BİRAZ  HİNT,  BİRAZ  İSVİÇRELİ, BİRAZ FRANSIZ  BİR OSMANLI  HANIM  SULTANI - ATATÜRK, MİLLİ  MÜCADELE  VE  CUMHURİYET -  10. BÖLÜM -

Subay  ve  dervişler  cephane  sandıklarını  taşımak  için  salondan  çıkmışlar,  orada  sadece  Abdulhalim  Çelebi  kalmıştı.  Fatma  Sultan  hürmetle  yaklaştı  şeyhe  ve  elini  öptü.

-Efendim !  Siz  Mustafa  Kemal'in  kurduğu  yeni  meclisin  meb'usu  imişsiniz.  Bu  durumda  burada  bulunmanız  tehlikeli  değil mi?

Şeyh  Abdulhalim  cevap  verdi:

-Sultanım !  Sizin  dahi  burada  olmanız  tehlikeli  değil  mi?  Demek  ki zafere  ulaşmak  istiyorsak  bazı  tehlikeleri  göze  alacağız  öyle  değil  mi?

-Ama  şeyhim !  Sizin  mevkiiniz  farklı.

-Sizin  de  öyle  sultanım.  Hatta  bu  minik  kızın  da öyle.  

Fatma  Sultan  elindeki  çantadan  küçük  bir  kese  çıkartıp  şeyhe  uzattı:

-Çam  sakızı  çoban  armağanı  şeyhim.  Şimdilik  elimden  ancak  bu  kadarı  geldi.

-Allah  razı  olsun  sultanım. Şimdi  burada  fazla  oyalanmayın. Baskınları  genelde  silahlar  taşınırken  yapıyor  bu  kefereler.  Allah  muhafaza  yine  bir  baskın  yersek  size zarar  gelsin  istemem.

Artık  geri dönebilirlerdi.  Nitekim  de  öyle  oldu.  Dönüş  yolunda  Selma  yaşadıklarının  heyecanı  ve  şaşkınlığı  içinde  sürekli  düşündü  durdu  ama  artık  halasına  hiç bir  şey  sormadı.

Saraya  geldiklerinde Annesi  Hatice  Sultan  ile  büyük halası Fehime  Sultanın hem  onları  beklediklerini  hem de   şiddetli  bir  tartışmaya  tutuşmuş  olduklarını,  babası  Hayri Beyin  de  oldukça  sinirli  olduğunu gördü. Sarayda  kesinlikle  adet  olmadığı  halde  Hatice  ve  Fehime  Sultan  avaz  avaz  bağırıyorlardı.  İçeri  giren  Fatma  ve  Selma  Sultanı  adeta  görmemişler,  tartışmaya  devam  ediyorlardı.

Hatice  Sultan  öfkeyle  bağırdı  Fehime  Sultana:

-En  ufak  bir utanma duygunuz  yok  değil  mi?  Siz  nasıl  gidersiniz  düşman  elçiliklerinin  tertiplediği  balolara,  resepsiyonlara?  Bizleri  işgal  altında  tuttuklarını  görmüyor  musunuz?

Fehime  Sultan  öyle  bağırtıya  çağırtıya  papuç  bırakacak  biri  değildi.  O  da  bağırdı.

-Sevgili  ablacığım !  Bu  işi  yapan  sadece  ben  miyim  sanıyorsunuz?  Şehzadelerimizden  pek  çoğu  sabahtan  akşama  kadar  Fransız,  İngiliz,  İtalyan  subaylarıyla  birlikte  ya  elçiliklerde  ya  da  Pera Palasta  kadeh  tokuşturuyor.   Siz,  aynen  sizin  gibi  rahibe  hayatı  yaşayarak  bu  işgalden  kurtulacağımızı  mı  düşünüyorsunuz?

Odaya  gelen  Fatma  Sultanı  yeni  fark etmişti  ve  onu  işaret  ederek  devam  etti:

-Fatma'nın  zevki  tekkelere  gitmek,  benim  zevkim  de  resepsiyonlara. Şimdi  söyleyin  bana,  ben vatanın kurtulması  için  hiç  bir  şey  yapmıyorum  da  o  ne  yapıyor?

Selma  Sultan  öfkeyle  baktı  Fehime  halasına  ve  o  güne  kadar  hiç  yapmadığı  bir  şey  yaparak  bağırdı.

-Biz  isyan  ediyoruz!

Salona  adeta  bir  bomba  düşmüştü. Hatice  Sultan  ve  Hayri  Bey  adeta  donmuş  kalmışlardı.  Bu  nasıl  bir  terbiyesizlikti  böyle?  Bir  çocuk  sultan,  aldığı  onca  terbiyeye  rağmen  nasıl  olur  da  halasına  bağırabilirdi?

Selma  Sultan  da  yaptığının  çok  büyük  bir  terbiyesizlik  olduğunu  annesinin  fal taşı  gibi  açılmış  gözlerle  kendisine  baktığını  gördüğü  anda  anlamıştı  ama  ok  yaydan  çıkmıştı  bir  kere.

Fatma  Sultan ''  Aman  sakın sırrımızı  ifşa etme !''  Der  gibi  bakıyordu.

Fehime  Sultan  küçümser  bir  edayla  baktı  yeğenine.

-İsyan  ha?  

Aslında  çok  şeyler  söylemek  istiyordu  ama  konuşması  yasaktı. Yine  de  içinde  sakladığı  sır  artık  onu  çatlatacak  noktaya  gelmişti.

-Demek  isyan  öyle  mi? O  zaman  ben  de  isyan  ediyorum.  Hem  sizden  çok  daha  etkili  bir  şekilde  isyan  ediyorum.  Ben  en  azından  o  davetlere  katılarak  Fransızlara  bizim  aslında ne  kadar  medeni  bir  millet  olduğumuzu  ispat  ederek  böylece  ileride  yapılacak  barış  antlaşmasında  bu  hususu  göz  önünde  bulundurmalarını  sağlıyorum.

''Düşman  subaylarının  ağızlarından  aldığım bilgileri  doğruca  Kuvay-i  Milliyeye  ulaştırıyorum.  Siz  burada  sarayda  sırt  üstü  yatıp  namus  ve  ahlak  nutukları  atarken  ben  defalarca  sorgulandım.  Defalarca  hapse  atılma  hatta  ölüm  tehlikeleri  atlattım.''  Demeyi  çok  isterdi  aslında ama  bu  mümkün  değildi.  Özellikle  de  Hatice  körü  körüne  bağlıydı  Padişah  amcası  Vahdettin'e.

Hatice  Sultan  cevap  verdi:  

- Hıhhh.  Fransızları  etkilemeye  çalışıyormuş.  Sevsinler  sizi. Barış  masasına  oturduklarında  Fransızların,  sizin  güzel  gözleriniz,  tatlı  gülümsemeleriniz,  cilvelerinizi  hatırlayacaklarını  mı  sanıyorsunuz?  Fransızlar  ya  da  diğer  domuzlar  sizin  zarif  endamınız,  tatlı  gülücükleriniz  ile  fikirlerini  değiştirmezler.  Tam  tersine  siz  böyle davranarak  Âl-i  Osman'a  çok  çok  büyük  bir  zarar  veriyorsunuz.

Fehime  Sultan  afalladı.  Âl-i  Osman'a  zarar vermek  mi?  Bu,  en  son  düşüneceği  şeydi. Tamam  kendisine  zarar  gelebilirdi  ama  Âl-i  Osman'a  niçin  zarar  gelsindi  ki ?

-Anlamadım.  Benim  davranışlarımla Âl-i  Osman'ın  alakası  ne?

Hatice  Sultan  alaycı  bir  bakışla cevap verdi.

-Yarın  bir  gün bu  ülke  düşman  işgalinden  kurtulursa  bu  ülkenin  insanları  bu  davranışlarınızdan  dolayı  sizi,  dolayısıyla  da  tüm  Osmanlı  ailesini  yargılayıp hepimize  birden  '' Vatan  haini  ''  Diyecektir. 

O  ana  kadar  suskun olan  Hayri  Bey  de  konuşmaya  katıldı.

-Vallahi  onu  bunu  bilmem  de  bu  millet,  o  korkak  amcanızdan  çok  fena  hesap  soracak.  Yaptıklarını  fitil  fitil  burnundan  getirecek.  Ucu  bize  dokunmasa  bari.

Hatice  Sultan  tüm  tartışmalarında  amcası  Vahdettin'den korkak, uyuşuk,  pısırık,  iradesiz  ve  hatta  açık  açık  hain  diye  bahseden,  ona  bağlılığı  yüzünden  sık  sık  kendisini  de  aşağılayan  kocası Hayri'ye öfke ile  baktı. Bir  padişah  kızına karşı  sesini  yükseltmek  ha?  Bu  nasıl  bir  küstahlıktı  böyle? Evet  devrik  de  olsa  bir  padişah  kızına  hiç  bir  damat  sesini  yükseltemezdi.  Osmanlı  tarihinde  koskoca  sadrazamların  kellesinin  alındığı   ya  da  en  azından  sürgüne  gönderildiği olmuştu bu  yüzden.

-Vahdettin Amcam kötü  olan ne yaptı ki  millet ondan  hesap  soracak?

-Daha  ne  yapsın  azizem !  Göğsünü  madalyalarla  doldurması  gereken  adamı,  Yani  Mustafa  Kemal  Paşayı  ölüme  mahkum  etti.  Yetmedi  onun  Anadolu'da  başlattığı  mücadeleyi  baltalamak  için  Hilafet  Ordusundan  tut  da  Anzavur  Ahmet  denen  serseriye  varıncaya  kadar  bir  sürü  serseriyi  ona  karşı  isyan  ettirdi.

-Bunun  sebeplerini  idrak  edemiyorsunuz değil  mi  muhterem  zevcim? O  koca  kafanızın  içindeki  minicik  beyin  bunu  idrak  edemiyor  değil mi?

Selma  Sultan  hatta  halaları  şaşkınlık  içindeydi. İlk  kez  karı  koca  arasında  böylesine  bir  tartışmaya  şahit  oluyorlardı.

-Boşuna  amcanızı savunmayınız  sultanım.  Yaptığı  her  şey  göstermiştir  ki  o  memleketi  değil  kendi  saltanatını  kurtarmanın  peşindedir.  Öyle olmasa  Mustafa  Kemal  Samsun'a  çıktıktan  sonra  Amasya'ya  geçip  oradan  yayınladığı  tamimde  ''  Vatan  bir  bütündür,  bölünmez ''  Dediği andan  itibaren  adama  düşman kesilmezdi.  Derdi  vatan  olan  insan  ''  Vatan  bir  bütündür,  bölünmez.''  Kararı  almış  birini  ölüme  mahkum  eder  mi?

Hatice  Sultan  kıpkırmızı  olmuştu  öfkesinden.

- Hep  aynı  şeyleri  söylüyor,  temcit  pilavı  gibi  hep  aynı  hususları  tekrarlayıp  duruyorsunuz.  Sorarım  size : Mustafa  Kemal  öldü  mü?   Amcamın  iradesine  rağmen  Mustafa  Kemal  öldürülebildi  mi?  Hayır.  Ona  karşı   başta  Hilafet  Ordusu  olmak üzere  bir  sürü  isyan  olmasına  rağmen  hiç  birisi  başarılı  olabildi  mi?  Hayır. Kaldı  ki  Anadolu'nun  doğusunda  Kürtler  ve  Ermeniler  de  isyan  halindedir  ve  Mustafa  Kemal'in idaresinde düzenli  denebilecek  bir  ordu  bile  yoktur.

-Ne  demek  istiyorsunuz  siz?  Az  da  izahat  verebilir  misiniz?

-Kazım  Karabekir  Paşa,  kendisine  saraydan  emir  gittiği  halde  neden  Mustafa  Kemal'i  tutuklamadı?

-Tabii  ki  Vatansever bir  subay  olduğu için.

-Elbette.  Onun  vatanseverliğinden  hiç kimsenin  şüphesi  yok.  Peki  sorarım  size  Padişah  amcam,  aynen  Mustafa  Kemal'i  olduğu  gibi  Kazım  Karabekir  Paşayı  da  görevden  alamaz  mıydı?  Neden  almadı?  neden  Kazım  Paşanın  yerine  Mustafa  Kemal'i  tutuklamayı  seve  seve  yapabilecek  birini  Kazım  Paşanın  yerine  tayin  etmedi?  Kaldı  ki  böyle  bir  şey  yapsaydı  İngilizleri  çok  mutlu  etmiş  olurdu.

-Ama...Ama  Mustafa  Kemal'i  vatanı kurtarsın  diye  değil,  saltanatı  kurtarsın  diye  gönderdiği  çok  açık  değil  mi  sultanım?  Bunun  nesini  anlamıyorsunuz ?

Hatice  Sultan  bomba gibi  patladı  adeta

-Yahu asıl  siz neden  anlamıyorsunuz?  Samsun'a  gidebilmek  için  bile  İngiliz  vizesine  ihtiyaç  varken  Padişah Amcam,  Mustafa  Kemal'in  eline  ''  Git  de  vatanı  kurtar.  ''  Yazılı  bir  belge  mi vermeliydi  yani?   Kaldı  ki  yazılı  olmasa  da  sözlü  olarak  ''Memleketi  kurtarabilirsin ''  Demiş.

-Amcanızı  savunmak  için  bakalım  daha  neler  uyduracaksınız.  Ona  böylesine  körü  körüne bağlılığınızı  asla  anlamıyorum  ve  anlamayacağım.

-Ben de  sizin  bu  derece  yobaz  kafalı  olmanızı  anlayamıyorum.  İdrakten  yoksunluğunuzu  anlayamıyorum.  Her  şeye herkesten daha  fazla yakın  ve  vakıf  olduğunuz  halde  muhakeme edemeyişinizi  anlayamıyorum.  Bütün  bu  olup  bitenin  bir  muvazaa( Danışıklı döğüş )  olduğunu  hissedememiş  olmanızı  anlayamıyorum.

-Muvazaa  mı?  Güldürmeyin  adamı?  

-Evet  muvazaa.  Amcam, Mustafa  Kemal  hakkında  ölüm  emri  vermiştir  doğru,  daha  pek  çok  paşa  ve  subay için,  hatta  memur  için  de  ölüm  emri  verilmiştir  bu da  doğru.  Peki  öldürülen  var  mıdır?  Yok. Kürtlerin  ve  Ermenilerin  fırsattan  istifade  çıkardıkları  isyanları  hariç  tutarsak  çıkan  bunca  isyanda başarılı  olan  bir  tane  bile  isyancı  var  mıdır?  Hayır.  Peki  Mondros  Müterakesine  göre   elimizde  sadece  elli  bin  sekiz  yüz tüfek  kalmışken  ve  dahi  ordular  dağıtılmışken  bu kadar  çok  isyanın  bastırılabilmesi  mümkün  müdür?  Hayır.  

Hayri  Bey  dayanamadı.

-Ama  bastırılmıştır.  Millet  canını  dişine  takarak  hem  dahili  hem  de  harici  düşmanı  püskürtmüştür,  püskürtmeye  de  devam  etmektedir.  Yani olan  her  şey  milletin  iradesiyle  olmaktadır.  Padişah  amcanızın  değil. Hem  söyler  misiniz,  tüm  bunların  muvazaa  olduğuna  dair  bir  tek  deliliniz  var  mı? 

Selma  konuşulanlardan  bir  şey  anlamasa  da  ortada  garip  bir  durumun  olduğu  aşikardı.  Ne  yani  kendi  nazarında da  silik  bir  şahsiyet  olan  Vahdettin  Amcası  ile  mesela  mevlevihanedeki  insanlar  aynı  amaç  için  mi  çalışıyorlardı?  Annesi  bunu  demek  istiyordu?

Hatice  Sultan  devam  etti.

-Amcam  Vahdettin  Han  ile  Mustafa  Kemal  aslında  aynı  yolun  yolcularıdır. Amcamın  Mustafa  Kemal  hakkındaki  ölüm  emri,  onun  ve  mücadelesinin  vatana  ihanet  olduğuna  dair  şeyhülislam  fetvası, bizzat  hükumet  tarafından  çıkarılmış  olan  isyanlar,  hepsi  muvazaadır.  

Hayri  Bey  çok  daha  şaşırmış  bir  halde  sordu:

- İsyanlar  bile  ha?  Bu  kadarına da  pes artık. En  cahil  insanın  bile  kabul  edemeyeceği  bir  savunma  yaptığınızın  farkında  mısınız? Peki  söyler  misiniz  bu  isyanların  Mustafa  Kemal  ve  onun  mücadelesine  faydaları  nelerdir?  Öyle  ya,  madem  ki  birlikte  hareket  ediyorlar  o  halde  bu  isyanlar  Mustafa  Kemal'in  mücadelesine  fayda  sağlamalı  değil  midir?

Hatice  Sultan  alaycı  bir  gülümseme  ile  cevap  verdi.

-İşte  anlayamadığınız  husus  bu  muhterem  zevcim !  Peki  ben  de  size  bir  sual  eyleyeyim. Her  bastırılan  isyanla  birlikte  Mustafa  Kemal  daha  güçleniyor,  onun  safı  daha  genişliyor mu  genişlemiyor  mu?

-Elbette  genişliyor.  Her  bastırılan  isyandan  sonra  Milli  Mücadelenin  zaferle  neticeleneceğine  dair  inanç  daha  fazla  artıyor  millette.

-Güzel...Peki  Güneyde  Fransızlar  ve  Doğuda  Ermenilere  karşı yapılan  mücadeleler  gavurların  içinde  ''  Bu  iş  kolay  olmayacak.  Türkleri  barış  masasına  oturtmak çok  zor  olduğu  gibi  oturtsak  da  her  istediğimiz  kabul  ettiremeyeceğiz  galiba.''  Endişesi  husule  getiriyor  mu  getirmiyor  mu?

-  Hımmm.  Mutlaka  getiriyordur. 

Peki  sizce  bunca  isyanı  bastırmış,  bunca  başarılar  elde  etmiş bir  devlet  olarak  mı yoksa basit  isyanları  bile  bastıramayan  zayıf  bir  devlet olarak  mı  barış  masasına  oturmak daha  kazançlıdır?  

 -İyi  de  bunun  padişah  efendi  ile  alakası  ne?

-Anlasınıza. Mustafa  Kemal  hakkında  ölüm  emri  veriyor ama  onu  hiç  bir  düşmanın  ulaşamayacağı  Anadolu'nun  bağrına göndermiş.  Hakkında  ölüm  emri  verilmiş  ama  her  zerreleriyle amcama  bağlı  olan  paşalardan  hiç  biri  onu  tevkif  edip  payitahta  göndermiyorlar. Onun  ve  mücadelesinin  aleyhinde  şeyhülislam  fetvası  var  ama  millet  o  fetvayı değil  Ankara Müftüsü Rıfat  Efendinin  fetvasını nazar-ı  dikkate alıyor. Tüm bunları  bir  tarafa  bırakalım.  Padişah  amcam  Mustafa  Kemal'in  elinden  tüm yetkileri  almış  ama Mustafa Kemal hâla amcama  yazdığı mektuplarda ona  bağlılılığını  dile  getiriyor. Hatta  Angora'da  (  Ankara )  Bir  meclis  açıyor  ama  meclisi  açmadan  önce tüm  memlekete  gönderdiği  bildiride Meclisin  açılış  amacının ''Yüce  saltanat  ve  Hilafet  makamını  içinde  bulunduğu  durumdan  kurtarmak  olduğunu  söylüyor. ''  Amcamdan  hiç  bir  destek  görmeyen  bir  insan  niçin  sürekli  amcama  bağlı  olduğunu  dile  getirsin  ki?

-Mustafa  Kemal  Paşa,  amcanız  olacak  iradesize  bağlı  ha?  İşte  buna gülerim. Adam  açık  açık  ''  Hakimiyet  bila  kayd-ü şart  milletindir  ''  Demiş.  Daha  nasıl  söylesin  amcanıza  bağlı  olmadığını? Amcanızın  vatana  ihanet  içinde  olduğu  Mustafa  Kemal'in  Angora'da  (  Ankara ) Türkiye  Büyük  Millet  Meclisini  açmasından  hemen  sonra 24  Mayıs  1336 da ( Rumi  tarihtir  bu. Miladiye göre  1920 )  Mustafa  Kemal  hakkındaki  ölüm  fermanını  tasdik etmesinden  belli  değil  mi?

-Peki  söyler  misiniz  amcam,  Mustafa  Kemal, daha  Erzurum'a  yeni  ayak  bastığında  onu  9. Ordu  Müfettişliği  görevinden  aldığı,  hakkında  tutuklama  emri çıkarttığı  halde  neden o  anda  aynı zamanda  ölüm  emri  vermedi. ''  9.  Ordu Müfettişi  olarak  tayin  ettiğim  Mustafa  Kemal  görevinden  alınmıştır.  Kendisinin  ölü  ya  da  diri  İstanbul'a  getirilmesi fermanımdır''  Diye bir  ferman  yazması  çok  mu  zordu? Niçin  böyle  yapmadı? Bunların  hepsi Mustafa  Kemal  güç  kazansın  diye  yapılan  bir  tertipti.  Özellikle  İngilizler  artık  savaşmak  istemiyorlar.  Onların  karşısına  güçlü  bir  şekilde  çıkabilmek  için gücümüzü,  yapabileceklerimizi   göstermemiz gerekiyordu.  Bunca  isyan  bu  sebeple  çıkartıldı.Amcam  bu  memleketin  kurtulması  için  kendisini  feda  etti.  Tüm  bunları  Allah'ın izniyle  memleket  düşmandan  kurtulduğu  zaman  açıklayacaklar. 

Hayri Bey  asla  bir  saraylıya  yakışmayacak  şekilde  cevap  verdi:  

-  Bana  diyorsunuz  ama  asıl  temcit pilavını  ısıtıp  ısıtıp  önümüze  koyan  sizsiniz.  Bu  saçma  savunmayı  sakın  bu  salonun  dışında  yapmayın.  Millet  sultan  olduğunuza  bakmaz  alaya  alır  sizi. O  iradesiz  korkak  bütün  bunları  akledecek  ha?  Kargalar  bile  güler. Hem  böyle  saçmasapan  bir  plan  olmaz.  Bunun  hiç  bir  yerinde  zerre  kadar  mantık  yok.

Hatice  Sultan  çok çok  kızsa  da  bir  yönüyle  kocası  haklıydı.  Kendi baş nazırını  bile  kendisi  seçemeyen, Damat  Ferit  denen  budalayı  İngilizlerin  zoruyla  ikinci  kez  aynı  makama  getirmek  zorunda  kalan  bir  insan  için  ''İrade  sahibi ''  Denemezdi  ama  yine  de  kocasının  yaptığı  çok  büyük  küstahlıktı. Hele  hele  amcası  üzerinden  kendisine  de  dolaylı  yoldan  ''Hain ''  imalarında  bulunmasından  usanmıştı.  Öfkeyle  parladı.

-Madem  ki  böyle  düşünüyorsunuz  o  halde  niçin  siz  de  Anadolu'ya  geçip  Milli  Mücadeleye  katılmıyorsunuz? 

Selma  Sultan,  babasına  baktı.  Neden  gitmiyordu  Anadolu'ya?  Neden  Altın  Gül'ün  yanında  değildi  de  Boğaza  nazır  bu  sarayda şampanya  içerek vatan  ve  vatanseverlik  üzerine  nutuklar  atıyordu? 

Hayri  Beyin  verebilecek  bir  cevabı  yoktu.  Yumruklarını  sıktı,  elindeki  kadehi  yere  attı  ve  hızla  salondan çıktı.

Hatice  Sultan  kız  kardeşlerine  ve  kızına  ''  Siz  de  çıkın  lütfen.  Biraz  dinlenmek  istiyorum.  Dedi  ve  onların  çıkmasından  sonra  uzun  uzun  düşünmeye  başladı.  Şu  kısacık  iki  sene  zarfında  ne  kadar  çok  şey  olmuştu  böyle. Olaylar  adeta  şimşek  hızıyla  akıp  gidiyordu. 

Öylece  daldı  gitti anılara. 

Selma  Sultan  halen    annesinin  son  sözlerini  düşüyordu:  ''  Madem  öyle  o  halde  niçin  siz  de  Anadolu'ya geçip  Milli  Mücadeleye  katılmıyorsunuz?''

İşte  bu  sorunun  cevabını  dört  yıl  sonra  ülkeden  sürüldüklerinde  babasının  onlarla  gelmeyip  kendi  öz  kızını  yabancı  bir  ülkede  yapayalnız  bıraktığında  anlayacaktı.  Babası  korkak  bir  sefildi.  (Damatlar  hanedan  mensubu  olmadıkları  için  aileleriyle  gitmek ya  da  gitmemek  konusunda  serbest  bırakılmıştı  ve  Hayri  Bey  ailesiyle  gitmemişti. ) 

Devam  edecek.


RESİMLER.

1-  Mustafa  Kemal'in   19 Mayıs  1919  da  Samsun'da  ilk  ayak  bastığı  yer  o  zaman  ''Tütün iskelesi ''  denen  burasıydı.
2-  Mustafa  Kemal  Samsun'da.  Ama  heyecanlanmayın.  Maalesef  19  Mayıs  değil  bu  fotoğrafın  tarihi.  20  Eylül  1924.  Üzülerek  belirteyim  ki  19  Mayıs  1919 ait  bir  fotoğraf  bulamadım. 

( Biraz Hint, Biraz İsviçreli, Biraz Fransız Bir Osmanlı Hanım Sultanı - Ata başlıklı yazı Sami Biber tarafından 7.03.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu