Nasıl da salkım saçak

Tek müsebbibi

Kördüğüm addedilen,

Biz ölümlülerin düğünü.

 

Gökyüzü söylemlerinde

İfşa ediyor tarafını Tanrı:

Önce görgüsüz bir izlek,

Akabinde kırık o saçak dibi,

Meşrebi boyutsuzluğun,

Göreceli mükemmeliyetçiliği.

 

Tanrısız adam ve kadınlar;

Çocuklar zaten ölü doğdu;

Biz öldürmüştük oysa

Cenin babında üç beş canlı hücre,

Konuşlandık da akabinde,

Kara delik, dar hücre…

 

Memnuniyetini dile getirdi iblis;

İrin kaynayan gözlerinde

Bir kez sokmuş nifakı

Sevgi ve insan denen cehaletin önsözüne

Ve dokunaklı bir mısra:

Yine elinde orak.

 

Siyahı sevmedim ezelden

Hayat mı dediğin yoksa

Çekilesi azap?

Gecenin temennisi olsa da hüzünsüz günce:

Ölü doğmaya ant içmiş ne çok öksüz.

 

Tüm varsayımları alt üst eden tümleci

Aşk’tan yoksun bir nidada

Saklı tutulu gizemin sair dili:

Yadsımadan yansıyan,

Yansımadan yaşanması mümkün olmayan

Ve hicap yüklü iken gök kubbe

Varlığımın itaat ettiği o meşakkatli gölge…

 

Görünmezin indinde dile kolay gelse de

Konuşulan lehçe:

En yorgun telaffuzu yüreğin,

Sekerken bir yürekten ölüme

Sona saklı tuttuğuna dair

Yine evrenin buyur ettiği ahenkli denge…

 

Sevmeden mümkün mü özgürlük?

Kurda kuşa yem olsa da ölgün benlik,

Mümkün mü söyle?

Hele ki sefillik iken adam boyu,

Her bir nidaya devşirdiğin gözyaşına dahi

Şükürler olsun

Ve varsın görsün tüm evren:

Pervasızlığını sevdanın,

Perdelerken zalim nefsini o münafık baykuşun.

 

İstiflesin yeter ki sevgiyi

En muteber köşeye

Ve yığılıp kalsın kötünün dengi zulüm,

Yıkarken yeri göğü kanı ile akan gözyaşının

Ve istikbaline evrilirken tüyü bitmemiş yetim düşler

Görsün ahvalini.

 

Tüm zümre tek dizede

Asarken nefreti başköşeye

Dökülsün yeter ki aşkın neferleri bir bir;

Gök kubbede süzülürken aşkın devranı

Hele ki asılsız bir hutbeye dikmişken gözünü

Münafık şeytan.

 

Geriye dönüp bakmadan

Asilce süzülmeli gönülden

Ve pür-telaş dengini bulmalı sevgi ve sevda.

Andını çoktan etti yürek,

Ölüm dahi saf tutsa musalla taşında

Zikreden o hülasa yangını

Elbet söndürecek Huda.

 

Nezdinde tortu mudur bunca dinliğin med-ceziri?

Sükûtu yâd edeli, kavrulur mu hazan

Aralığın soğuğunda?

Demli sezilerden densiz yargılara,

Nifak yüklü gölgelerden boyunduruğuna zulmün,

Hangi kıbledir gerçeğin saklı kıldığı

Ve meskensiz bir ithamda mı yeşerir çocuk?

 

Susmalara rast geldim geleli,

Kıvılcımların tokalaştığı o cehennemi

Buyur etti iblis:

Kınında nefret soludu sinsice.

Hangi çocuk hak etti zalimin zina bildiği

Bir hücrede boyun eğdi?

Demeye ne hacet, ey dünya:

Al işte, bir şiir daha yırttı kefeni.

 

Sonsuzluğun vebali,

Kinin gölgesinde en densiz hazine mademki

Rahmetin indinde şükür bildiğim:

Küçük kıyamet mi yoksa

Masumun yüreğinde kor ateş

Ve cansız bedenine biçtiği kefen iken

Hakka ulaşan o sübyanda doğup doğacak

En büyük eziyet yine

Cellâdı serkeş bir bedelle rahvan bir gölgeye emanet.

 

Örtündüm tüysıklet bir meramı sıkarken

Avuç içi bir kelamda

Nazire eden nice yanılgı:

Hoyrat bir şiirde saklı yeknesak hüzün

Hangi minvalse dümeni kırdığım

Yüz görümü bir fısıltı

İslerin içinde kaybolmuşluğum,

Asi bir dilekçe raptiyelediğim sancıdan

Dökülen miadı dolmuş bir kez ömrün,

Hayli yorgun bir gölgeye rehin düştüğüm

Ruh beyanım.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

( Gökyüzü Söylemleri... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 25.12.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.