Doğanın, doğaya bahşettiği zenginliklerden kimi ürünlerin genetik şifreleri içindeki kimi parçalar çıkarılıp başka bir ürünün genetik malzemesi içine aktarılmaktadır. Buna da patent hakkı alınmakla artık o ürün o şirketin yani El'in kullanım, takdir ve tasarruf rezerviydi.
Bu usule genetiği değiştirilmiş gıdalar (GDO) denir. Bu işleme, tohum yenileştirmesi-ıslahı, melezleme, kırma ya da hibrit iş, denir. Farklı genetik parçaları bir genetik havuzda birleştirme işidir. Ya da farklı iki tekniği bir sistem içinde birleştirme işidir. Görünüşte verimlilik ve kalite bakımından iyidir.
Ancak bu hibrit ürünlerden yeni tohum elde edemezsiniz. Eski teknik doğal tohumlar yok olacağı için eski yönteme baş vurma yolları da ortadan kalkacaktır. Bu nedenle üretici şirketlere (El’lere) mideden bağımlı olacaksınız. Tanrı’nın ürettiği genetik oluşla doğal tohuma insanlar patent alıyor iyi mi?
Dahası bu ürünler insan sağlığı için hayli zararlıdır. Kronolojik hastalıkları oluşuyor. Karın şişliği ve karın gazı önü alınmaz hızla artan şikayetler oluyor. Obez oluş, diyabet, kanser gibi tetiklenişler yine önü alınmaz bir biçimde ortaya çıkmaktadır vs.
Hiçbir şey bizim için yaratılmadığı için esasında hiçbir ürün bizim beslenme (enerji elde etme-enerji işleme ve enerji değerlendirme) kodlarımıza uymazlar. Şimdiki uyum ve ağız tadımız da bu nizamın ve nizanın (uyumsuzluk çekişmesinin) yüz binlerce yıllık uyumu sonunda ortaya çıkmış haliydi. Biz dünya algısını bu uyum sürecine göre yaşantı kılıp, yorumluyorduk.
Bu durum kısmen doğru olmakla beraber bir aldanış ve aldatıştı. Oysa süreç bitmiyordu bitmemişti. Hiç bitmeyecekti de. Beslenme içindeki bir değişme birdenbire olmadığı için bir değişme ile tür içinde birilerini öldürüyorsa da diğer birileri de ayakta kalıyordu. Git gel süreçleri sonrası ayakta kalanlar bu değişimle mücadele etmeyi öğrenmiş metabolizmalar olup bu özelliği yeni jenerasyona aktarıyorlardı.
Yeni jenerasyon hiçbir şey olmamış gibi rahatlıkla bu değişimi geçirmiş besini tüketirken müthiş bir damak tadı da duyuyordular! Damak tadımıza göre olan yumurta(!) çiftlik yumurtası olmakla acaba neden damak tadımız olmaktan çıkıyordu? Çünkü genetiği değiştirilmiş besinlerle beslenen tavuğun yumurta genetik yapı malzemesi de değişiyordu. Bizim uyumsuzluğumuz da bundandı.
Bu nedenle kendi beslekler (ototroflar) dışında kalan organizmalar beslendikleri organizmaların toksit etkisini yok edecek bağışıklığı edinmenin git-gel süreci olan tanıma deney süreci sonrasındaki uyumla onlardaki depo enerjiyi kullanırlar. Yani hepçiller uzun evrim sonunda bu sürecin git gel yapan sınama yanılmaları üzerinde bir uyum ortaya koymuşlardır.
Bunun bilimsel izahı şudur. Bütün organizmalar milyonlarca yıl içinde evrim süreçleri ile içinde olduğu zamana göre bugünkü en doğal görünümlü düzenle oluşun genetik yapısı içindeki bu hale gelmiştiler. Ve bu yabancı toksit olan genetik malzemeyi besin veya enerji kaynağı olarak tüketecek organizmalar da besin olarak bunları vücutları içine alırlar.
Tüketilen bu organizmalardaki genetik değişmeye, otçul, heterof (etçil) ve hepçil tüketici beslekler de uyum sağlarlar. Bu uyum ve değişme nedenle otçul ve etçil beslenmedeki bir metabolizma değişim sistemi besin kaynaklarında oluşan değişime ayak uydurarak bu uyum milyonlarca, on binlerce yıl içinde ancak ortaya çıkarlar.
İşte günümüzde GDO’lu ürünlerdeki bu farklı genetik malzeme organizmanın tanımadığı yapı süreçler olmakla sindirilemeyen karın şişliği ya da gazları oluşturmaktadır. Dahası bu genetik malzeme doğrudan kana geçmekle bağırsak seleksiyonlarına takılmadan vücutta ve hücrelerde toksit olarak tahribatlara başlamakta vs.
Bunda ne var demeyin. İkinci aşamada devletler ıslah edilmeyen eski usul tohumların ekim dikimini yasaklamaları nedenle siz genetiği değiştirilmiş laboratuvar tohumları alıp ekiyorsunuz. Bu tohumlar bir kes ekilip bir kes ürün alındıktan sonra üremeyen kısırlaştırılmış tohumlardı.
Kolektif enerji olmadan siz kolektif bir alanı yalıtamadığınız gibi kolektif enerji ile üretilenleri de asla üretemezdiniz. Kolektif enerji günümüzde araştırma geliştirme tasarımlı bilgiler teknolojisi olan enerji türüne dönüşmekle, kolektif üretim de tekniği ile gerilerde kalmaktaydı.
Bu yapının temelinin kolektif oluştan geldiği gerçeği ile olan kolektif sahiplikle ve kolektif hak edişlerin pay almasını yadsımak değildi. Nasıl totem dönem ön ittifaklı dönem, köleci sistem geride kaldıysa tasarım ve bilgiler teknolojisine dönüşen kolektif enerji, kolektif oluşla bilgi teknolojileri üzerinde sürmekle sektör el bazda kolektif yeteneği kişi güdümlü yetenek haline vermektedir.
Böylece siz sektör kapasiteli; bilgiler teknolojili, şirket sahipliği içinde yapılan istihsal ile bu ürünleri bu laboratuvarda üretilmişini almak zorundaydınız. Totem gruplar meslekli işle üretim bilgisi olan patenti şimdi GDO üzerinde ürünün kendisinin sahipliği olmuştu!
Patent hakkından ötürü aynı tohumu siz de üretir durumda olsanız da o ürünü (mısırı siz) laboratuvar ortamında üretmek size yasaktı! Sanki mısırın genetiği milyonlarca yıllık evrimle doğada oluşmamış ta Cargell şirketi mısırın genetik inşacısıydı! Afrika’nın da olan mısır şimdi yalnızca Cargell’indi.
Böylece doğadaki tohumlar, güya ıslah edilmiş (GDO’lu) tohumların sürece yayılmış istilacı akışı içinde doğal tohum ekilmelerinin yasak olması nedenle de bu doğal tohumlar ekilmeye, ekilmeye yok oluyordu. Genetiği değişmiş tohumların sahipliği ve mülkiyet bilgi hakkı da şirketlerindi.
Bu oyunlar El sahiplik hakkı üzerinde oynanan köleci oyunlar olup sınır, kural tanımaz kâr mantıklı oyunlardı. Gelelim işin bir de diğer sakat yanına. GDO'lu (genetiği değiştirilmiş olan) ürün patateslerle beslenen farelerde on gün içinde görülen sağlığa dek bozulmanın karşılığı demek; on yıldan sonra insanda görülecek olan genetik bozulmaların karşılığı demekti.
GDO’lu yiyeceklerle beslenen farelerde daha küçük ciğerler oluşuyordu. Daha küçük kalp oluşuyordu. Daha küçük beyin oluşuyordu. Daha küçük testisler yumurta ve kısırlık oluşuyordu. Bağışıklık sistemi zarar görüyordu. Kök hücrelerinde yapısal değişiklikler oluyordu. Pankreas ve bağırsaklarda genişleme oluyordu. Boyun altı bezi ve dalakta yıkımlar (hasarlar) oluşuyordu. Karaciğer yağlanması ve midede yaygınlaşan oluşumlar ve tüm bunlar da kanser riskini doğuran etken ligi aşırı biçimde artıyordular.
Kavundan karpuza. Mercimekten pirince. Mısırdan buğdaya. Pamuktan incire. Elmadan armuda. Tütünden çaya. İneğin et veriminden süt verimine vs.ye kadar binlerce ürün ve işlenmiş ürünlerde hormon ve genetiği değiştirilmiş “DNA parçaları” kullanılmaktadırlar.
Örneğin büyüme hormonu verilen rBGH hormonlu etin, sütün yumurtanın içinde göğüs kanseri yapıcı prostat kanseri yapıcı; kolon kanseri yapıcı, Ciğer kanseri yapıcı oluşumları vs.nin tetikleyicisi ve yapıcısı olan IGFI HORMONLARI bu büyüme hormonu içinde bol bol bulunmaktadırlar.
Kolektif (ilahi) sisteme karşı bir suikastla yapılan ilk El sahipliği suikastı nasıl kişisi bencil oluşa hitapla VAATTE bulunuyorsa; günümüz tekelci sermayeli kâr mantıklı, kural ve sınır tanımaz olan El sahipliği de verimliliği arttırmak. Dayanıklılığı artırmak. Kaliteyi artırmak. Açlığı önlemek gibi masum ve meşru oluşların vaadi ile ortaya çıkıyordular.
Küresel efendilerin dayanıklılığı nasıl artırıp, sağlığı ve açlığı nasıl kaldırdıkları da umurlarında olmadan olup bitenler orta yerde durup duruyordular!
Bakın bu GDO'lu ürünler topraktaki madensel maddeleri hızla tüketiyordu. Ve sizler sadece o ürüne göre olan gübreyi de tıpkı tohumu üreten bu firmanın tohumunu aldığınız gibi yine bu firmanın gübresini de sizler sadece orada almak zorundasınız. Sadece o tohumda görülen özgün hastalıklar da bu GDO'lu tohumlarda gelişiyordu.
Bunun çaresi de yine tohumcunuz olan, gübre tedarikçiniz olan firmanın genetik bilgisine denk gelen o ilacı dahi sadece o firma bilmekle o firmanın ürettiği ilacı da kullanmak zorundaydınız!!! Böylece mideden bağlanmanın akabinde müthiş bir kimyasal zehirlenme de işin diğer bir cabasıydı!
Dahası başka bitkilerden alınıp kavuna, karpuza, mısıra vs. eklenen GDO denen o bitki içeriğine ve sizin metabolizmanıza yabancı olan DNA parçaları, vücudunuz içinde serbestçe dolaşıp astım gibi kronik hastalıkların ana kaynağını da oluşturmaktadır. Üstelik bu GDO'lu ürünler sindiriminizi oluşan metabolik sürçlerin de tanımadığı ürünler olmasıyla, bu ürünlerin sindirimi sırasında mide ve karın şişlikleri gibi sorunları yaşamanız bile kaçınılmaz oluyordu.
Doğada, doğa tarafında var edilen, bitki, hayvan, insan ve tohum gibi organizmaların yani zaten kendi oluşumların, hayatın, ya da yaşamın patent hakkı olmazdı. Kolektif yapının da ve kolektif etkinin de kişi sahiple patenti olmazdı. Doğanın sahibi olmazdı. Doğa, enerji olan bütünlüğü parçalı süreçler kılan oluşumların birbirine bağıntı olan yol akış meşruiyeti si olmakla doğa, her şeye her oluşmaya göre bir meşruiyet ve yapılanmaydı. Çünkü doğal etki, doğanındı. Kolektif etki de doğa üzeriyle kolektif ligindi.
Kolektifin malına, mülküne, emeğine “bu benim”. “Bu benim malın mülküm. Kolektifin sahibi de benim” diyene birine;” hayır bu hepimizin” diyememekten ötürü buralara gelmiştik. Tıpkı yaşamın, tohumun patentinin ele geçmesi gibi kolektif ligin ve kolektif etkili tekniğin, DNA’nın küresel efendiler elindeki bilim ve bilgi teknolojileri sahipliğine dönüşmesiyle, bilgi üreten ilişkilerde GDO'lu yapılmıştı.
Üreten ilişkiler de tıpkı kangren ve kanserli bir bünyenin anormal sürüklenmesine dönmüştür. Üreten ilişkiler içinde kimi organlar obez olup anormal beslenmekle otizmle silikleşmişti. Dört milyar insanla açlık sefaletin sınavı yapılıyordu! Afrika’ya yardım adı altında Afrika GDO’lu ürünlere ve pazar payına açılmanın nizası içinde (çekişmesi içinde) bağımlı aç ruhları oluşacak deneme sahasına dönüşmüştü. Hastalık ve açlık hat sefaya çıkmıştır. Zaten amaç açlık ve sefaleti önlemek değildir. Kâr eden sömüren mantık; açlıkla, sefaletle mücadele diye Afrika’ya meşru yoldan giriyordu.
El ilk ittifaklarını nasıl yapmıştı? Ne diyordu El: "İbrahim'e, Nemrut'a, Firavuna, Musa'ya mal mülk rızk verdiğim gibi size de vereceğim. Ama siz bu vaade karşın sabredeceksiniz. Başımıza gelen El'inizdendir diye rıza ve tevekkül göstereceksiniz. Ancak bu sınavı geçtikten sonra -işte bu senin dünyada sabır gösterme imanının karşılığı”- denerek sabredenlerden olanların ecirler verilecekti!!!
İşte El bunun ve bu vaadin ahdini; bu tür iman sözleşmesini sizinle yapmakla ne getirip ne götüreceği bilinemeyen köleciliğe sizi razı eden bir mukaveleyi sizinle böyle yapmıştı. Siz bunu bilip hatırlar olmaz iseniz bile işi sağlama alıyordu. Hatırlanmayan noktaya son noktalı dönüt olana “kalu bela” diyordu!
Şimdiki köleci efendiler mukavele olarak ne diyordu? Bol ve çeşitli ürün. Hastalıklara; çevre şartlarına dayanıklı ürün. Kaliteli ürün. Açlığı sefaleti kaldıracak tohum iyileştirilmesi (ıslahı) diyorlardı.
GDO'lu ürünlerle Irak'a, Hindistan’a Pakistan’a giderken hak hukuk adalet ileri demokrasi vadi ile şeytani plânlar adalet belirimiyle götürüyordu! Bizdeki afyon ekimini yasaklamasını “afyon tarlalarınızı bombalarım” demesini; mısır ekimi yapmak yerine soya fasulyesi ekimi yapmamızı söylemiyorum bile.
Bir yaşam formu olan buğdayın, mısırın, fasulyenin, şeker pancarının, kavunun vs. tohum patenti benim diyene siz “hayır buğday Asya'nın, Avrupa'nın, Afrika'nın, Amerika'nın, Okyanusya'nın yani Dünyanındır. Yaşam patentlenemez” diyemeyen insanlığın hali tıpkı 7 bin yıl önce kolektifin malına, kolektifin emek ve üretim gücüne “bunlar benim” diyenlere hayır bunlar kolektifindir, kolektifin olan mülk, tapulanmaz” diyemeyenlere ne kadar da benziyordunuz!
Nasıl yedi bin sene önce İbrahim'in, Nemrut’un, Marduk ’un, Gılgamış’ın vs. kişi mal sahipliği tanıtımı olan algıyı ahit yapmışsak ve kolektifi olan mülke kişi tapu hakkı patentini vermişsek ve algı olan ahit ile kolektif mülke verilen tapu onaylaması sonrası cazip vaade kapılanlar kolektif süreçten kopmuştu.
İşte bir vaat ile kolektif süreçte kopma ahdi yapan ahittiler hikâyelerinde geride kalan ve ahdi olmayan kişileri tufanda boğuyorlardı. Bir haksızlık yapıldığının bilincindeydiler. Bu vicanı temize çıkarmanın yolu, bir hkaye uydurup bu hikâyeye sonradan kendilerinin de inanıp kendilerini haklı kılmalarıydı.
Kendi ahitlerinin sahih ve kutsal olduğunu gelecek nesle anlatmak için haksız kıldıklarını nasıl tufanlarla su ile boğuyorlarsa; günümüz vicdanı da aynı gerekçe ile adalet demokrasi götürme ile insanlara yağdıracaklardı. Bombalanacak olanlar da "selefi olup olmamakla birbrini boğazlayacaklardı". Biraz ılımlıları da boğazlaşmanın dinde yerinin olmadığını söyleyecektiler!!!
GDO’LU sahiple olunan süreç içinde olan günümüzde de yaşamın, tohumun patent sahipliği üzerinde yapılan idari, siyasi ve diplomatik baskılı söylemler vardı. Bu söylemleriyle haklı olan “biyogüvenlik” adlı yeni bir ahit anlaşmasıyla; yeni ve ikinci bir gıda sahiplik terörü olan köleliğin sahiplik patent antlaşmaları yapılıyordu.
"Biyogüvenlik" denen bu ahit yeni tarım politikası kölelik türydü. Böyle olmakla GDO'lu ürünler Hindistan, Irak vs. türü ülkelerin içine oülkelerin başlarına biyolojik bomba, kimyasal bomba ve silahlar patlatılarak sokuluyordu. Gaspın tufan kullanımı olan eski şiddet ve öldürmesi, şimdi bombalarla aynı şiddet ve öldürmeydi.
GDO'lu sahipliğin ikinci tür köleli sahipler anlaşmasını vermenin nizasını veren çekişmeler içinde yeni gemiye binmekle tufanda kurtulacak olup, kurtuluşlu olacaklar kimlerdi? Hiç kuşkunuz olmasın ki Mustafa Kemal, Saddam ve Kaddafi olmayacaktı. Irak, Libya, Afganistan, Pakistan gibi ülkelerde demokratik yollardan iktidara gelip te işbirlikçi olmakla görevli olanlar, kurtulacak kişilerdi.