Bir şiir ölüsüyüm hatta bir hikâye
artığı.
Dünümde kayıtlı satırlardan çaldım
seni, son bildiğim yalanlarında ömrün tokuşturdum hayat iksirimi.
Ölgün güncemin hangi hücresine
hapsolduysam ve soytarı fıtratımda bir rahmet diledim Tanrıdan.
Öncemle yüklemiştim yarınımı ve
kıtalar aştım önsözü olmaktansa bir kayıp bellediğim satırlarla mahlasımı
kaynattım, kaynak yaptım örgülerine aşkın.
Nedamet yüklü çekincelerim vardı.
Öngörülerim yoksuldu çünkü sondum
ben.
Hep sonlanmayı dilediğim…
Sonlandırdığım hayallerim…
Çapak tutan aşkların esiriydim zaten
gözyaşlarımın da eseriydim.
Ölümlü imgeler tuttu ellerimden ne de
olsa ölümlüydüm.
Notalar saf tuttu şiirlerimde ve şiir
bakışlarında kala kaldım aşkın hatta şirin bir tezahürat yüklendim.
Yüktüm ben.
Yükümdün.
Yükümlülüğüm idi susmak ve esin
kaynağım sessizlik.
Buğusunda ömrün, camların sileceğine mahkûmdum
zira çatal sesinde öfkenin bir kırlangıçtım yine kır kanatlarında şahinin deli
bir rütbeydim insanlık tarihinden nasiplenmeye becerememiş.
Annemin küçük kızıydım.
Kardeşimin de küçük ablası.
Abla hüviyetimi sevdim en çok yine de
sus’ların gizemi ile konuşmayı da lav ettim.
Bir lehçede diri tuttum aksanımı hele
ki aksayan şiirlerime taktığım tokaları çaldı imgeler çünkü soytarı idi her
biri.
Somurtuk yüzümde mutluluğun
kırıntıları vardı her nasılsa.
Meleklerin dokunduğu yüreğimde,
kaynayan yüreğimin çeperinde bir tuzla buz olmadığım kalmıştı derken kırık
parçalar yeniden kırıldı hatta asılı kaldığım şiirlerde öldüğümü gördüm oysaki
ölümsüzlüğü talep etmiştim Tanrıdan.
İhya eden hep satırlardı ve hep
şiirlerimde yüreğimin kundaklandığını itiraf ettiğim akabinde inkâr ettiğim
aslında yoksunluğumu ihbar etmiştim Tanrıya.
Dokundu bana hep.
Dokudu hüznümü.
Noksandım.
Noktaydım.
Noktasız hüznümle sahip çıktığım
aşklarıma hürmet eden Tanrımdan asla alacaklı olmadığımı biliyordum aslında
borçluydum Yaratana ne de olsa koruyucu meleklerimi gönderendi ve kutsayan ve
yaftalanan masumiyetimi çalmakla tehdit edenlere de haddini bildiren.
Gölgeleri şahit tuttum bir gece vakti.
Kelimeleri ihbar etmişti iblis.
Sonramı yakmayı şerh düşmüştü
defterine kötülük.
Kötülükten nasiplenenlerle işim
olmazdı ki.
İyilikti rütbem ve masumiyet idi ilk
ismim sonramla tehdit eden aslında öncemi yok sayan belki de kanlı ayın son
hutbesiydi içimdeki titrek ve ürkek kız çocuğu.
Kadınlara özendim.
Kadınlığı bileyenlere rest çektim
sonra.
Kadın ırkını yüz karası saflığımla
yıkanan ruhuma sahip çıkan tekti.
Tektim.
Tek tabanca yalnızlığım ile çift
gördüm bu kez hüznü. Kelepçelerimde aşkın imzası vardı aslında yüzümde de ölgün
gölgelerdi oynaşan.
Asaletimi sunan evrenle içli
dışlıydım madem ve mademki mahremiyetin son temsilcisiydim…
Cibilliyetsiz sevgiler armağan eden
ve yüksünen nidalarla sıra dışı imgeler savaştı ansızın ve kelamın biri bin
para olacağına ahkâmların gözü karardıkça karardı.
Yıldızların sunumunda göğe bağdaş
kuran bir haykırış hatta yeknesak bir dokunuş hatta ekseninden kayan mevsimler…
Islık çalan yürek sesimi çalan bir
hırsızdan farkı yoktu aşkın belli ki hibe etmiştim ezelden belki de eteğimden
dökülen taşlara takılmıştı ayağı aşkın.
Aksayan bir lehçe idim madem aslında
aksıran sesine rağbet ettim hüznün sonra kurallarımı korudum sadece aşkın
hicvinde resmettim yüreğimi.
Bir sunumdan çok öte; bir kelamdan
çok bağımsız; duyguların anakarası aslında yankı yapan seslerin tınısında vakur
bir dokunuş.
Şimdi gidebilirim hatta ölebilirim de
üstelik dünümü inkâr etmediğim bir yarından da muzdaripim ne de olsa an’ımdan
yoksun bir mevtayım beni ve ötekileştirilen benliğim ile saf tuttuğum hüzne
banıyorum mutluluğumu.
Bir garip kulum.
Yaftalanan hep hazan.
Mevsimlerin yüz karasıyım ve
sıfatların da en delisiyim ölümüne severken ölümü bile sevmeye yüz tutmuş
sanırım ellerim acıyor aslında boşluğun günahlarına da adayım bir kez daha sevmemeye
ant içmişken üstelik.
Son bir şık daha var ve yine
gözlerimin nemine teslim kelamın da devamı yine aykırılığın suretinde asla
ayrımcı olmadığımın dilekçesini sunmuşken Tanrıya.