Ölümün ön sözünde sergüzeşt besteler
ve yılgın göğün kambersiz selamı dostluğun mihenk taşında anlam bulan yine
yüreğin istilası.
Öykündüğüm şiirlerden düştü yolum
sana ve sonramı kabullendiğim sırdaş dünümün gün tadındaki tatsız ve heyecansız
yankısı.
Aşkı mimleyen şiirler vardı ve kayıp
şehirlerin kalabalıkla imtihanı, gök gözlerinden annemin üstüme düşen rahmeti
yine dualarına tutunduğum ve anneliğine doyamadığım o naif serzeniş belki
hüsran tadında bir var oluş derken cebelleştiğim yoksunluk aslımı düne taşıyan
ve görünmezliğin şeceresinde hayata damgasını vuran.
Sahiplenmiştim ne de olsa: aşkı
yüreğime sindirmiş; yüreğime aşkla yıkamış ve ön sözünde özlemin yalnızlığa
düşmüştü yolum senden çok önce.
Gıyabında satırların gark etti yürek
minvali.
Kayıp satırlarda buldum aşkın adını
ve sanını bildiğime dair şarkılardan nemalandığım.
Öfkesini kürüyordu insanlık.
Zaman ölüsüydü ardımızda kalan
insanlığımızın da örtüsü.
Güne eşlik eden acıdan yoksundu zalim
çünkü vefayı ve vicdanı hep boykot etmişti. Ya, biz?
Sevdik seveli serildik de tıpkı aşka
şahit bulutların revnak dokusunda bir arpacı kumrusu misali ben yine eşleştiğim
dünümden aldığım derin darbe.
Utkumda yoktun.
Ufkumda ise her şeyimdin.
Şehir gazeller okudu ve dokudu
bulutlara aşkın şahidi melekler.
Çemkiren iblisi cehenneme postaladı
kader derken uyuya kaldık beklerken.
Ötem berim neredeydi?
Neredeydim?
Sensizliğin neresindeyim?
Sen ise bensizlikle yoğun bir
hasbıhal içerisinde tünemiştin içimdeki iskeletine sığ olmayan duygularımla da
hemhal olduğum derinlerin nefesini içime çekerken.
Gölden çaldım huzuru ve kıskandım
ölümü: ölümün ön sözünde ise hep aşktı kazılı olan.
Yiğit şiirler serdim sayfaya ve
şehitler verirken vatanım ben sadece diledim onlara kavuşmayı.
Bir aşka özendim ömür boyu bir de
ölüme.
Aşkı ölüm bildim bileli hep sevdim
derken sevip ölümüne şahit oldum, yalnızlığın miri idi hep şahit tuttuğum.
Öptüğüm ekmeği sakladım ve bayat
satırlara doğradım ekmeği.
Ekmek gibi kutsaldı sevgi ve şiir
gibi yoksundum.
Yok olacağımı bilsem de yazdım ve yazdım
ve sevdim üstelik üstünde mısralar yazılı ekmek dilimlerini hayallerime katık
yaptım.
Aşk kutsaldı ve sen ve zehir zemberek
ahalisi dünyanın susamıştı nefrete.
Mimlendim, mil çektiler gözlerime.
Sonlandım ansızın zira mecburdum ve
bir ıslık eşlik etti ben mezarlığa her yolum düştüğünde, sevdim mezar taşlarını
üstelik korkmadığımdı ölülerden bana yansıyan: ne canım yandı ne canlarını
yakabilirdim.
Bir hutbede saklıydı azmim.
Bir surede sen tadı vardı.
Annemi öptüm geceden sabaha aslında
eremediğim aydınlıktı yine kundaklanan saf hayallerim.
Öykündükçe zıpkın yedim ve vuruldukça
on ikiden, bire düştü yenilgim zira aşktı istikbalim ve naaşımdı şiir
yazmadığım gecenin sabahına erecek olan.
Başım göğe mi erdi de sustum?
Yoksunluğum kap kaçlara mı esir düştü
de varlığımı unuttum?
Unutuldum defalarca ama unutmadım.
Uyutuldum bir ömür ve esir düştüğüm
gazellerde yendim korkularımı ve kaygılarımı.
Aslıma ihanet etmeden sessizce sevdim
ve okşadım başını gecenin yine kuytuların mihrabı satırlarda, ben bir meczup ve
esir düştüğüm acılarda konaklayan o çocuk yanım yine esaret zincirine müdahil
olup da esaretimden gocunmadığım.
Selamı kesmedim hayattan.
Bir düş çukurunda girizgâh belledim
aşkın üslubunu ki katmersiz hicranımla belki’lerimi son bildim aslında her son’u
da yeni başlangıç.
Tünediğim dalında makamsız
sevdaların, yol bildim yüreğini yine geceden ırak bir yalnızlık asla dilemedim.
Şerh düştüm biteviye.
Sefil nidalarımla avundu evren;
sefaletin güzergâhında şefaat düşkünlerine acıdım oysaki bendim gözlerinde
anlamsızlığın rahlesi.
Büyüdüm işte hem de bir gecede
büyüdüm.
Büyüttüklerimden de asla hicap
etmedim zira ben ölü acıların annesiydim üstelik vefayı ve hüznü elden
bırakmadan özendiğim insanlığın alfabesinde son bir harf olmaktı adı otuza
çıkan ve kendi lügatimde yirmi dokuzuncu harf olmayı reddettiğim yine yüreğin
istilasıydı yazmakla ölmek arasında seçim yapmakta zorlandığım.