,  bir  polis  çevirdiğinde  de  ‘’Abi  bali  değil, muhallebi  bu’’  filan diyerek kurtarıyordu  vaziyeti diye   düşünüyordum.

Neyse…  Neredeyse  her Kadıköy’e  indiğimde  gördüğüm bu  delikanlı  ilk  kez  iki  ay  önce atm den  maaşımı  çekerken  yaklaştı  yanıma  ancak  o  gün  yanımda  büyük  oğlum  vardı  ve  buna  ‘’  Haydi  uza’’  deyince  fazla  ısrarcı  olmadı,  uzadı.  Ancak  dün  tektim  ve  maaşımı  Ziraat  bankasından  çektikten  sonra  ev kirasını  yatırmak  için  İş  Bankası  atm sinin  önündeydim.

Önce  burnuma  keskin  bir  bali  kokusu  geldi.  Hemen  ardından  omuzumdan  bir  dürtülme… Kafamı atm  ekranından  kaldırıp  baktığımda  bu  balici  genç  ile  burun  burunaydım.  Para  istiyordu  benden  ‘’  Görüyorsun  işim  var’’ dedim  ve  ev  sahibimin  hesap  numarasını  girerek  işleme  devam  ettim. Balici  genç ‘’ Benim  de  işim  var ‘’  dedi.

İşin  aslına  bakarsanız  o  kadar  kalabalık  bir  yerde  bir  insanın  bir  başka  insana saldırması  pek  de  akıllı  bir  şey  olmazdı.  Yani  normal  şartlarda  balici  -  eğer  ona  para  vermezsem -  bana  saldırmayı  göze  almamalıydı  ama  öte  taraftan  bunlar  zaten  beyinleri  bali  çekmekten  doğru  düzgün  kararlar  veremeyecek  duruma  gelmiş  insanlar  olduğundan  insan  ister  istemez tedirgin  oluyor.  Ayrıca poşetin  içindekinin  patates  püresi  ya  da  muhallebi  olmadığı  kesindi  artık.

Baktım  atm  ekranıda  ‘’ Yanlış  hesap  numarası  girdiniz’’  Diye  bir  yazı  belirdi. Baliciye  bir  lira  verip  başımdan  savmadığım  takdirde  doğru  hesap  numarasını  giremeyecektim. Hani  çok  korktum  dersem  yalan  olur.  Zira  alt  tarafı  bir  lira  verip  başımdan savmak  çok  kolaydı.  Ama  her  nedense  tedirgin  olmuştum  ve ezberimdeki  hesap  numarası  uçmuş  gitmişti. ‘’  Hocam !  Korkudan  altıma  ettim  de  rahatla’’  dediğinizi  duyar  gibiyim  ama  valla  öyle  bir durum  yoktu. Az  bir  şey  ellerim  titriyordu  hepsi o.

Benim  gibi  onun  da  işi  vardı(!) Daha  fazla  bekletmemeliydim. Çıkarıp  1  lira  verdim.  O  değil  de  insan  bir  teşekkür  eder, bir  dua  eder  değil  mi?   Yok..  Namussuz, attı  bir  lirayı  cebe  yan  taraftaki  atm de  işlem  yapan  mini  etekli  bayanı  dürtmeye  başladı.                 
‘’ böylelerini  dürt  ki  akılları  başlarına  gelip bir  daha  bu  soğukta  böyle  giyinmesinler’’  dememek  için  kendimi  zor  tuttum.  Ya  hakket  biz  erkek  kısmı ‘’  Kadınlar  zayıf  yaratıklardır’’  Deriz  ya.  O  soğukta  mini  etek  giyebilecek  bir  erkeğin  alnını  karışlarım. ‘’Erkek  kısmı  neden  mini  etek  giysin ki  abi’’  mi? Şorta  da  fitim.  Bu havada  şort  giyebilen  erkeğin,  delikanlının alnını  karışlarım.  Kadınlar-  kızlar  giyiyorlar  ama..

Neyse…İnsan  hem  üzülüyor  böyle  gençlerin  göz  göre  göre  yitip  gitmesine  hem  de  marak  ediyor  insanları  böyle  korkutan,  tedirgin  eden  birisine karşı  bu  güne  kadar  ne polisin,  ne  zabıtanın  ne  de  devletin  başka  organlarının  herhangi  bir  önlem  almamış  olmamasına. 

Bir  de  yine  Kadıköy'de  sık  sık  gördüğüm  ilginç  ama  hiç  bir  anlamı  olmayan  ya  da şifreli  yazılar  var  duvarlarda.  Mesela:  ‘’Vicdan  koltuğu  Araç’’  "Tek far araç" "Tek far Allah" "Araç emperyalist" ‘’Ana  ezan  okudu.  Yanlış  okudu ‘’   ‘’Ak bil  taşıtı  araç ‘’  gibi… Sırrını  henüz  çözemedim  bu  aynı  kişinin  elinden  çıkmış  yazıların.  İşin  ilginci  bu  yazılar  sadece  Kadıköy’de  değil  Mecidiyeköy,  Ataköy,  Bakırköy  gibi  semtlerde  de varmış.  Yani  yazan  her  kimse  İstanbul’un  köylerini  mesken  tutmuş. Altından  nasıl  bir  Çapanoğlu  çıkacak  bilmiyorum  ama  araştırıyorum  şimdilik.

Efendim,  buna  mozaik  mi  dersiniz,  güzel  ülkemin  farklı  renkleri  mi  dersiniz  bilemem  ama  her  şeye  rağmen  ben   Kadıköy’ü  severim. Tüm  karışık  kuruşukluğuna  rağmen  severim.  Özellikle  de  Kadıköy’de  yaptığımız  şiir  etkinliklerini… Arkadaşlarla  şiir  solumak  güzeldir  Kadıköy’de…

 

RESİMLER:

1-Bahsettiğim  anlamsız  yazılardan  sadece  biri
2- Bahsettiğim  balici  genç  bu  değil  ama  yaklaşık  olarak  böyle  bir  şey.
3- Kadıköy’de  fuhuş  pazarlığı
4- Kadıköy’de  çok  değerli  arkadaşlarla  bir  şiir  etkinliğinden  sonra. (  Ayaktakiler  Soldan  Sağa: Salih  Özel  Nebioğlu, Hüseyin  Kuzucan,  Mehmetali  Işık,  Aliosman  Aslan,  Hayrünisa  Şenel,  Ben,  İnayet  Millidere,  Semiha  Kaçar.
Oturanlar  Soldan  sağa:  Saadet  Kılıçarslan, Bekir  Odacı,  Gülşen  Öztürk,  Neşe  Kızılyar, Melek  Dönmez,  Zehra  Ö.  Yılmaz. )
5- Velhasılıkelam  fotoğrafta  da  görüldüğü  gibi  Kadıköy  aklı  başında  insanlara  göre  bir yer değildir.

( Kadıköy’de Size De Denk Geldi Mi?/ Karışık Kuruşuk Bir Kadıköy Hikayesi başlıklı yazı Sami Biber tarafından 7.12.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu