Burada bir şeyi daha vurgulayıp konuyu kendi sınırları içine çekeceğim. On emir şimdinin söylemi içinde “Allah’ın adını boş yere anmayacaksın. Allahtan başka ilahın olmayacak” şekliyle ifade edilmektedir. Bu ifade şekli şimdiki anlamıyla Yüce Tanrı’nın tanınmışlığı olan söylemdir. MÖ. 1200’lerde henüz Yüce Tanrı telaffuzu yoktur.  

El; Tanrı ya da vacibil vücut, ya da vücudu bari gibi canlı oluş, diri oluş, hay oluş düşüncesiyle ortaya konmadı. Var olan kolektif sahipliği kişisi sahiplik kılma adına sahiplenmeyi; kolektif olandan kişisel olana ‘geçişi ritüel’ eden geçiş ritüeli, bir anlayıştı. Allah yerine geçen bir söylem olukla ortaya konmadı. Yehwe oligarşisiyle El oi (Eloim olup ruh-o dur anlamına) olan bu söylem tek Tanrı’lı denen dinlerde zamanla eski söylemlerden El le-Al la-El il la-El il lah-Al al lah-Li il lah gibi bir yığın tekrar heceli yansıma isimle çok sonraları bu yeni anlamlarına kavuşacaktı. Yani Allah söylemine dönüşmüştür.

“El Baal’ini anmayacaksın” Ya da “İlahınız olan yanında, Rabbinizin adını anmayacaksınız” şeklindedir.  Şimdi Rab= Allah gibiyse de doğru değildir. Bu tarihin gelişim seyrini, karartmaktır. Sizin bebekliğiniz, emekleyen çocukluğunuz olmadan ihtiyarlığınız olur mu? Eğer ilk söylem şimdiki ikinci düzenlenmiş haliyle söylenirse bilgi ve tarih bilinci yok edilmektedirler. Sonra olan önce olan olmakla; sonuç olan neden olanın yerine geçer. O vakitler “ Yüce Allah” söylemi henüz ortada yoktur bile. 

Günümüzde de kutsal kitaplar içinde böylesi tarihsel serüvenin ipuçlarını veren söylemleri, sözcük oyunlarıyla yok ederler. Yok, efendim sözcüğün on beş anlamı varmış ta o söz en az bilinen anlamla tercüme edilmişmiş te, diye bilgiyi ve bilimi karartırlar. Peygamberlerin söylemediğini sahabelerinin dahi bilmediğini bilmekle, geçmişe bühtan ederler (yok yere kara çalıp yalan etmek).

 

Oysa kolektif sahiplik uhdesinde olan sahiplikler, şimdi El'in olmuş olmakla, herkesin değildi. El'in olan, El tarafından keyfi olurla rızk olarak dağıtılmakla; İbrahim'indi. Nemrut'undu, Karun’undu, Lazar’ındı, Hamurabi'nindi, Sargon’undu, Dumuzi'nindi, Gılgamış'ındı, İnanna'nındı. İnannalar Dumuziler ittifakı yaratan ilahların şimdiki El tanımlı yeni anlatım biçimi olan El versiyonlarıydı. Bunlar ikinci kuşağın El ilah türünden olan, El'diler.

 

El'in kotarıcıları dışındaki kişiler; El ile başlayacak olan sürecin, kolektif olan sürecin aksine olan bir süreç türünden olacağını haliyle kestiremediler. Kotarıcılar gibi El üzerinde yeterince enine, boyuna ve derinlemesine zihin egzersizleri yapmamışlardı. Yaptıkları egzersizde yine kolektife göre oluyordu. Bu nedenle kotarıcılar gibi duruma bakmayan çoğunluk, El'in olanla, El' tasarrufunun nasıl olacağı üzerinde pek ciddiyetle durmuyorlardı. Üzerinde durdukları da zaten kişisel hoşlanmaları olan bencillik sevdası olmasıyla El sürecine pek aykırı bir ses etmiyorlardı. Aslında üzerinde durmadıkları bu nokta tartışmanın ana yumuşak karnıydı.

 

Durumu ilahlar kurulunun bir tek ilahı olmakla "El İLAH", olacağı gibi de anladılar. El'i yine kolektif hükümlü veren El gibi anlıyorlardı. Veren El’i de sadece üretim hareketi içindeki grupların karşılıklı yüküm olmasının yerine konmakla; karşılıklı yüküm olmayı unutturan illüzyonun başına neler açacağını görülemiyordu.

 

Bu El yanıltmalı mantık, çok daha sonraları; parayı “değiştirme değeri” yerine koymayı gerektirir süreç kavramasını unutan akli işleyişin; parayı üretim hareketinin amacı yapması gibidir. El, ilahi dönem içindeki nesnel süreci anlayamayanların sosyal mantığının, süreci ilahlar üstü anlama nedenidirler. Sosyal mantık, soyut, anlamsız oluşla illüzyon yatkınlığını, nesneler üstü olan; mantık üstünü ortaya koymuştu.

 

Kolektif olan El de, çok çok büyük oranda istisnaları hariç, kolektif ligi gözeten iradeyle davranacaktır diye El çevrimi üzerinden tekrar ilahi yaşantı içine dönmekle; mantık üstü düşünmeleri, var ediyorlardı. Bu zincire El’in masumca hiçbir olumsuz yansıma verdirmeden sokulup kabul edilmesi; enfeksiyonları ortaya koyacaktı. Onlara göre ilahın aksi bir irade zaten meşru değildi. Onun için El çevrimleri üzerinde El de ilah gibi kavranıp; El’in de bu çevrimler üzerinde ilah gibi sonuçlar ortaya koyması bekleniyordu.  Oysa derslerine iyi çalışmış kotarıcıların düşünce temelin de, olup bitene göre işe hemen hiç karışmaz olan bir El fikrine alışılması isteniyordu. Böylece meşruiyetle El'in konuşulmasını meşru ediyorlardı.

 

Oysa El, kolektif sahipliğin gücünü Ele geçirmekle, kolektif süreci “kendi sahipliği içinde bir dileme oluşla olup bitiyor göstermekle; kolektif iradenin de sahibi olacaktı. Nasıl kolektif sahipliği El'e geçmekle kişisel El sahipliği oluşmuşsa; zamanı gelince kolektif sahipliğin, kolektif iradesini de El'e geçmekle, kişisel ve keyfi olun, El'in yararı olan bir El iradesi olacaktı.

 

Yani kolektife kaybettiren El; kolektife kaybettirdikleri bu kayıpları kendisine kazanç yapmıştı. Yani El kaybettirerek kazanmaydı. El mantığı, başkalarındaki kayıpları kendisine kazanç yapmaydı. Oysa üretim hareketi; tarla, toprak, hayvan, araç gereç ve kolektif bilinç, kolektif emek gücü olukla kişi ve kişilerin dışında olan zorunlu bağıntı süreçlerdi.

Üretim hareketinin bir ucu ve bir bağıntısı üretim gücüyse, diğer zorunlu bağıntı da kişilerin emek gücüydü. Kişinin dışında olan bağ, bahçe, tarla gibi üzerinde çalışılmış ve üzerinde çalışılan toprak, araç gereç; kolektif emek gücüyle ortaya konmakla yine kolektifindi. Kişi emeği de kolektif olana; kolektif etkili bir katılım oluşla kolektifindi. Kolektif olan da paylaşılıp tüketilirken; çeşitli yararlanmalar ortaya konurken her bir kişinin yönelimi ve kullanım sahiplik hakkıydı. Kullanım tüketme üretme dışında değildi.

Üretim hareketi içindeki toprak, araç, gereç, hayvan, kas gücü gibi üretim nesneleri El'in sahipliğine (eline) geçmekle; zorunlu olurla bunlarla girişecek olan ikinci bağıntı "kişinin emek gücü" de El'in sahipliğine geçecekti. Çünkü mülk ortaya konan ve ortaya konacak olan (çalışılacak olan) emek gücünü GÖZETEN bir sahiplikti.

Çünkü toprakla girişemeyen emek gücü, emek gücü olarak hiç bir şey ortaya koyamazdı. El sürülmeyen tarlanın, üzerinde çalışma ortaya konmayacak olan farelerin mülk sahibi değildi. Emek gücüyle girişmediği zaman tarla, bağ, bahçe de, mal, mülk olmuyordu. Kölenin üzerinde yeniden emek gücü koyacağı alanlar; Elin mülkü üzerinde ortaya konacak olan emek gücünün geri çekilmesi olacakla ikinci aşamada ekilip dikilmese de; bu boş alanlar da El’in mal-mülk sahipliği içinde anılmaya başlandı. 

Bu aşamada El’in tasallutu neden ormanlara avlaklara dönen insanların El malı ve El mülkü üzerinde emek gücü olan çalışmalarını çekmelerine karşı orman ve avlaklar da El’in olmuşu. El tüketemeyeceği çoklukta bu ağaçların börtü böceğin ve av hayvanlarının sahibi olmaya neden gerek duyuyordu? Çünkü El sultasından kaçanların El sahiplikleri içinde hiçbir karın doyurma faaliyeti yapamamakla çalışmalarını zorunlu olukla El mülkü üzerine yönelteceklerdi.

Toprak gibi, orman gibi, ağıl, çapa, kazma, gibi üretim nesnesi olan araç gereçler üzerindeki kolektif sahiplik, El sahipliği adı altında yitirilmekle; “kolektif vekâlet” bir kişiye verilmişti. Koyunlarına otlak bulamayan sürü ve çoban; emek gücüne ekim dikim gibi çalışma alanı bulamayan kişi; avlaklarda av yapamayan mahrumiyet, zorunlu olurla El toprağı üzerindeki tarla, bağ, bahçe gibi alan ve otlaklardan yararlanmalarıyla; sürü ve çobanın ve de ekici kişilerin emek gücü de El'in mülk sahiplik hakkı olacaktı.

Kolektif güçle olan ne varsa, El'in sahipliğine geçecekti. El sahipliği kolektif olandan,  sahipliği özel sahiplik olan sürece kayacaktı. Sahipliği ortaklık olandan, sahipliğe ortaklar tanımaz olunan sürece geçiş olmaktı. Ritüeli geçişlerle olan kolektif vekâletin teslimiyetiydi. Bu teslimiyet çakılmasın diye, üzerinde düşünülmesin; El sahipliği yanında kendi sahiplikleriniz anılmasın denişe vecde ile yapılan ayin atmosferi içinde kutsama, ritüelleriydi.  El kolektif sahipliğe kaybettirmekle kişisel servetini bulmuş ve kazanmıştı.

Köleci El tarihi boyunca, oynanan oyun budur. Kolektifin olması gereken tarlada, çalışan kişilerin de, çobanın da, karnı doyacaktı. Ama kişiler kolektif birikimde yararlanmayı (sahipliği) kendisi yapamayacak olmakla kolektif emek gücü birikimlerini El'in kucağına koyacaktı. Yine kolektifin olması gereken Emek gücü de El'in, mülk sahiplik hakkı olmasına kira rant vs. kalacaktı. Bu sahiplik neden meşruiyet sizdi?

Böylece efendi karşısındaki kişiler; kendi emekleri olan kolektif emeklerinin kemik yalayıcısı olma durumlu söylemlerin aşağılaması içinde olacaklardı.  Efendinin “nankörler ben neyin sahibi isem üçte birisi sizin kıçınızda çıkıyor” dediği galat-ı meşhurdur.

Sistem ön ittifaklarla grupların farklı kullanım değeri ürettirme taahhütlü yükümlenmeleri olmuştu. Yani süreç birbirine karşılık olur emek güçlerinin değiştirme değerlerinin mutlak bir kullanım değerinin tüketilmesiydi. Ekmek gibi ürünler kullanım süresi hemen tüketim olurken, kundura, bina, araç gereç gibi tüketimlerin kullanım süresi uzundu.

Sonuçta bunlar “kullanım süreci boyunca tüketilen” bir kullanımdı.  Yani kullanım boyunca tüketilip yeniden karşılığı olurla karşılığı üretilecek olanın “amortisman-yıpranma payı. Mutlaka tüketilmesi gerekecek olana karşı aşınma payı ne demekse?” gibi bir illüzyon olmamalıdır. Yani bir başka emek gücü karşılığında üretilip tüketilecek olan bir bina, makine vs. üç beş yıllık, Elli yıllık kullanımla tüketilir olsunlar. Bu onların üç beş ve elli yıl sonra tüketilmeleriyle tekrar emek güçleri ile o inşa edicilerin ortaya koyması gereken emek gücünün değiştirme değeri olacağı demektir.

Siz ne, illüzyonu yapıyorsunuz? Emek gücünüze karşılık olan kimi farklı kullanım değerli emek güçleri de üç beş ya da Elli yılda tüketilirler. Üretilenlerin farklı bir kullanım değiştirme değeri olmakla; yine karşılıklı yükümle üretilip; o kullanım değeri süresi içinde mutlaka tüketilmesi gerekendir.  

Siz illüzyonla bir kullanım değerinin fiyatını, “kullanım TÜKETİM süresi” olan o üç, beş, elli yıla hiç kullanım tüketim süresi olmayacakmış gibi amorti ediyorsunuz. Böylece kullanılıp tüketilmesi gereken değiştirme değeri kullanılıp tüketilmemektedir. O da sizin emek gücünüzü amorti edebilirse sorun yok. Ama bu olanaksızdır. Amorti, finansman, kredi vs. birinin kaybedip, birinin kazanması şeklinde tuzakları içeren illüzyonlardır.

Sizin emeğiniz amorti olmamakla; amorti olmamanın bir kaybına dönüşüyordu. Karşılığı üretilmiş olmakla tüketim olması gereken; kullanım süresi uzun olan emek gücü birikimleri olan mal mülkte bu amortisman ve finansmanlarla amorti edilip sürekli emek gücü ürettiren bir kullanıma dönüşmekle başlangıç bağıntılı sisteme yabancılaşma oluyordu. Amorti olanda amorti eden de yine sizin emek gücünüzdür. Amorti olanlar üreten bir emek gücü gibi amorti ettiği yeni kullanım süreciyle hiçbir emek gücü ortaya koymadan emek güçlerini sömürmeye devam ediyordu.  

Siz o kullanım değerinin karşılığını ve amortisman (illüzyon karşılığını üretiyorsunuz ama o size hiçbir şey üretmiyor. Karşınızda üretilmiş gibi duran makine ve bina kullanım değerleri ise amortisman adı altındaki sizin emeğinizdir. Yani bina karşılığında üretim yapmıyordunuz. Binayı da siz yapmakla; “amortismana, krediye, finansmana vs. olukla binaya dönüşen kendi emek gücünüze karşı yine kendiniz üretim yapıyordunuz”  Böylece üretilmiş olanın tüketilemez oluş illüzyonu ortaya konmakla sömürü hak olurdu. Ha keza amortisman kredi, finansman finansörlük te bu bağlamla galatı meşhurdur (doğru bilinen yanlışlar).

( El 4 başlıklı yazı Bayram KAYA tarafından 8.09.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu