Sorumsuz yalanları var
insan ırkının ve kopyalanan hayatları var.
Nifak sokulan yarınlara
sığan dünler de var.
An var aslında ve
soluklandığımız minvalinde ömrün kaygı yüklü duygu çeperleri var ölümsüzlüğü
milat bilip de miadı dolmuş ne çok sevgi var.
Var da var.
Dar alanlarda kısa
paslaşmalarla geçen ölgün cümleleri de var beşerin. Kıyamet yolcusu yalanların
uzamında yankısı çok uzaklardan duyulan acılar olmasına rağmen burnumuzun
ucundakilerinin tenezzül etmediği ve hoyrat darbeleri var dost bilip de sır
verdiğimiz, dağ bilip sırtımızı dayadığımız, dayanaktan ziyade köstek misali
yalan dostlar var.
Tümden gelen coşkusu mu
hezeyanı mı insanoğlunun yoksa muteber bir sevgiyi yüreğe yükleyip mundar olmuş
insan ilişkileri mi?
Sonları muhafaza etmek
adına başını yitirdiğimiz hikâye kahramanlarının soluksuz tüketilmişliklerini
rahmet bilmenin de ötesinde istimlâk edilmiş ruhlar mı yoksa anlık bir rötuşla
gülen adam pozu veren nice maske?
Takındığımız mı tutum
geliştirdiğimiz mi?
İçten gelip bir yüreğe
dokunmak iken arzumuz damarımıza basılan bir hegemonyanın müritleri miyiz
yoksa? İfşa edilen gerçekleri görmezden gelip ifa etmekle yükümlü tutulduğumuz
yalanların mecrasında kaybolmuşluk iken yine hak getire belki de mücbir
sebeplerle deşifre edilen sırlar ki ser verip sır vermekten imtina etsek kulağı
olan duvarlar…
Kanıksamakla mükellefiz
oysa zira bize öğretilen lakin çarçur edilen sevgileri, sevdaları gördükçe bu
sefer de sevmekten korkar olduk.
Zinhar yalan, demek
mümkün olsa keşke ve en saf haliyle kalsa aşk da masumiyet de hatta içimizde
saklı o çocuk da hele ki çocuk sevinçlerimiz örselenmese keşke ve keşke
ötekileştirmesek birbirimizi hatta kendimizi: Soyutlamasak duygularımızı,
sorgulamasak en küçük darbeyi oysaki insan ruhunda batıl bir rabıta değil midir
yalan ve müridi iken kıyım ve gıybet?
Sona kurulu bir sayaç
oysa tüm yaşanmamışlığı yine yaşanmışlık düzeyinde sorgulayan ve tetikleyen ve
en derin darbe yine ihlal edilen benliğimiz ve konuşlu bir riya mı yoksa
beyhude kelamlarda saklı tutulu ve mensur bir gölgeden alıp da boyumuzun
ölçüsünü kifayetsizliğimizin ölçütü mü yoksa randıman almayı düşünüp heba
edilirken en iyi hallerimiz oysaki karnemizde yazardı tüm sosyal ilişkilerde ve
bireysel yükümlülüklerimizde farkında bile olmadan hibe etmişken sevgimizi ve
henüz çiğnenmemişken çocuk ruhlarımızda büyüyen o mis kokulu çimen.
Bir rütbe belki de
vicdan ve bir cürüm yine vermediğimiz beyanatlarda kıvılcımlara sebebiyet veren
o rüştünü ispatlamamış iyi niyet ve yine göstergesi saf sevgim/iz.
Sahi, siz en son ne
zaman sevdiniz sebepli sebepsiz yoksa o da mı suç oldu?
Hani dokunmadığımız
hani görmediğimiz ve duymadığımız bir sesin sahibi iken yürek kıyama durmuşken…
En saf halimiz ne özel
ve ne dirayet sahibi bir yükümlülük yeter ki yitip gitmeyen üç beş yıldız olsak
her birimiz ve çalmadığımız şarkılarda kaybolmakla kalmayıp yeniden bulsak o
çaldırdığımız saf ve temiz yanımızı ve bir bir sunsak yine en saf haliyle
sevgiyi ve sevginin gücünü hem de riya denen kavramın henüz keşfedilmediği bir
zamana geri dönsek de saflık olsa raconumuz.