El’in getirdiği düzen daha monarşi döneminde yetmemeğe başlamıştı. Nasıl yetsindi ki... El'in getirdiği sistemde görüldü ki biri yiyor yüz biri bakıyordu. Mülkü olan balın da sahibiydi. Balı kovandan çıkarıp kaba koyan köle parmağını yalıyordu. Buna karşın El sistemi seçilmiş olan şanslı kullara yetiyordu çok şükür... (!)
Bu ikilem (dilemma) karşısındaki parmak yalayıcıların; çok heyecanlandıkları yerde de avantacılar tarafından kendilerine yapılan vaadi hatırlıyordu. Vaadi anımsamasıyla birlikte hiddetini sınandığına, sınava çekildiğine verip estağfurullah çekmesi ile şeytan iğfalini bastırıyordu!
İnsanın düşünmesi her yerde kıskaca alınmıştı. Her şeyi bir başkasının avantacı mülk sahibi olma, kurgusuna göre düşünüyordu. Böyle durumlar içinde kişi düşüncelerinde kırpma ve süzgeç devreleri düşünce sistemi içinde devreye giriyordu.
Davranışlar kırpma ve süzgeç devreleri nedenle kendi üzerine kendi etkisi olmakla; "asi olmamakla", "sınava çekilmekle", "şeytana uymamakla", "Salih kul olmakla" vs. kırpılıp sığaya çekiliyordu.
Dikkat ederseniz avantacının mal-mülk, kâr sahibi olması somut ve gerçek iken onu meşru eden köle davranışları hep soyut söylemlerin vaat ve ecri (sevabı) şeklinde bir iyi huylu metastazdı. Uyuşturmaydı (afyonlamaydı).
Avantacılık aklına uymuyorsa köle kişi ya kul korkusundan ya El korkusundan aklını avantacıların avanta edinmelerine uygun olan "iyi huylu düşüncelere" göre uyduruyordu. Salih kullardan oluyordu! Böylece daha bir teslimiyetçe tevekkül içinde olup sadakatinin sınanmasına olan uysallığını gösteriyordular!
El'in getirdiği düzen neye göre yetmiyordu? Üreten ilişkiler üzerinde üreten harekete ve üretim hareketine yetmiyordu. Sahipliği olmayanlara göre yetmiyordu. İlk başlardaki "kolektif hafızalı", "kolektif düzene" göre olan kıyaslardan yapılan anlaşılmaya göre yetmiyordu.
Ut Napiştim de Nuh tufanının da bu ilk elden hafızayı silmeye henüz gücü yetmiyordu. Ama neticede o günlerde tartışılan El anlayışı; efendiler tarafından sahiplik iyelik olarak söyleniyordu. Köleler tarafından sadakat, tevekkül, biat, kader, hidayete erme gibi bambaşka gözle söyleniyordu.
Gücü oluşanlarla, güce teslim olanlar bir ahit içine girdiler. Gücün baskı ve basıncı yanında gücü gösterip "güçsüzlerdeki güçlü olma eğilimlerine" hitaben "böyle güçlü olmak istiyor musunuz?" sorusunun karşılığını "sabredenlerden olun" diyen vaade dönüşmesi, teslimiyeti çabuklaştırdı.
Oysa hayat ortaya çıkarken hayatın önünde sabretme, ya da sabretmeme gibi tevekkül etme ya da tevekkül etmeme gibi durumlar yoktu. Kimse hayata kırdaki otlara dokunma, ağaçtaki meyveye yaklaşma, sabret, tevekkül et demiyordu. Ama ne olduysa oldu. Üreten sistemin gelişmesiyle birlikte insana sabret tevekkül et deniyordu!
Ne bile hayat böyle durumlarla yüz yüzeydi ne de hayat böyle bir belirleyici etki durumlarla karşı karşıyaydı. El içimize konan iyi huy denen bencilliği kolektif bilincin üzerine çıkaran metastaz düşünce ile El anlayışı meşrulaştı.
Meşrulaşmalar karşısında eski ve temel olan inşacı somut özne nesnel hafızalar silinecekti. Eski yaşam şekline göre ortaya çıkan sefalet zülüm karşısındaki travmalara göre söylenen Nuh tufanı da para etmiyordu. El kendi getirdiği düşüncede boğuldukça insanlara öğüt ve vaat veriyordu.
Bu öğüt içinde "El yolunda savaşın (El'in sahiplik mülkünü büyütün). Savaş yaptıklarınızın kanı, canı, kadını kızı, çoluğu, çocuğu size helaldir diye vaat ve öğüt veriyordu. Bunlar ganimettir, ganimetten size bir pay vardır diyen El, ölçüyü ve barışı kökten tırpanlıyordu.
Hele de El iman ahdiyle oluşan ilk nesillerin ortamdan çekilmesinden sonra, geçmiş hafızasını kaybeden yeni El inanıcısı olan nesil; yetmeyen bu El anlayışını, canı kanı pahasına kutsal ilkeler olarak korunacaktılar.
İlah kolektif düzeni olan bir alan içinde "herkesin üretim gücü sahipliği üzerinde; herkesin işi, aşı olan ve kişisi emek gücünün sahibi olmayı gözeten kendiliktir. İşte İlah böyle bir düzeni içindeki ilahi kurallarını meşruiyetle söylüyordu. Daldaki meyveyi yiyorsanız bu meşruiyet değildi.
Daldaki meyvenin oluşum sürecine bilgi ve emekle katılıyorsanız, meyveyi sizin kolektif yemeniz meşruiyettir. Dal sizin totem alanınız içinde olmakla korunan totem alanın yararlanışına açık bir etki girişme durumdur. Siz o ağaca bakarken, biri sizin güvenliğiniz için tetiktedir.
Güvenlikçi kişi sizin kendiniz için kendi güvenliğinizi sağlamaya çekileceğiniz zamanı size, ağca bakma zamanı olarak sunmuş oluyordu. Yine bir diğer kişi de yavru bakımı yapıyor olmakla sizin yavru bakımına ayıracağınız zamanı ağaca vakfetmeniz uğruna size hizmet etmektedir.
Aynı şekilde güvenlikçi de ağaç bakımına ayıracağı zamanı, çocuk bakımına ayıracağı zamanı bakıcı ve meyve üretici sayesinde güvenlik işlerine ayırır. Ha keza çocuk bakıcısı da aynı gerekçelerle kolektif belirlenir. Yani ağaca bakım işinde bir kolektiflik vardır. Korunmada bir kolektiflik vardır. Yavru bakımında istesek te istemesek te bir kolektif katkı ve sinerji vardır.
İşte bu kolektif başlangıç dediğimiz totem alanın ağacı ile ve totem alanın ortaklaştıran yardımlaşma sağlatması ile ve yine alanın kolektif tükettirmesi nedenle süreç meşruydu. Meyvecilikle süreç sağlatan emekler olmakla yerine üreten emekler üzerinde sağlatan emeklere dönüşmüştü.
Oysa El daha baştan ve süre gelen "herkesin kolektif sahipliğini değil de kimi şanslı kişilerin kolektife ait olan "üretim gücü" sahipliklerini söylemekle meşruiyetsiz olmuştu.
Tabii ki El'in getirdiği düzen, "El adaletine" göre olmakla sadece El'e yetiyordu! El'in kendi fiili eylemleri içinde kimine mülkten pay verip kimine mülkten pay vermediği keyfi takdirine göre olan bir durumla kurallar çekilmişti. Herkes payını almıştı.