Güncesi şehrin…
Şiirsel ve kalabalık bir yalnızlık
öylesine
Hatta akıttığın içine gölgelerden
Çıkartırken öfkeni
Zuhur eden yalancı bir teselli
Düşen yakasından
Hoyrat ve görkemli iklimlerin.
Pare pare haznesinde kutsalın;
Denli densiz bunca hece
Yine patavatsız şiirlerin.
Şimdini ertele sen zaman bekçisi,
Sonranla iştigal etmeden
Dününü de yalanla
Kendine has yalanlarınla,
Tanrı babında ne de olsa
Aşka ve sevgiye
Şirk koşan
Kötü kokulu nefesi nefsinin.
Bir tohum da atabilirsin bulutlara
Kelaynak kuşlarından aşırdığın
Yumurtası ile
Zehrolmuş hayatların
Islak reçinesine bağdaş kurabilirsin.
Belki de cahil cesareti
Şaibeli sevdaların
Kınasını yakarken şair
Sen dar ökçeli her yokuşta
Ardına düştüğün o şen şakrak
Mezar bekçilerinin.
Nuh’un gemisinde
Nazenin bir çiçek misin de
Açacağını müjdeliyor her iklim?
Ya da kıstasların mühründe
Kısa etekli çocuk bedeninle
Yalan bir sihir misin de
Sadece içine doğuyor senin
Sayısız Tanrılı güneşin…
Şimdini yumrukla, sen şair
Hatta rencide edilen ruhunla
Bir de şarkı tuttur
Aman ha, bilinmesin
Ve çalınmasın hayallerin
Yine türkü tadında
Bir nota olduğuna dair
En kutsal yalanken
İçindeki zikir
Üstelik meylettiğin değil
Meydan verdiğin bunca yükleme
Hatta hakkında verilen binlerce hükme
Nazire etmeden
Ölü şehrin bekçisi.
Koyu vicdanlarına
İsterse örtü sersinler
Kır kanatlı melekler
Olmadı kına yaksınlar yeniden
Adı unutulmuş zemheri fırtınaları
Hem zikrinle hem
İçinde soluduğun zehir ile
Düş yollara tan vakti
Bilemedin değil mi
Ölümün de tam vakti…
Yarınını dahi sonlandırdığın
Şuncacık aklınla
İnsanlığının şerefine
Hadi, koy sen de son noktayı
İçine akıttığın nicesini
Ebediyete uğurlarken tan vakti.