Karartısında göğün, öğün arası düşler
örüyorum, göğün munis çehresinde bir esinti kadar sıradan bir günü kovalarken
hem de.
Ritmi olmayan bir saat kadar
tedirginim ve az sonra zangocun çalacağı çandan da muzdarip.
Tepesindeyim şehrin aslında
merkezinde aslında hicvinde aslında ben, şehrin ta kendisiyim.
Dokusunda ömrün, tenhalık var ve ben
öğün yemediğim dünlük menümde aslında içimdeki çay bahçesi ile hemhal sıradan
bir günü kundaklıyorum.
En hatırşinas gölge olma şerefine
nail olmak adına, damarlarımda dolaşan kelime cumhuriyetine esir düştüm bir
kere tıpkı sevgili Elif Şafak’ın sık sık vurguladığı kelime oyununa asla rest
çekemediği gerçeğine bir o kadar vakıf.
Kum tepesinde oyun parkının; gidip
oynamayı unutup da denizi seyrettiğim gerçeği sayın ki hayal hele ki Moda
Parkında denize nazır bir iklimle çevrelenmişseniz.
Duru su birikintilerine rast gelmek
kadar da olağan dışı hele ki aralıksız yağan yağmurda siz gönül vermişseniz bir
kez Aralık’a ve bir o kadar yaklaşan doğum günü yine ikinci doğuşuna tanık
olduğum kardeşimin tüm haytalığını-geçmişte-görmezden gelip nasıl oluyor da bir
İstanbul beyefendisine dönüştüğünün en yakın tanığı.
Abartma istemine yenik düşmedim ki
tecrübe ile sabit: hem dünkü yorgunluk hem yarına döşediğim o kırmızı halı ve
zamanın süpürgesi ile tozu toprağı temizlediğim ve kaygılarımı az buçuk
öldürdüğüm.
Sanrılar yüklenmişken gerçeklerin
kabulü.
Nefret soluyanları görüp bilfiil rest
çekmek ama menfi gölgelere ve ırkçı insan söylemlerine.
Sevgi mağduru olmanın verdiği
disiplinle daha da çok sevme güdüsüne yenik düşmek üstelik tüm rızamla.
İnleyen araba lastikleri; aralıksız
çalan kornalar ve öfkeli insan izlekleri ve bir dükkândan tam çıkacakken yere
düşen çocuğu kucaklayıp annesine teslim etmenin verdiği hoşnutluk adına
mutluluğu fazlasıyla kabullenmek.
Ne bir terennüm.
Ne bir teşebbüs.
Bizzat faaliyete geçtiğim ve duymak
yerine hayat şarkısını dillendirdiğim.
Hangi müjdeli haberden yola çıktığım
mı?
Yoksa hidayetin basamaklarına
dokunurken koşarak yukarı çıkmak istediğim mi?
İstekten de öte ki şarkıların
durağanlığından sıyrılıp şakıyan bülbüllerin nezdinde gül bahçesine düştüğüm
gerçeğine bilfiil inandığım ve yaşamın verdiği coşkuya tanıklık ederken bunu
hücrelerimde hissetmek.
Bir manifesto belki de ya da
şiirlerin imgelerinde ters yüz yaptığım şatafatlı anlamları iz düşümü ve
istikrarlı hayal kurma istemine tanıklık ederken melekler, ben yüreğimdekini
yaşatmak adına yürek yüreğe yazmakla yaşamak arasındaki o ince çizgi.
Ne hayatın propagandası ne de
çetrefilli hayatlarda süregelen çelişki ne de yankısı duyulmayan bir çığlık
hatta ötesi sanırım dünün kirini pasını boykot etmek ve aklın hengâmesinde ruhu
da çalan saati de protesto etmek.
Kapı zilinde dingin bir melodi.
Sevgi münazaralarında hoşluk adına
yaylım ateşine tuttuğum ne çok söylem; adına ikilem denen yükümlülüklerimden
kurtulduğum ve posta koyduğum laneti iblisin bir de münafık kara kuru imgelerden
yansıyan cahil hörgücünde gereksiz sıkıntının, bizzat boşluğa salımı derken
kaynayan kazanda bir damla derken bir bardak derken bir ömürlük umudu içine
boca edip de en çok da kızdığım benlik kaygılarımın mizacıma olumsuz etkisinde
dertop olmuş hüzün sarmalından kurtuluşum…
Bir konçerto misali ya da piyanonun
tuşlarından çevreye yayılan o nota istişaresinde, hayatın da bir melodi olduğuna
mı vakıf olduğum?
Can simidim olan.
Hakkın nazarında hak görülen ne ise.
Kabulüm iken ömür ve makbulüm iken
tüm yaşanmışlık ve yaşanma ihtimali…
Katıksız ıslandığım bir kış günü ama
kış güneşinin de bulutlarla oynaştığı bir döngü: tıpkı insan ritüellerinde
aslında insanların farklı renkler kattığı evrende, siyahtan bunca zaman
nasiplenip de pembe düşleri salmaksa etrafa ya da gördüğüm tüm tezatlıkları ve
olumsuzlukları kabul edip içimdeki mevsimle buluşan kış görüntüsüne eşlik eden
bir İstanbul manzarasını içime çekmekse ve bilmek de üstelik o manzaranın bir
detayı olduğum inancı ile şükrettiğim her şeye de karşılık bulurken, inancımım
kocaman bir çığ olduğu ve içimde devinen o sarkaç sadece umudu işaret ederken…