Öykünmekle öğütmek arasında gidip
geliyorum yine başaklarını umudun bir gizemle sakınmak kötülükten ve öğüttüğüm
başak tanelerine öykünmek belli ki mizacımın dışavurumunda, çatallı bir ses
kadar da yoksunluğa ve açlığa mahkûm kılındığım.
Bir cümle arayışım ve ansızın hâsıl
olan beyaz bulutlar ama her nasılsa kararmayan bir gökyüzüne nispet yapan yine
içimin iklimindeki o doğurgan sonbahar hüznü. Sevdiğim kadar da var hani hüznü
gerçek kayıt altına alınan bir memnuniyet zuhur etmiyor karşı taraftan lakin
hüznüme sahip çıkıp aynı anda şükür duygum da kıymete biliyor kendimce.
Kendimce sevdiğim kadar kendimce de mutlu olduğum bir tür oyun.
Önce mutluluğum kundaklanıyor üstelik
hiç beklenmedik bir anda maruz kaldığım şimşekler sonra da gözlerim çağlıyor
ama içime akan yaşlarım pek de kale alınmıyor, demekten ise imtina ediyorum
zira yaşlar kendimce bir sunumu yüreğimin gelin görün ki pek de itibar görmüyor
ya da tam tersi:’’Hah, işte başladı sağanak. Demek ki bizim sulu gözlü kız
başladı yine yakınmaya.’’
Dediklerine bakmıyorum ha, demek pek
de olası değil ne de olsa bana ait bir duygu yine evrenden nemalandığım ve
boyutsuz duygularımı kısacık cümlelere sığdıramazken ne de olsa edebiyatın açık
penceresinde uçuşan perdesi gönül gözümün. Ağlamaktan ne zarar gelir ki hele ki
ufacık neşe zerreciklerine daha da itibar edip daha bir muteber kılıyorsam
sahip olduklarımı ve duyduğum şükrü.
Hangi yönden nasıl bir rüzgâr tetikliyorsa
bu hoyrat iklimleri yine yüreklerinde sağdıcı olmayan düşlerle boy gösterirken
hem kendi halimde yaşayıp yazdığım kadar da mutluyum belli ki yürekteki
terennümü çok fazla sergileyemiyorum ya da ansızın kapılıp korkuya içimdeki
şimşekleri dindirmeye çalışıyorum.
Deliren bir hoş görü belki de benim
eksikliğine maruz kaldığım ve insan sevgime aktarımda bulunan tüm yazdıklarım.
İnsanlar ya hoyrat seviyor ya da ben
tam anlamıyla tuz buz olmaya aday bir bibloyum. Çok da umurumda, demeyi pek bir
denesem de umurumda olanlar sayesinde yaşayıp ayakta kalıyorum ve maruzat
bellediklerim sayesinde kalemle danışıklı dönüşlü bir oyunda muhatap biliyoruz
birbirimizi.
Ben ki hayatın kenarında kurumaya
aday bir yeşillik…
Kalem ki; odun muhteviyatına
aldırmadan başıma vura vura beni adam etmeye uğraşan bir kalp hırsızı.
Çok sevdiğimden ya da sevgiyi arzu
ettiğimden belli ki yazmaktan bıkmasam da hayattan bıkkınmış izlenimi veren
şifalı cümlecikler.
Oradan buradan topladığım kır
çiçeklerini sermek boydan boya ve neşriyatı hayli yüklü bir iç ses: bazen
boranda savrulan bazen güneşte kavrulan bazense sessizce bekleyen; artık neyi
beklediği değil de önemli olan sadece beklemeye değer bir şeyler bulmuş olması
belki de itikadın izdüşümü her yazdığımla acıları ihya ettiğim; her duygula
hayatı pembeye boyama uğraşım sonra da damlayan gönül namelerini buyur ettiğim
kocaman bir sofra.
Kaynakçamız ne ola ki, demenin
ötesinde istirham eden yüreklerin sunumundaki o hassasiyet ve anlayış…
Çok şey istemiyorum oysa.
Çok şey istiyorum biliyorum, demekten
son anda vazgeçtim sanırım hırpalanan bir boşluğu hutbelerle donatmak aşkın
diğer adı.
Aşka âşık sunumu evrenin yine
insanlardan ibaret imleri bir bir gölgeleyip bir de istila eden köreltici
mefhumlar. Misal mi?
Nazarında iyiliğin ve güzelliğin bir
zulme odaklı bakış açısı belki de… hani olur da tepkisiz ve gölgesiz varlığınızla
insanlar sizi fazla da muteber bellemiyorsa ya da verdiğiniz sevgiden pek haz
etmiyorsa kimi münafık gölge oysaki sevgiden yana bir tutum sergilemek ötesinde
içten gelen coşkuyu da pay etmek iken size ve aslında herkese iyi gelen-ya da
iyi geldiğini iddia ettiğimiz.
Parçalı bulutlu bir şiirden
nemalanmak belki de.
Hani olur da kıblesinde tutuklu bir
yıldız vardır şiirin.
Hani pervasızdır gökyüzü ve dolunay.
Hani yürekte sıkıntı yüklüdür insan
hele ki inancı körelmiş hani nefsi rotadan sapmış hani aşkını yok sayar kimi
insan…
Nemalandıklarımız gün boyu ve hayat
boyu ve nasiplendiğimiz duyguların da izdüşümü hani olur da kurak bir dalda can
bulur kuru yaprak belki aşkın iflah olmaz hazanına rest çeker de mevsimler
belki kıyamaz Yaratan o kuru yaprağın kurumuş gözyaşına.
Sanırım yazmak böyle bir duygu tıpkı
umudunuzu kestiğiniz her an ansızın atan bir yürek oysaki az evvel vermişti son
nefesini.
Doğurgan olan insan ama bedenden çok öte…
sevgiyi rahmet, aşkı kıble ve dostluğu yüreğine kazımış yine baş tacımız
ötekileşen dünyanın mazlumu ve mağduru iken ne de olsa mazlum ile Allah
arasında çekili bir perde olmaz, düşüncesiyle yaşadığımız acılardan ve zulümden
bile zevk almasını bilmek. Hele ki Efendimiz dahi zamanında nice zulme maruz
kalıp; evinden ve ailesinden uzak zamanlarda çektiği acıyı içine akıtırken ve
sabırla ve şükürle beklerken.
Gizemin tınısını duyuyor musunuz?
Ya, atan kalbinizin tik taklarını?
Kurduğunuz saatin alarmı çalmadan
uyandığınız sabah vakti görüyor musunuz aydınlanan gökyüzünü ve rahmetini
evrenin doya doya içtiğinizin sunumu iken bunca beslediğiniz umut ve hala
koruduğunuz hayalleriniz?
Sonsuzluğun başı belki de başın sonu
belki de hiç var olmamış ama acının da ta kendisi yine insan ve yine insana
dair her duygu…
Kümeleşen istilası evrenin; boykot
eden yüzölçümü yüreğin; saptıkça yolundan ihya edilen değil de ihlâs
yüklenmemiz gerektiğinin de bilincinde biz nefsimizi adam etmeye uğraşırken…
Demek ki bir yerlerde hata yapıyoruz
ve ansızın da fark ediyoruz hatamızı belki de hata bildiğimiz hak etmeyen
verdiğimiz değerdir yine ihtiva eden değil de geri dönümünde bizler hayal
kırıklığı yaşarken.
Ne duruyorsunuz o zaman?
Boyutsuzluğunu çizin özgürce aslında
özgürlüğünüzü ilan edin yazarak hele ki bir ömür engellenmişseniz belki de sizsiniz
o engeli kaldıracak olan belki de engel/sizsiniz tüm engeli bertaraf
edebilmenin gücünü sahiplenmek anlık bir varsayım olsa bile.
Tıpkı Susan Sontag’ın söyleminde
vurguladığı üzere:
‘’Benlik bir metindir, metin gibi
çözümlenmesi gerekir. Benlik bir projedir, inşa edilmesi gerekir.’’(Alıntı)
Var oluş amacımızda kayıtlı-kayıtsız
sebepleri bir bir ifa ederken hele ki söz konusu mutluluğu tutarlı bir şekilde
edinmek ve kaygıları da bertaraf etmek adına bizler hala kendi merkezimize olan
uzaklığı yok sayamazken ne de olsa şifre genlerimizde ve yüreğimizde saklı.