Zamanı ve insanı tanımlamaya dair…
bir cümlede kayıtlı şifre lakin hangi cümle ve hangi kayıp şifre?
Gönül seyyahlığının tasviri belki de
beyhude bir sevgi derlediğimiz ömrün güncesine serdiğimiz kadar serildiğimiz.
İkircikli iklimler, yine doğurgan
acıların tecelli ettiği o yarımadada tutsak kaldığımız.
Kaybolduğum kör nokta.
Zamanın devrik bir günü bir de
irkildiğim o devasa sancı.
Yüreğin makber bellediği sevgilinin
güncesi aslında satırlarda izdihama sebebiyet veren sonra da ayıkla cümlelerin
taşını hani olur da arkamıza serptiğimiz her pirinç tanesini gören kuştur
kendini gönül ambarında addeden.
Sıcak bir Temmuz gününde sabaha
yağmurla uyanmak ve korkmak sadece korkmak… neyden değil de neyin neye vesile
olduğu.
Sayısız insan ve yüreğin tarhında
arpacı kumrusu gibi tünemiş değişken mizaç her yürekten nemalanmak nasıl da
uhrevi bir coşku sunuyormuş dercesine.
Mevsimlere sığınmak tabiri caizse
insanların iklimsel mevzusuna tanık olup kendimizi sorgulamak.
Bir deyiş, peşi sıra sürüklendiğimiz.
Bir yakarış yine aşkın hacminde soyut
bir resim kadar somut gerçeklerden nemalanıp da adımıza ve şanımıza yakışır
şekilde yaşamak.
Dürtüler.
Duygular.
Düşünce balyaları.
İnsan izlekleri.
Ve biz: sadece biz: sadece ben,
demeden çıkmak yola ve her halükarda sözü dönüp dolaştırıp kendine getirmek.
Tezahür eden sayısız iklim yine
seyrine doyum olmayan lakin korkuların tutsağı olup kendimizi geri plana
çektiğimiz.
İşe yaramayan pek çok şey: mesela bir
duygu iken içimizde nakşeden ve bir insan iken sevmeye değer derken yorgun mizacın
takıldığı o taş yüzünden sevgisizlikten nemalandığımız.
Gün de uzun ömür de.
Sevgi de sonsuz acı da.
Dilden dökülen neye yeter ki lakin
yüreği teyellediğimiz illet bir alışkanlık konuşma güdüsü.
Israrla sevmek ve ısrarla bağlanmak
derken nükseden o kısa süreli sessizlik aslında boşluğu kurguladığımız aslında
içimizde yadsıdığımız belki de bizi yok sayanlara hürmet edip sessizliğe
büründüğümüz.
Kelamın nicesi ve sevmelere dair.
Sevginin de güncesi kendimizi
alıkoyamazken.
Ne çok insan ne çok yanılgı ne çok
geri dönüşümü olmayan ve bomba etkisi yaratan duygu ve bizi tek geri çevirmeyen
yine rahmetine ve varlığına vakıf sulu sepken yağan rahmeti kucaklayıp yine
İlahi Aşka mazhar olmanın verdiği o şevk derken büründüğümüz huşu ve huzurun
güncesi.
Yanılsamak mümkün hele ki söz konusu
insan doğası ise.
Sevmek katmanlarla ölçülmeyecek bir
farkındalık hele ki ulaştığımız o kapıyı ardına kadar açan İlahi Gücün de
vesile olduğu bir mutluluk güzergâhına düşmek aslında aslımıza kavuşmak ve
varlığımızın da ne denli ufak bir zerreden ibaret olduğuna bir kez daha vakıf olmak…
gerçi Kaf Dağının esintisi ile üşümekten de geri koyamadığımız o kaçış ve illet
bir duygu adına hicap denilen.
Ayın şavkı.
Yüreğin kozası.
Aşkın ikramı.
Ne çok vesvese ne çok yanılgı ne çok
kayıp ve sevdiklerimiz ve vermeye doyamadığımız sevgimiz…
Bazen bir götürü eğer ki yanlış
insana denk düştüysek.
Ama genelde bir coşku yine telaffuz
ettiğimiz iklimin adı maneviyatla tümlenen duygu ve yürek işçiliğin de en büyük
kazanımı ve verimi yine nüktedan bir dokunuşla bizler bir şekilde içimizdeki
şerri öldürüp sadece güzelliği ve aşkı kutsayan o coşkuya eşsiz bir açılım
getirmiş isek.
Günler gelip geçen mevsimlerin
fıtratına uyum göstermek adına bizler yine gövde gösterisi yaptığımız bunca
vecize ile nasıl da kırağı çalıyorsak yazın tam da ortasında ve aşkla hüznün
kesiştiği o minvalde görmeden haiz olduğumuz güzelliklere ve bilinmeze gerçek
manada sahip olmayı diliyorsak yürekten yeter ki; umudumuzu ve güven duygumuzu
yitirmeyelim.
Değişken mizacın belki ayrımcı
duyguların diline biat bizler yine esiyoruz gün ve gece sonramız meçhul olsa da
insan tabiatına en uygun terennüm göğü selamlayıp hazır ol’a geçtiğimiz tüm
manevi yüklemler bize bir bir sunuyorsa özlemi ve öznesi olmamız gereken
duyguların da rıhtımında gelip geçici bir tanı dahi koyamazken ve adına insan
denen rahlede bizler tüm duygu birikimlerini bir çırpıda yok sayıp, eriştiğimiz
o boyutsuzlukta kuytulardan çaldığımız bir şarkıyı dinliyorsak hele ki
inhisarında kıblenin bizlerden çaldığımız değil de bizleri bize katan ne çok
ulvi gerçek ve farkındalık yeter ki adını doğru koyalım insanlığın ve sevginin.
Zaman tensiye etse de dünü biz
rahmetle anıyoruz veballerini artık hangi gerçek dışı ikilem ise tek ayak
tünediğimiz yine yüreğin ikbali.
Anaç bir yürek sesi, dokusunda
hafızanın kayıtlı aslımıza sirayet etmek adına deştiklerimiz.
Kayıtsız ne çok doküman lakin
istifleyip de unuttuğumuza dair bir inancımız olsa bile sunulan değil mi
bizlerin söylemekten ve yakınmaktan geri durmadığı.
Günler bir de perdeli gerçekler
torbaya girdi gireli daha bir suskunuz belki de imtina ediyoruz yine doğurgan
acıdan nemalandıklarımıza toz konduramazken…
Tahliye ettik edeli mutluluğu ve o
rugan çatı aslında ayağımızdan çıkarmaz iken yalın ayak peşine düştüğümüz
kırmızı ve çılgın şaşalı dünlerimiz gerçi geçmişin fevri ve ikilem dolu
yapısında hangi minvalde olduğumuz şüphe götürür, demekten bile aciz…
Kaynakçamızda ne çok hatırat yine
gönül gözünde iri bir sivilce görüş alanımıza girenleri görmekten alıkoyan.
Yalanlar nifak soka dursun…
Bizler yaralarımızı deşip…
Sevip de hicap yüklü bir söylemle
nakavt olduğumuz…
Ah, örtülerin altında saklı onca
kehanet bir de pervasız düşlerimiz bazen sıdkımızın sıyrılıp kötümserlik iken
peyzajında yüreğin en siyah kâbus.
Göreceli bir ihanet yine iddia edip
kendimiz bile inanmazken sonramız meçhul hele ki o girizgâhta bizler yaftalanan
masumiyeti bile yediremezken kendimize ne de olsa saf addedilen bir küçük
çocuktan hallice bir yetişkin olmaktan haz ettiğimiz.
Tahakkuk eden duyguların ikbali söz
konusu bir maharet ya da bir yanılgı ve peşi sıra noksanlıklarımızın bizler
hala hibe ederken içimizdeki yalanları onca pejmürde yüklemi de bağrımıza basıp
emir kiplerine doyamazken.
Hazin bir realite kanıksanan belki en
ihya edilesi tantana.
Zabıt memuru uyuklarken her perde
arası…
Yürek tortusunu süzemezken ölüm
öncesi…
Deşifre edilen bir yalan yine bela ve
duanın karşılaştığı o sapakta hangi namert isyanı affeder ki yüce Yaratıcı?
Bir kinayenin muhatabı; bir yüreğin
dokusu; bir kanıt dışı ihtimalde kör nokta aslında bizler nokta atışı
yaptığımıza kani lakin körebe kimliklerimizi de su yüzeyine çıkarmaktan geri
durup hala şakıdığımız belki de karga gibi yalanlara bata çıka pislikten
arınmaktan dahi aciz olduğumuz…
Bir sabahın yetisi.
Bir gönlün tahayyülü.
Bir iklimin nakşettiği o pervasız
meyve bahçesi.
Ilıman bir iklim olsa da sevgi yine
acıyı ve özlemi de bir şekilde en tepeye yerleştirip bizleri ölümüne suskun ve
yalancı meyleden hangi bilinmeze konuşluyuz da saf tuttuğumuz tarafı göz ardı
edip mütemadiyen yön değiştiriyoruz?
Sevginin en makbul açılım olduğu
gerekçesini kim sunar ki meleklerin kanatlarında yolculuk yapmayı arzu eden o
güzel yürekli mizacın da bir sunumu iken gönül yarası…
Hakkıyla yaşamak bu olsa gerek: biraz
acı biraz yanılgı ve bol miktarda özlem belli ki desturu sevginin ve
insanlığın…
Büklümlerin esiriyim yalnızlığın da
ilahi sancısı: bir dünümle iştigaldi bu gün yarınsa akla zarar hangi verimli
acımı sahipleneceğim kim bilir?
Bir tasvirin özetiyim yine geniş
ölçekli bir güzergâhta ben nokta atışı yapmak adına karambola giden
kırgınlıklarım.
Özrümde saklıyım bir de henüz
söylemediklerimde; sonramla yükümlüyüm bir de öncemden arakladıklarımla bir
şiiri daha budama telaşım.
Yanan yüreğin bağında salkım salkım
özlem: zamanın kursağında lanet bir açılım: bir ölüme methiyeler dizdiğim bir
de makberimi kurcalayıp hala doyamazken hayata gözlerimi yummak.
Safi acıdan çıkıp da yola.
Güneşi satan bir yıldızdan alacaklı
olsam da.
Bir ay’a dokunma ihtiyacım bir de
sevginin merhalesinde; sevgi kazan ben kepçe misali karıştırdığım o limitsiz ve
fevri coşkum.
Bir külfet olsa da yaşamak… demeden…
dedim bile… belki de geri dönme şansı yakalamak adına…
Destursuz bir girizgâh belki de
yazgısı sonlanmamış.
Yalansız bir seyir sabahla buluşmamış
şehir.
Konakladığımız kadar kovamadığımız ve
sil baştan; hayata yeniden başlayalım cumhuriyeti.
İyi de neyin derdi ile iştigaliz ya
da biz mi seçeceğiz sevdiklerimizi belki de rahvan bir duygu ile tepeden
ineceğiz mutluluk şehrine.
Yaftalanmış yürekte katmer katmer
açan gül; gülden kasıt bir isim; bir isimden çıkıp da yola yüreğime batan
dikenlerim; bir yürekten çıkıp da yola varmayı beceremediğim o kayıp yaka; bir
yakadan diğerine seken bir serçe kadar cılız ve eksik ve yetim bir söylem
nezdinde sahiplendiklerimizle sahiplenilmeyi arz ettiğimiz gibi bir iddiamız
ise asla yok iken…
Yokluğun tantanası; varlığın hicvi
sanırım derdimiz tasamız bir öykünmede saklı mazeret.
Güncemizi serelim aslında
eteğimizdeki taşlarla bir ana yol yapalım ve ıslık çaldığımız her manevrada
evren bizi kutsasın.
Zorla değil ya… zor da olsa
yaşayalım.
Zamanla… yol alıp yoldan çıkmadan
aslında kimseyi yola getiremezken ve yüzleşelim kendimizle.
Bir mucize babında madem her hikâye
ve her şiiri de yoldaş bilip bir de kayıp ve yorgun atlasına evrenin bir çatı
kuralım; adı baht olan ve kazanımı o ulvi coşku neticesinde yeniden solumaksa
aşkı ve hayatı…
Cüret ettiğimiz kadar insanız madem
belki de tam tersi ve içimizdeki o usul kuşun kanadına bir dokunalım yavaşça
eğer ki cıvıldamıyorsa bizden değildir, deyip de her şarkıyı yuva bilelim; her
yuvayı mahrem ve mahremiyeti de elzem hele ki içimizin dokusunda kıpraşan umut
sayesinde bizler yeniden kavuşacaksak o kayıp özgürlüğe: adı kadın; adı çocuk;
adı aşk; kısaca adı umut…