Tahta Kaşık-hey  Gidi  Cerrahpaşa-3. Bölüm-
Aylarca gittik geldik Cerrahpaşa'ya. Onca masraf, onca çileden sonra bize söyledikleri şey şu oldu:
''Bu çocuğa tıbbi olarak bizim yapabileceğimiz hiç bir şey yok.''
İşin doğrusu halen düşünürüm: Bugün yakından tanıdığım Cerebral Palcyli delikanlı Talha Yıldız, ailesinin ilgisiyle iki roman yazabilecek kadar gelişme sağlayabilmişse biz de Yunus ile ilgilenseydik o da daha iyi durumda olabilir miydi?
Bunu hiç bir zaman bilemeyiz elbette ama öte taraftan Yunus'la ilgilenmediğimizi de hiç kimse söyleyemez.
Evet, Madem ki normal tıp Yunus'un derdine çare olamıyordu o halde başka alternatiflere bakacaktık.
Haaa unutmadan söyleyeyim. Hülya Hanıma da dediğim gibi kürtaj mürtaj yaptırmadık ve Yunus'tan tam bir yıl, bir ay sonra ( 3 Eylül 1993 ) bir evladımız daha dünyaya geldi. Annesine demiştim: ''Bu sefer kız geliyor'' diye, gerçekten de kız geldi.
''Adını ne koyalım?'' diye de fazla düşünmedik. Meslektaşım Münir Bey'in kızı ve öğrencim olan dünyalar güzeli Tuğba'nın adını kızıma verdik. Pardon... Bizimki Tuba idi. Ğ harfini koyduramadık saçma sapan bir uygulama sebebiyle ( Bunu yazmıştım '' Öküzün Samisi '' Başlıklı yazımda ) Eşimin de çok sevdiği bir isimdi Tuğba ( pardon, Tuba )
Evet, Yunus için artık alternatif tıp arayışları başladı. Daha doğrusu annesi başlattı.
İstanbul- Bakırköy'de bir biyoenerjiciye götürüp getirmeye başladı Yunus'u... Ben böyle şeylere inanmadığım için ne gidiyordum ne görüyordum.
Neyse efendim, ben -hâlâ- inanmasam da Yunus, biyoenerjiciye gidip gelmeye başladıktan sonra dördüncü yaşında nihayet ayağa kalktı, yürümeye başladı. Artık biyoenerjicilerin marifeti miydi yoksa kendi normal gelişimi miydi Allah bilir.
Eeee annesi İstanbul'a gittiğinde bebek Tuba'ya kim bakıyordu?
Adaşı Tuğba ne güne duruyordu? Tuğba'nın annesi Aynur Hanım ne güne duruyordu? (Aynur Hanım aynı okulda görev yapan müdür yardımcımız, meslektaşım Münir Hüsrev Göle'nin eşi, Tuğba ise kızı, aynı zamanda öğrencim. )
Müdürümüz Necati Bey'in eşi Ayşe Hanımın ve kızı Elif'in ( O da öğrencim. ) işi neydi? Öyle ki müdür bey '' Sami Hoca'nın bir çocuğu oldu, evde benim papucum dama atıldı. Yüzüme bakan yok.'' Demeye başladı. Gerek Tuğba, gerekse Elif'in kucağından inmiyordu benim Tuba. Biz Tuba'nın yüzünü akşamdan akşama yatmaya bizim eve getirdiklerinde görüyorduk. Yani bizim hayatımızda çok iyi şeyler de oluyordu.
Yunus giderek büyüyordu ve biz artık alışmıştık %90 zihinsel engelli bir çocukla yaşamaya. Sadece biz değil çevremiz de alışmıştı. Lojmanda karşı komşumuz Burhan Bey'in eşi Saniye Hanım her biri öğrencim olan Mehmet, Filiz ve Metin adlı evlatları kadar Yunus'la da ilgileniyor, zaman zaman yemeğini yediriyor, altını bezliyordu.
***
Dedim ya, Yunus için artık tıbbın dışında çareler aramaya başlamıştık ama İstanbul zordu. Hem İzmit'te işinin uzmanı(!) üfürükçüler varken taaa İstanbul'da ne işimiz vardı? Pardon... Eşimin ne işi vardı?
Artık o hoca senin bu hoca benim dolaşmaya başladı ki bir ikisine ben de gittim. Meğer bizim Yunus'un asıl derdi cin tasallutuymuş. Cinler evladımı esir etmişlermiş.
O değil de kendisini ''Katalog Dini'' ( Katolik değil Katalog ) kurucusu ilan eden ve namazı kıbleye sırtını dönerek kılan bir sapığa bile gittik '' Hoca '' diye... Çaresizlik insana olmayacak şeyler yaptırıyordu.
***
1996 Senesinde tayinim Afyon ili Sandıklı ilçesine çıktı.
Sandıklı'da maalesef ev sahipleri ile anlaşamıyorduk. Biz gerek Batman'da, gerek Akmeşe'de lojmanda kaldığımızdan alışamamıştık sanırım kiracılığa. Sandıklı'da kaldığım sekiz sene içinde altı kez ev değiştirdim.
Oturduğumuz üçüncü evdeydi.
Bir gün, aşağıda kömür kovasına kömür doldururken eşimin sesi bütün apartmanı ayağa kaldırdı:
-Yetişin komşular Yunus'um ölüyor !
Yukarı nasıl çıktığımı bilemiyorum. Yunus mosmor vaziyette hırlıyor. Ağzından burnundan köpükler saçmış, nefes alamıyor resmen.
İyi bir huy mudur, kötü bir huy mudur bilmem ama ben hayatımda hiç bir zaman, hiç bir olay karşısında paniğe kapılmam. Bu sefer de öyle oldu.
Gayet soğukkanlı bir şekilde ağzımı Yunus'un ağzına yapıştırdım, başladım suni teneffüs yaptırmaya.
Komşular geldiler. Yunus'u hastaneye götürdük ancak acilde kimse bir teşhis koyamadı. Eh Yunus da kendine geldiğine göre evimize dönebilirdik. Öyle de yaptık.
Bir kaç gün sonra aynı durum bir daha yaşandı Yunus uykudayken. Sonra bir kaç kez daha...
Ben her seferinde salak salak suni teneffüs yaptırıyordum çocuğa.
Nefesi kesiliyor, başlıyor vücuduna elektrik verilmiş gibi titremeye, bir müddet sonra kendine geliyor.
Sandıklı Devlet Hastanesi bir türlü teşhis koyamayınca Afyon Devlet Hastanesine sevk edildik sonunda ve nihayet öğrendik: Cerebral Palcy yetmiyormuş gibi bir de Epilepsi varmış Yunus'ta. Yani Sara hastasıymış. Suni teneffüs kesinlikle yaptırılmamalıymış. Halk arasında çok kullanılan soğan koklatma, kolonya koklatmayı sordum '' Sakın ha '' dedi doktorlar.
Evet, yazacak bir şey kaldı mı?
Son olarak Sedefi de yazayım. Yunus'ta aynı zamanda sedef hastalığı da var. Bazen tüm vücudu balık gibi pul pul oluyor ama Allah'a şükür şu sıralarda sedef sorun değil, tek tük var vücudunda.
*****
''Hocam ! Başlıkta '' Tahta kaşık '' demişsin. O nedir? Onu da anlatsana '' Dediğinizi duyar gibiyim de nasıl anlatayım ki?
****
Bir gece vakti...
Yunus halının üzerinde uyumuş kalmış besbelli. Benimse bankaya kredi borcum sebebiyle gözlerimi uyku tutmuyor. Bu şerefsiz borcu nasıl kapatacağım? Maaşım belli, harcamam belli, ihtiyacım belli.
Birden Yunus çırpınmaya başladı. Yine Sara krizi geçiriyordu. Az sonra nefesi kesilecek, mosmor olacaktı.
Sol tarafımdan bir ses duydum adeta: '' Tam sırası. Şu anda yaparsan hiç kimse farkına varmaz. Al yastığı kapat yüzüne. En fazla beş dakika sürer. Sonrasında Yunus da kurtulur siz de...''
Doğru söylüyordu sol tarafımdan fısıldayan ses. Yunus'un derdinin en etkili ve kesin çözümü buydu.
Yatak odasına doğru yöneldim bir yastık almak için ama ayaklarım beni mutfağa doğru götürüyordu.
Mutfağa girdim, bir tahta kaşık aldım ve hızlı bir şekilde Yunus'un yanına gelip kapanmakta olan alt ve üst çenesi arasına yerleştirdim. Böylece çenesi kapandığında dilini ısırmayacaktı.
O lanet sesi daha sonraları da duydum ama her seferinde '' Euzubillahi mineşşeytanirracim.'' ( Kovulmuş Şeytan'ın şerrinden Allah'a sığınırım.'' Dedim.
SON
( Tahta Kaşık-hey Gidi Cerrahpaşa-3. Bölüm- başlıklı yazı Sami Biber tarafından 6.08.2024 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu