K/alemin izi düştü yüzüme,
sandıkların küf kokusuna yenik lavanta çiçeği nazire ederken eski ve işli simli
yeleğime, ben kurşun döküyorum kaç oktavlık olduğunu unuttuğum iç sesimin
pişkin mizacına y/enik düşüp…
Kaynağı kurumuş olsa keşke acıların
bir de ekşiye çalan yüzüne hangi hitabın gölgelendiğini görmek asla mümkün
değilken göğe atılan çentikleri siliyorum ve kovamdaki su tükenmek bilmiyor.
Merdivenleri de silip mis gibi
serilmeli adımlarım derken kayıp da düşebilirim nemli göğün ıslak yorgunluğuna
göz kırparken titreyen ellerimi tutan mahcubiyetin yüzü suyu hürmetine dik
tuttuğum başımı sadece Allah karşısında eğerken.
Soytarı ve oynak o mağdur yakarışın
tekdüzeliğinden sivrilip de geldiğim bir ülkü hegemonyası sanki yalın ve
külüstür addedilen seyrüseferinde uğruna ölünesi düşlerin de yıl dönümü.
Kahramanı olmaksa kendi hayatının,
baltalandığın kadar büyüyorsun, çocuk bir de çocuk kalmayı becermişsen ne mutlu
yalnızlığın keyfini sürüyorsan.
Hangi düş’ün kompartımanına
gizlendiysen bil ki yakalanacaksın er ya da geç sonra da dışarı savrulduğun
yetmezmiş gibi kapışılacaksın her müzayede sonrası ilk fiyatın hayalini kuran
beynamaz bir seyyah gibi yolun ortasında bırakacaklar seni.
Hayali bile güzel yaşama ihtimalinin
olduğunu düşündüğün her ayracın her belirtecin ve her imgenin tuzağına düşen
kaleminden soyutlanmak istemediğin değil mi ki tek umudun…
Temsili bir resim gibi insan sürekli
fırçanın bıraktığı izleri takip eden ve her rengin albenisine tanık ve sadık
bir göz farı adeta az sonranın muhasebesini dünden yapmış olsa da telaşlı bazı
bazı.
Renk cümbüşünde en sevdiğin renkleri
masa üstü yaptım ve tüm kuşları şahit bildiği tepesinde ağacın sinmiş bir kedi
belki de içindeki handikabı sonlandırmak adına avına gözünü dikmiş.
Etrafımı kollarken unuttuğum detaylara
ne zamanki yolum düşse genelini örtüyorum tüm mevsimin ve sadece ara sıra
atıştıran yağmura odaklanıyorum. Yeni yıkadığım kelimeleri daha da ıslanmadan
toplamalı ve ütülemeliyim ki her kırışıklığın hesabı da benden sorulmasın.
Ütünün fişini ne zamanki çekmeyi
unutsam en dalgın halim gelir aklıma tıpkı mıntıkasında unutulmuşluğun hesabını
veren çömez bir hizmetli gibi peşini toplarım ne ise savrulmuş belki de
savunmasını yaptığım bir dosyadır mütemadiyen hesap vermekten yorgun düşmüş bir
t-cetveli gibi.
Ben olma savaşı filan da gütmüyorum
hani sadece hızlı yaşayıp hızlı ölmeyi dileyen bir faniyim belki de aklı ölümde
takılı bizatihi yürüdüğüm bu coğrafyanın ulaşamadığım tepelerinde bir kar
örtüsü olma özlemi duyarken mevsimin yağmayan karına müptela ve kendimi
ödüllendirdiğim o kış güneşi.
Barakası yıkılmış hangi serkeşse
zalim bir oyunun da müdavimiyiz işte bizler derdest olmanın derdine düşmüş bir
de rezil düzenin müptelası olmuş kimlik numaralarımız dışında rakamların pek de
önem arz etmediği kısıtlı bütçesinde fink atarken şehrin göbeğinde
unutulmuşluğun hazzına yenik.
Kaderin yanlı bir taraftar olduğunu
görmemek mi?
Yıkımın eseri yeni bir enkaz olma
yolunda sanırım su testisi suyolunda kırılıyor, çocuk.
Demem o ki; firar ettiğin hangi
yürekse asla gocunma ve saflığın keyfini sür varsın künyendeki ismini de
telaffuz etmesinler üstelik sırdaşlarının cehaletine ver sen tüm olup biteni ve
durmadan yürü, sevgili çocuk belki arkanda olmayacakların derdine ve hasretine
düşeceksin: düş de yeter ki başın düşmesin öne.
Pas geçen soytarılar…
Zan yüklü sıfatlar…
Aklına mukayyet olman iken gereken ve
her şeyden çok önce sakın saf dışı kalma hayattan: uzağında kalsan bile verilen
savaşın unutma ki; hayatın diğer adı huzuru aradığın o güzergâh.
Mutluluğun mutlak olduğu gün gibi aşikâr
ve Allah dostu olan insanlar yeter ki çekmesin ellerini senden.
Kıyıya vuran ölü bedenlerden
olmadığın sürece hala bir şansın var, çocuk.
Yeter ki ölü doğmasın günün ve
umutların…