Başlangıcın üretim hareketi içinde takaslar zorluğu diye bir
şey yoktur. Takaslar zorluğu; bu tür kâr, kazanç, güya tüccar olan tüccar
mantığı içinde ortaya çıktı. Değilse zorunlu üretim hareketi mantığı içinde
gereksiz üretim olmamakla; takas yapamamanın zorluğu diye bir şey de yoktu. Takas
zorunlu olan; toplumsal kolektif üretim hareketinin temeli olan, sektörler
hareketidir. Takas; paraya değil: ya da takas para kazandırmanın değiştirme
değerine değil; takas sektörlere denk gelir.
Başlangıçta, ürettiğini takasa girenler; kişiler değildiler.
Ve üretim hareketi kişisel taleplerle ya da grup talepleriyle başlamamıştı. Ortaklaşmacı
üretim yapan grupların süreci, takas konusunda sorunsuzdu. Gruplar yağ, kundura
arayışla takas sürecine girmemişti. Daha açığı nasıl kişiler elma isteyerek
acıkmamıştı. Liberal kandırışla uydurukçuların dediği gibi gruplar da yağa bala,
kunduraya talepli olup bu ön taleple takasa girişmemişlerdi.
Gerçekçi ve temel üretim hareketi içinde böyle bir şey yok.
Ama sömüren, kazanan bugünkü kapitalist sistem içinde bunlarla sefalet var.
Ezilme var. Yalvarma var. Dua var. İlenç var. Hesap vermeyip hesabı Allaha
veririm demek var. Takas konusunda sorunsuz olan kolektif ittifaklı süreç; ancak
kişi mal sahipli takaslarıyla; kişisi öznel ihtiyaçların enfeksiyonuyla sorunlu
olmaya başlamıştı.
Kolektif iradeyle ve kolektif güçle üretiyordunuz. Ama üretilenleri
kişisi öznel irade gücüye sahiplenip; kişisel ve öznel iradeli kendi
ihtiyacınıza göre takasa sokuyordunuz. Yanlış olan doğru olmayan buydu.
Kolektif başlayan kolektif devam ederdi. Yani üretim kolektifse, takası da
kolektifti. Kişinin yağ sevip sevmemesi takasın özne nesnel konusu değildi. Kişinin
yağ sevmemesi sürece kazanç amacıyla kasıtlı sokulmuş düşünce provokasyonlarıdır.
Üstelik toplum falana talepli olanlar filanı aramayanlardan
da oluşmaz. Toplum içinde bir kişinin dahi tekerlekli bisiklete ihtiyacı varsa
toplum 1 tekerlekli bisiklet para getirmiyor. Bir tekerlekli bisiklet başka
alıcısı olmamakla rantabl değil diye üretmemelik yapamazdı. Asla da böyle
düşünemez. Düşünmemeli de. Biz de bu bilinçle, bu zorunlulukla, bu erdemi
savunmalıyız. Bunlun aksini düşünmek kişi sahipli sömürücü sistemin
felsefesidir.
Biz sefaletten, kötülükten, cinayetten ve ahlaksızlıklardan,
sömürüden, hukuksuzluktan yanaysak; böyle olmamız normaldir! Çünkü yağ da (ihtiyaç
ta) kişinin sevip sevmemesine göre ortaya konmuş bir üretim hareketi değildi. Dahası
kişi sahipli sistemle muhtelif sınıflar oluşmuştu. Sahipliği olup üretmeyenler
ezenlerdi. Efendilerdi. El’lerdi. Mal mülk sahipliğinin (!) kazancı ile
yaşıyorlardı. Kazanç ne demekse? Bir
başka emeği sömürmeden nerde, nasıl kazanıyorsa?
Bedava sahiplikler çalışmadan bedava yaşamlardı. Sırt üstü yatıp yaşayanların yanında
sahipliği olmayıp ta devamlı üretenler vardı. Bunların karnının doyması
dışındaki emeği, başkalarının KAZANCI KÂRI –RANTI-FAİZİ-KOMİSYONU vs. ’siydi.
960 kişinin emek gücü, kazanın 40 kulpuydu. Kazanı kırk kulplu yapacağınız gibi
bin kulplu da yapmanız olasıdır.
Ezilenler emek gücü sömürülmekle kazan kulpuna
yapışamayanlardı. Dört koyunu güdemeyip kaybedenlerdi. Oysa çobanlık koyun
güdememekle değil, aksine koyun gütmekle başlamış kolektif hareketti. Çobanlık
varsa, koyun gütme biliniyordu. Hem de kolektif olukla (herkesle) biliniyordu.
Kolektifin önünde ve elindeki dört koyunu çalıp; El marifetli anlayışla “dört
koyunu sayamayıp, güdemeyip; kaybetti” deme hırsızlığı bilinmiyordu. Kolektif
içinde kişi hareketi, kişi sahipliği değildi. Kolektifin dört koyununu
kaybettirirseniz; elbette güdecek koyun olmamakla koyun güdemezdiniz. Evinin
kirasını bile ödeyemeyip, kirasını partiye ödetenlerin ağzında; şimdi dört
koyun güdememedeki bilinçsizliğimiz; başımıza kakılan hakaretlere dönüşüyordu. Kazanı
kırk kulplu değil de bin kulplu yaparsanız 960 kulpu, koyun gütme bahanesiyle
aslan payı yapmazsanız; kişilerin tutamadığı hiç bir kulp, açıkta kalmaz.
Kazanın kulpu kendiliğinden yoktu. Hiç te gerekmiyorken siz kırk
kulplu yapmıştınız. Herkesin tutmasına göre değil de tutanlar, tutamayanların
omuzuna binmeler diye yapmıştınız. Bin kişilik ortamda bilerek, taammüden “kırk
kulplu yapılan kazanın” kulpundan birine yapışmaydı dört koyun güdemez denen
veciz söz! Bir kulptan tutamayanlar ezilenlerdi. Tutanlar ezendi. Kapitalist
sömürücü mantık bu tür sözlerle kendini meşru edip; bu sözler bilinçaltımızı
oluşan envanterlere dönüşüyordu.
Rızkı bol verilenler ezenlerdi. Totem meslekleri
bulunduğunda ön ittifakların olduğu süreçte size malı mülkü miras bırakan
babalar yoktu. Ki o dönemlerde olmayan babalar bu nedenle; çoban mesleğini de,
çiftçiliği de bulanlar da değildi ki mal mülk sahipliği olsundu. Dört koyunu
kolektifin elinde alanlardı. Meslekli süreçler de kolektifle vardı. Siz,
babaların değil kolektifin miras ürünüydünüz. Siz; babaların değil, kolektifin
mirasçısıydınız. Kapitalist propagandacı süreç içindeki sömürge olaylarını
kendinize mantık yapıp, düşünmeye temel yaptığınız süreç içinde biliyorum ki bu
tarihi gerçeklikleri kabul etmesi ve hazmetmesi kolay değildir
Yine babalar yerine mal sahipliği üzerinde miras bırakan
babalar olsun diye (!) Rızkı bol değil de kısık
(kıt veya az) verilenler vardı. Rızkı hiç verilmeyen; rızkı ve sahipliği
olmamakla; El mantığı içinde elindeki kolektif mirasını kaptırmakla “işsiz
güçsüz, sefihlerle sefiller (!) vardı”. Merhamet edilesi, acınası, acizler
vardı! Din adamlığı, hırsızlar, dilenciler, haydutlar, fal bakıcıları gibi tüm
bu "lümpenler" vardı. Hiçbir
işe yaramayıp ta bari kölelik yapayım demekle köleler ortaya çıkmıştı(!)
Gruplar kolektif üreten sektörler olmakla; birbirilerine kolektif
kullanım değeri üretir olmakla birbirine denklerdi. Farklı bir kullanım değeri
olan ürünler birbirine karşılık ve birbirine denk oluyorlardı. Ama üretilen
ürünlerin kullanım değeri; kundurayla-buğday gibi ürünlerin kullanım değerleri
farklı olup, denk olmamasıyla da süreç alan eğimi kazanıp “salt kullanım değeri
farklılığıyla takaslara girişiyordu”.
Yani ne arz ne talep; ne de kazanç vardı. Ne arz, ne talep,
ne kazanç ticareti; takası başlatmaları için ortada bile gözükmüyorlardı! Ki
zaten yoktular bilinmiyordular. Olsa da, “farklı kullanım değeri oluşmadan
kazancın ne anlama geleceği bile bilinememekle” kazanç yine süreci başlatan
olamazdı. Salt kullanım değerleri kapitalist deyim ile TAKAS ticareti başlatmıştı.
Takas denkler arasında kullanım değeri farklılığı olukla süreci başlatmıştı.
Kolektif grubun ne taleple, ne az bulunurlukla değil kolektif grubun her biri
kendi üretimlerinin farklı kullanım ve farklı tüketim değeriyle TAKASA giriyorlardı.
Farklı kullanım değerini tüketmek; ne grupların iradesiydi,
ne grupların bilinciydi. Ne de grupların istekleri, talepleri ve arzlarıydı. Biz
size kumaş sunalım da sizde kumaş alma iştahınız açılsın diyen bir kumaş arzı
da ortalık yerde yoktu. Bunlar burjuva ideologlarının bizi sömürmek için
uydurdukları ve ancak sömürüye hizmet eden; sömürü için doğru olan öğretilerdi
(ideolojilerdi).
Takas girişmesi veya sömürü diliyle ticaret grupların
bilincinden bağımsız olukla grupların dışındaki zorunlulukla bu böyleydi. Aslında
ticaret sözü hiç doğru değil. Ticaret kâr yapma kastıyla bilinçli hileci
aldatmadır. Takas; grupların, kişinin bilinci dışında olmakla kişilerin ve
grupların yönelimli olduğu eylemeleri sonunda ortaya konan zorunluluktur. Kâr,
kazanç gibi sömürücü hedefleri bilmezler. Ama okur ancak öyle anlar olduğundan takas
ticaret gibi belirtilmektedir.
Ticaret, kişisi sahipli durmaların içinde, kişiler arasında
görünüşte ürün takası olukla ama gerçekteyse kâr getiren; kazanç için sömürü aldatma
ortaya koymaya atıfla ticaretti. İşte
takas yapmanın zorluğu bu kişisi mal sahipliği ve mal yoksulluğu içindeki
düzlemle ortaya çıktı. Denk gruplar eğilimine göre değil de yarının da emin
olmayan kişilerle; yarınları garanti altında olan kişilerin satma ve alamama
karşılaşmalı denksizlik eğilimi içinde belirlenen takas; aksama yapan takas
olmakla; takas kazancı geciktiriyordu.
Kısacası takas zorluğu vardı denişle; para bu takas zorluğunu
aşmak için ortaya kondu demektedirler. Kişi mal mülk sahipliği ile kişilerin
mal mülk sahibi olamaması ile kolektif grupların gruplar arası güç denkliği
bozmuştu. Bozulan gruplar arası denklik şimdi kişiler arası mal mülk sahipliği
olmakla, alıp ta alamama; kısarak alma ya da ekmek dururken yağı hiç almamakla denksiz
oluşlardı. Benzer deyişle kişinin mal mülk sahipliği ya da kişinin mal mülk
sahipsizliği bu tarz kişiler arası denksiz oluşlar içinde kişiler arası eşitsizlikleri
ortaya koymuştu. Bu eşitsizlik alış verişi de takas zorluğunu ortaya koymuştu.
Sahipliği olanların istek ve talepleriyle (kâr gibi);
sahipliği olmayanların karnını doyurma yanında arz, istek ve talepleri bir ve
aynı olur mu? Sahiplik ile sahipsizlik arasında istekler de talepler de eşitsiz
ve denk değildi. Birbirine denk olamayan süreçlerin takası da ya zordu olurdu;
ya hiç olamazdı. Koyunun can derdine kasabın et derdinde olması gibidir. İşte
kapitalist ideologlar; kişinin mal sahipliğine göre dengeleri bozulan bu
çelişki içindeki sürecin sömürü yapacak arz ve taleplerini yaratmak ta, ne
kadar haklılar değil mi? Üstelik bu
burjuva öğretisini size ekonominin temeli bu demeleri içinde sömürülmeyi
öğretmekte ne kadar başarılılar değil mi?
İlk önceden; ÜRETİM +
TAKAS + TÜKETİM +YENİDEN ÜRETİM vardı. İttifaklar ve sentezler girişmesi bundan
vardı. Uygarlık bu temel süreç
giriştirmeli sentezlerle başlamıştı. İnsan olma yani ilk kez hemcinsimizin
kendisine ittifak insan demişti. İnsan sözü bu temel süreçle girişilen sentezin
içindeydi.
Şimdi önce nasıl olmuşsa olmuş (!) önce MAl_MÜLK SAHİPLİĞİ +
KÂR-KAZANÇ + ARTMIŞ OLAN BİR MAL_MÜLK SAHİPLİĞİ + YENİDEN ve YENİDEN KÂR vardı.
Üretmenden mal mülk sahipliği bile mantıklı akıllı, doğru ve meşru değil. Üretmiyorsunuz
ama elma sahibisiniz. Bunu da “rızkı veren El” diye açıklıyordunuz. Üretim
kolektifti ama sahiplik kişi sahipliği (!) üstelik te kahir ekseriyetle
herkesin sahipliği de değildir. Tüketim burada mal sahipleri için üzerine
basılıp sıçrayan bir kazanç kapısıdır. Tüketim ihtiyaç değil, ekmeği taştan
çıkaramama tembelliğiydi! İşini, yolunu, yordamını bilememe aptallığıydı.
Sömürü sisteminin ön görüsüne göre herkes kâr yapıp; mal sahibi olup ve zengin
olamayacağına göre; geniş kesimlerle aptal olmaya mecburdunuz.
Mal +kazanç + artmış mal sistemi ile eşitsizlerin istek
duygularını sömürüp kâra, kazanca, faize ranta, kiraya ihaleye, işini bilir,
dört koyunu güder müteşebbisliğe, taşeronluğa vs. ’ye dönüşen vahşilikler
olmakla; şimdi kan, gözyaşı, hırsızlık, ahlaksızlık, hukuksuzluğun hukuku, ana
baba mirası, zina, yardım, sadaka, lütuf vs. olukla vardılar.
Yani kişi sahipliği içindeki parayı bulmaya dönüşen takaslar;
denksizler, eşitsizler arasında gerilim olmakla kâra, kazanca, sömürüye
dönüşmüştü. Üretenlerle üretenler arasında girişme değil; üretenlerle üretmeyen
sahipler arasındaki kâr, kazanç girişmesine dönmüştü. Aslında kâr, kazanç sözü;
sömürü sözcüğünün efendi dilindeki tercümesiydi. K3Ar, kazanç sürecin tarihsel
nesnel seyrinin bir gereği değil; bilinçli efendilerin mal sahipliğini
konsolidesine yöneliktir.
Alış verişle sömürü olan takaslar artık takas olmayıp
ticarettir. Bu ticari takaslar hiçbir nesnel ekonomik gerçekliği olmayan böylesi
sahiplikler ve sahipsizliklerin karşılaşan duygu ve psikolojileri üzerine
kuruludur. Sömürü için üretmedir. Sömürü de geri bağlanım yasası üzerinde
takasa atıfla ticarettir. Eşleyişle kâr eşitsizler arasında ortaya çıkmakla
ortaya konan kasıtlı yapılan enfeksiyonlardı. Ve bu süreç çok sonraları köleci
sistem uygulamaları içinde giderek ortaya koymaya başladı.
Kolektif emekle üretim yapan üretileni takas edip tüketen hareketin
üst yapı anlayışı ortaklaştıran mana anlayışı olukla; İLAHİ mana
anlayışıdır. Efendileri mal sahibi yapıp
ta kazanmayla sömürünün öğretisini ortaya koyan mana anlayışı EL mana anlayışı
olan dinlerdir. Dinler tüm stratejileri kar zarar üzerine kurar. Öyle ki sömürü
dili olan kârı, zararı dinler kendi ideolojisine temel öğreti yapıp; kendisini köleci
dilin mantığı ve anlayışı olukla ifşa etmekten de hiç çekinmezler.
Örneğin “Öyle ki: “El; karşılık olarak cenneti verip, kendisine
inanan El topluluğundan canlarını ve mallarını satın almıştır” der. Ve devamla “O
halde El ile yaptığınız bu alışverişten dolayı size müjdeler olsun! Budur
gerçekten çok büyük kazanç (alışveriş), çok büyük başarı” der. Evrensel mesajlı
dinler öğretisi içinde bu öğreti mesajlarla dinler kendisini söylemek için illa
köleci dili; hele de efendilerin dilini mi kullanır? Bu tür üst yapılar; “ bu
hak vaat” diyerek sömürü dilinin üst yapı vaatleriydi.
El, tersten dolanıp efendi dilini (sömürü dilini) söyleye
bilmek için de; kölelere lütfediyordu. Acıyordu. Merhameti bol olandı. Merhameti
her şeyi kuşatıyordu. Merhameti efendiye başka, köleye başkaydı. El’in
merhameti köleye sadaka olarak belirirken. Efendiye olan merhameti efendiyi
mal, mülk, rızk sahibi yapıyordu.