Derli toplu olmalı ölüm hatta himaye
edenlere bile sükûtu ikram etmeli.
Sükûtun eleme dostane yakarışı bile
güzel hele ki; ölüm de acı da O’ndansa ne muteber ve yaşanmışlığın son
durağında bir kafiyeye bürünüp silinmek yeryüzünden ve ebediyen yüreklerden.
Kim ne derse desin giden unutuluyor
hatta yaşarken bile yok sayılıyorsa benlik, ölüm hak getire.
Soylu bir var oluş amacı ve
soyağacına eklenen belki de eksilen ve tırtıklarken hayatı arada bir yokuş
aşağı sürüklenmek.
Zaman da yaralı ki insanlarla pay
ediyor acılarını. İnsanlar da yaralı ki birbirlerini yaralamayı maharet
biliyorlar.
Belki bir iklimden kopup gelen belki
de iklimin ta kendisi hele ki geceye eşlik eden sağanak da oldu mu insanın canı
daha bir ölümü çekiyor.
Aldatılar kadar kanıksayıp reşit bir
acı bellediklerimiz ki ne garip: acının yaşı mı olur hele ki yas’a yüklenip
yasalardan bile uzunken benliğin eli ve vicdan de en usul yoldaşken, bir rahmet
yükleyen bir de uykuyu bile delik deşik eden azaplardan da uzak kılan…
Aşka nedamet yükleyip.
Arsız bir sevgili nazarında, gölgemizle
dahi rahat bırakmazken işin aslı rahat batarken kimine.
Kimlerin neyden, aldatıların ne
amaçla ve umutları sonlandıranların da varlığından uzak kalmak adına
vazgeçtiklerimiz yine de baş tacı yaptıklarımızı hala bir yerlerde koruma
kollama isteği.
Ölü kuşların çığlıkları çalınıyor
kulağıma belli ki günün yorgunluğu henüz istirahata çekilmemiş. Yoksa aymazlığı
mı yalnızlığın, bu denli detone bir yakarışı hala sunmaktan vazgeçmemiş?
Çığıran, gitmemek adına kaygılar
biriktirdiğimiz belki de gidip de dönmeyi beceremeyip kala kalmışlığımız arafta
ve ölü beyitler bile ısrar ederken hüzün arası yalnızlığın ufkuna nazire eden
bir yürek sesi ile varsın dursun zaman.
Şimdilerin dün ekseni; yarınlar
hepten muğlâk, an’dan bile hoşnut değilken neyin derdi de zamanla alıp
veremediğimize biat hala zamanı ve kaderi suçlu görüyoruz?
Bizleriz belki de en ürkütücü yine
yanılsamalardan geçerken yolumuz; yine bin bir kazanım peşinde ve diri
leşlerini gecenin gömmekle itham edip yeni günü bile korkutup kışkırtılan masum
duygularımız.
Kimse durduk yerde kendinin katili
değildir.
Zaten evrenin çıtası bir alçalıp bir
yükselirken, elinin kiridir oysa her ölümü kendimizden bilip, hayata nifak
sokanlar bir tebessümü bile esirgerken.
Ölümüne sevdalıyız madem yaşamaya…
iyi de neyin ısrarı da ölümü anmadan geçemiyor insan?
Zar tutan hilebaz adam. Sen ki
meşrebinde en hoyrat kumarbaz yoksa sen mi çaldın neşemi, demek bile bir huzur
ve tutunduğumuz dalı kesmeyi göze alıp hala nasıl oluyor da elimizi ve
yüreğimizi uzatıyoruz üstelik fire veren bir benlikten başka hiçbir şeyimiz yok
iken?
Kuru sıkı mı olmalı atmaca
bakışlarımızdaki hüzün?
Yoksa yaş mı dolmalı hazana rahmet
yükleyip de kılıfına uydurduğumuz duyguları en muteber seviyede göstermek
istediğimiz?
Derine çöken o tortu ve zerrelerin
oynaştığı belki de gölgelerin için için kaynaştığı su birikintileri.
Aman ha, sakın basma.
Ya derinse yaran?
Ya derinse içindeki hicran?
Boğulmayı hiç bu kadar sevmemiştim
aslında hayatın boyunduruğunda acı çekmeye hiç böylesine alışmamıştım, deme
lüksüm bile yok hele ki dünümdeki hazanı ben hala bahar sanıp; peşimdeki
gölgeyi de dost sanıp… ne mi geçti elime ya da kayan ne oldu, demekten bile
imtina edip sığındığım bir kuytuda derleyip toplarken içimin dağınıklığını.
Göz göze gelmeyi dilediğim ama
gönülden gönle kurduğum sayısız köprüyü de göz ardı etmeden…
Peşimdeki hezeyandan ne muzdaripim ne
de naçar bir ukdeyim; dündense günüme eşlik eden belki de hayatın yarı deli
yanıyım oysaki bir ömür mantığımın güdümünde hareket etmem tembihlenmişken.
Ayracı kaybettim bu yüzden koyuyorum
noktayı: lakin şimdilik.