Var tarlada, bağda, bahçede, üretimde
Bir kişiyle on kez soluklanmayı diyecek
Var bir üreten kişinin etrafında
El takdirli rızkla bu dokuz soluğu dokuz yiyecek
Üretim hareketi içinde yetişen bir ürün dünyanın bir ucunda alınıp dünyanın diğer ucuna götürmek için üretilmiyordu. Böyle bir üretim hareketi başlangıcı yoktu. Gruplar arası takas ortaya çıktığında da gruplar kendi ürünlerini takas noktasına taşıdılar. Üretim ticaret için yapılmıyordu. Yani ticaret hiç olmasa da üretim ilişkisi ve üretim hareketi zaten zorunludur.
50 kişilik bir grup üretim ilişkisi içinde 50 kişisinin kendi doymaları için belki de 20 kişinin çalışması olan kolektif hareketle patates üretir. Diğer kişiler yardımlaşan bir organizasyonla bakıcıdır. Gözcü, bekçi, haberci, koruyucudur. Diğer yandan çocuktur, yaşlıdır, hastadır vs. Organizasyon kolektif etkiydi. Kolektif etki olmadan üretim hareketi yine de kolay kolay başlayamazdı.
50 kişilik grup kendilerinin beslenmesi için bir birim çalışıp, bir birim üretmiş olsunlar. Karşılarında da buğday üreten 60 kişilik bir grup olsun. Onlarda aynı biçimde 60 kişiyi besleyen bir birim ürünü, bir birim çalışmakla üretiyor olsunlar. Bu gruplar ürün takasına girdiklerinde, patates yetiştirenler karşı grubun da doyacağı kadar patates ve karşı grubun da doyacağı kadar buğdayı karşılıklı değişecektirler.
Böylece ilk etapta niceli zaman ve niceli ürün değerlerini göz önüne almadan karşılıklı bir mütekabiliyet içinde değişime gireceklerdir. Yani üreten her bir grup karşı grubun da tüketeni olmaktadır. Her grup bir birim kendileri için çalışıp bir birim kendileri için üretirken şimdi bir birimde karşı grup için çalışı bir birim tüketim nesnesi üretmektedir. Yani her bir grup iki birim üretmekle hem kendi grubu doymakta hem de bir birimi karşı gruba verip onlardan buğday almaktadır.
Takasla olan süreç içinde gruplar arası üretim bağıntılı girişmeler olmakla, bu tür üreten girişmeler üretim (sektör) hareketiydi. Böylece iki birim çalışıp “iki birim patates üreten grup”; bir birim patates ve bir birim de buğday tüketmekle; çalıştığı iki birim ürünün bir birimini yine patates olarak tüketirken diğer bir birimi olan 2. birim patatesi buğdayla değişilmekle
Patates istihsali yapan grup ürettiği 2. Birim patatesin karşılığında bir birim buğday tüketir. Yani 2. Birim patatese karşılık farklı bir kullanım değeri ile başka bir ürün tüketmiş olur. Bu demektir ki iki birim patates üreten grubun hiçbir emek gücü kaybolmadan yine iki birim ürün tüketiyor demektir.
Bu durum mütekabiliyetti. Kabaca bir şeye karşı diğer şeydi. İki birim patates üreten grubun şimdilik iki birim zamana bağlı zaman nicelim farkını ve tüketilen nesnelerin niceli birim farkları oluşunu saklı-rezerv-mahfuz tutuyoruz. Her bir grup iki birim üretip iki birim tüketir.
Ne ticaret için yapılan üretim var. Ne kâr için yapılan üretim var. Ne üretim için finansman var. Zaten biriken artık depo enerji, kolektif güç ve kolektif etki ile sistem kendi kendisini finanse ediyordu. Ne mal mülk benim diyen sahipler vardı. Ne rızkı ben verdim diyen sahip vardı. Ne de “El razı olsun deyip; kaderleri El takdir etti. Rızkı üzerimize El saçtı. Bu bir kaderdir. Bu üzerimize bir fıtrattır diyen vardı.
Kervan yolda dizilecekti. Yani eksiğiyle birlikte bu doğru başlangıçla, doğru giden işleyişler El tarafında rayından saptırılacaktı. Üretilen bir patates karşı taraf üretici olan tüketicilerle takasa girmeden önce ticaret denen tuzaklara takılıyordu. Böyle bir ihtiyaç varsa, bu hizmeti kolektif etki ile sektörleşirlerdi.
Üretim kâr kavramıyla başlamamıştı. Ama üretim unsurları içine giren hizmetler kâr amacıyla ortaya konabilir sömürü olunca ticaret kâr yapmak için ortaya konmuş oldu. Üstelik te kârın onda dokuzunun ticarette olduğunu kim, nasıl ve neye dayanarak belirliyordu.
Tacir malı alıyordu. Ticaret adı altında belli bir avanta kârla söz gelimi eniştesine devrediyordu. Enişte de bir karla malı hala oğluna devrediyordu. Hala oğlu da komisyonunu alıp malı bacanağına veriyordu. Bacanağı makul bir kârla malı kuzenine devrediyordu. Böylece bir mal üretim hareketi içinde (dolaşım içinde) tüketiciden önce birçok asalak kişinin kazancı oluyordu! Üreten değil asalaklar ekmeği taştan çıkarıyorlardı!
Böylece bizim örneğimizdeki patates dokuz değil de beş el değiştirmekle beş kat katlanıyordu. Patates yine bir birim grup emeğine karşın yine karşı taraftaki bir birim grup emeği ile takas oluyordu. Tarlayı işlemek için. Tarlaya patates ekmek için. Patatese bakım yapmak için. Ve ekilen patatesin hasadı için tarlaya gidenler de “tarlaya bir emek ulaştırma hizmeti yapıyorlardı. Ama bu üretim öncesi ve sonrası hizmet üretime dahil ve üretimin şartları içindedir. Ne dayı başı olmak ne tüccarlık ister.
Bir birime bir birim ürün takası mütekabiliyet olurken; Takas yerine üretmeyen asalak olan geçecekti. Zaten üretimin içinde olan hizmetle gerçekleşen takas işindeki gruplar arası girişme bağı koparılacaktı. Kopan bağ araya giren soğuk kaynak tüccarlarla yeni bir garip bağ girişmesi yapılacaktı. Araya ereği kâr olan kişi ve kişiler giriyordu. Kârın onda dokuzu ticarettir diyen mantığa göre araya on kişi girer.
Mütekabiliyeti esasa göre bir birime karşın bir birimle takas içinde olacak ürünler, asalak soğuk zincir nedeniyle dokuz kat el değiştiren patates bir birim de karşı grup tüketici için olmakla on kat çalışmaya mal oluyordu. Mütekabiliyet esasına göre bir grup on birim üretiyorsa karşı gruptan da on birim başka bir tüketim nesnesi alması gerekiyordu.
Oysa on birim patates üretmekle on birim buğday tüketmek yerine yine bir birim buğday tüketiyordu. Aradaki dokuz birim artı emek gücü patates ve buğday kâr yaptım diyen tacirin asalaklığına dönüşme oluyordu. İşte kutsanan, adalet olan, doğru yol üzerine olunan denen ticaret buydu!
Karşılıklı mütekabiliyet esasına göre üretilen bir birim ürüne, bir birim ürünü esas alan gerçek ligin arasına kendisine rızk verilenler ya da mal mülk sahipliği olanlar veya kâr yapan tüccarlar olmakla araya üretmeden tüketen soğuk zincir kaynağı giriyordu.
Tacirler o soğuk zincir içinde beş kişi ise hem buğday tarafını alıp satarken beşe katlıyorlardı. Hem patates üretenlerde patatesi alıp buğday üretenlere verirken patatesi beş birime katlıyorlardı. Böyle olunca da tacirler on birim tüketiyorlardı. Her bir tacir ailesi 5 kişi olsa 25 kişi on birim tüketiyordu.
Diğer yandan mütekabiliyete göre 50 kişilik grup ile 60 kişilik grup ikişerden dört birim üretiyorlardı. Ve her bir grup iki birim tüketiyorlardı. 25 kişilik tacir grubu on birim tüketiyordu. Rızk buydu. Adalet buydu. Tevekkül edilen buydu. Ahit buydu. Biat buydu. Vaat te sömürülenlerin de efendiler gibi on birim kazanacaklarıydı!
Bu soğuk kaynak yapanlar iş veren oluyordu. İşini bilen oluyordu. Sermaye sahibi oluyordu vs. Çünkü bizler “kolektifin beynini ve gücünü” rızklarıdır diye efendilere vermiştik. El ahdiyle de bunu onaylayıp kabul etmiştik. Bu rızayı kendimize eksen yapmıştık. Bu taksimi meşru bulmuştuk. Efendiler de çalışan iş bilen, iş bitirenler olup bu tür afyon söylemlerle biz onları ulularız. Efendiler akıllı gibi gözükseler de efendilerdeki akıl hep “kolektifin beyni ve kolektifin üretim gücüydü”.
Birbirine sektör hareketi olan her bir grup terazi kefesi gibi bir sekans hareketi ile çalışır. Kefeler bire bir mütekabiliyetçe üretim yapmanın denkliği ile dengeye geliyordu. Tacirler kefeleri daima dengesiz tutmakla da kâr yapıyorlardı.
Bu kez kendisini çağıran üretim tüketim çevrimi içindeki ikinci aşamada bu kes de birinci üretici karşı ürünü almak için karşı tarafa ilkteki gibi bir birime bir birim mal vermek yerine bir birime “on birim mal” üretip vermekle, karşı tarafın ancak bir malını tüketiyordu.
Çünkü bu kes de karşı tarafın ürünü size ulaşana kadar, dokuz tane asalak maliyeti devreye girmiş olmakla, size olan maliyet artıyordu. Siz bir birim ürün üretip bir birim maliyet tüketiyordunuz. Oysa asalaklar hem sizin üründen hem karşı tarafın ürününden asalak maliyeti kazanıyordu! Geriye kalan 18 ürün mal asalakların utanmadan söyledikleri “kâr marjıydı!”
Mütekabiliyeti olandan tacirler kâr kazancı çıkardılar. Hiç çalışmadan dokuz birim ürünü dokuz kişi yiyecekti. Bu El’in rızk dağıtma adaletiydi (hilesiydi). Kâra hile diyemediği için adalet diyen şaşırtma ve uyuşturma olan bu tür sözcükleri kullanıyorlardı. Adalet üzerine olan işlere bir bakın hepsi alabildiğine hile ve tuzaklarla dolu. Çünkü bidayetinden beri kurulan El sistemi bir sömürü sistemidir.
Şimdinin köleci yapının içinde olduğu katakulli durumuna göre söylenen “doğru yol üzerine olmanın” suçluluk psikolojisi geçmişte bugüne doğru yol üzerine olunmamanın bilinç altı olmakla gizlenenin ip uçlarını da ele verir. Zaten anlatımlarına da eskiyi kendine göre yamultmayı söyleyen örnekleriyle söze başlarlar.
Kolektifi mütekabiliyet içindeyken yok olanı anıcı anlatımlar hep, El’in ağzında kendilerinin negatif tasvirlerini, kendi öncesine eğri yol diyerek kendilerini kurtarma gayretinden başka bir şey değildir. Doğru yol üzerine olma anlatımları anlatılan hikâyede yel esmiş fırtına savurmuş olmakla anlaşılan bir şeydir.
Oysa sömüren köleci sistem ve doğru yol denen kolektif
etkiyi ortaya koyan alanının çarpıtılmasıydı. Kolektif etkiyi hatırlarsak, kolektif
alandı. Kolektifin gücüydü. Kolektifin sinerjisiydi. Kolektifin bina araç
gereç, bağ, bahçe tarla, bilgi ve bilgi teknolojileri gibi süre durumlar içinde
birikmekle billurlaşan kolektif emek gücüydü. Her bir kişi çalışanlarına karşılık gelen bir
tümle nişlere (hizmetlere) atıf bağ girişimleriyle beliren durumlar da üretim
faaliyetini oluşuyordular.