Şu ana kadar yazdıklarıma bakınca benim bir Don Juan ya da Kazanova olduğumu sanmış olabilirsiniz. Fakat işin aslı hiç de öyle değil. Hayatımda ilk kez eşim dışında bir bayanla baş başa karşılıklı çay içiyordum. Zaten eşimle bile ev ortamı dışında sanırım hiç böyle bir gün yaşamamıştım. Evlenir evlenmez çocukları sıralamış, sonrasında da hep bir takım engeller ya da bahaneler bize baş başa böyle bir gün yaşatmamıştı eşimle…Aaaahhhh Ahhh…O , gelirken gördüğümüz kilise açık olsaydı da gidip bir günah çıkartsaydım. Bunca seneden sonra ne b.ka yarayacaksa artık.
-Daldın hocam…
-Biliyor musun Nuray. Buralara bir kez olsun eşimle gelmiş olsaydım.; gelebilseydim; şimdi bu masada ne sen olurdun. Ne de Mualla’yı bekler olurdum.
-Bak ama yine Mualla dedin. Yaşlı bir falcı karısı da olsa kıskanıyorum haaa.
-Allah İyiliğini versin… Raziye Abla’dan kıskanıyorsun beni ha?
-Raziye abla mı? Mualla değil miydi adı?
-Haa evet…Asıl adı Raziye'dir…Havalı olsun diye Mualla adını kullanır. Pek bilen yoktur asıl adını.
Yav ben bu gün niçin böyle çuvallayıp duruyorum. Hay Allah’ım ya. Sanırım tecrübesizlikten. Resmen çarşafa dolanıyorum.
-Eeee anlat bakalım sen neler yapıyorsun hocam? Emekli oldun sanırım.
-Evet…Altı senedir emekliyorum. Boş zamanlarımda da şiir filan yazıyorum.
-Aaaa demeeee…Ben de şiir yazıyorum. Sana bir tane okuyayım mı? Daha doğrusu hemen şimdi uydurduğum bir şiiri okuyayım sana istersen.
-Şimdi, şu anda , sen aklından şiir mi yazıyordun yani.
-Evet, Okuyayım mı?
-Oku bakalım.
-Yok , bak bu peçeteye yazayım sen oku.
Başladı yazmaya:
Bütün dünya eski hamam eski tas.
Sana geldim, ister öldür ister as.
Gerek var mı izahata, soruya.
Al kazmayı göm beni bu koruya.
Toprağıma ayağınla iyi bas.
Hakkım değil midir biraz İltİMAS
-Vaaayyyyyyy…
-Nasıl beğendin mi?
-Güzel olmuş.
-Hepsi bu kadar mı? Güzel olmuş…
-Aliyyül âlâ, muhteşem, şahane, fevkâledenin fevkinde …Nasıl şimdi oldu mu?
-Hepiniz aynısınız zaten. Biraz romantizm deyince aklınız gidiyor. Erkekliğinizden bir şeyler eksiliyor sanki. Romantizm sizlerde genetik dejenerasyona sebep oluyor.
-Genetikle ilgisi yok bunun. Hayatı boyunca hep soru sorulan kişi olmayla ilgili. Çocukluktan başlıyor: ‘’Niçin altına işedin bakayım? Bu yemek niçin bitmedi?, Bu vazoyu sen kırdın değil mi?Bu gün yaptıklarını babana söyleyeyim mi ha..Söyleyeyim mi? Bu kadar zayıfı bakalım babana nasıl izah edeceksin? Yatağın altına gizlediğim paraları sen yürüttün değil mi? O sokakta dolaştığın şıllık kimdi?...Daha sayayım mı? Erkek devamlı soru sorulan kişi olmaktan kurtuluyor evlenince. Dolayısıyla da ‘’Hayatıııım bak bakayım bende bir değişiklik görüyor musun’’ diye bir soruyla karşı karşıya kalınca psikolojik olarak ‘’ Ulan yine ne kabahat işledim’’ moduna giriyor. Savunma olarak da ‘’ Hııı ‘’ demekle yetiniyor.
-Yani şimdi ben, benim kerestenin boşuna günahına giriyorum öyle mi? Adam dört dörtlük ama hiç bir şeyden tatmin olmayan benim ha?
-Valla bilemem adam dört dörtlük mü yoksa dört sekizlik mi? Müzisyen olan sensin.
Tatlı tatlı sohbet ederken yine telefon çaldı. Bu sefer arayan Tuğrul’du.
-Babaaa yav ne zaman eve geleceksin? Bu gün yemek filan da yapmamışsın . Ne yiyecez?
-Zıkkımın kökünü ye e mi? Ulan eşek sıpası iki tane lahmacun sipariş etmek de mi aklına gelmiyor?
-İyi yaaa..Sen Beykozlarda bizim kaynana adayıyla aşna fişne yapacaksın diye biz lahmacuna mı talim edeceğiz şimdi?
-Ulan senin kaynana da aşna fişnene de. Bir daha ararsan akşam yemeğinde o telefonunu yediririm sana.
-Babaaaa kızınca çok tatlı oluyorsun ha…Optüm domates yanaklardan. Kaynanama selamlar.
-Kaynananı e mi?
-Önceden mesir macunu filan almayı ihmal etme. Haaa haa haaa.
-Soracam ben sana macunu. Eve gelirim elbet.
Telefonu Kapattım. Nuray merakla sordu.
-Kimmiş?
-Benim iki numara. Yemek yapmamışsın ne yiycez diyor.
-Bir kaynana filan lafı oldu? Evli mi o?
-Yav ne kaynanası. Yemek yok..Kaygana yapayım mı dedi. Ben de hay kayganana dedim. Eşek herif mutfağa bir girdi mi züccaciye dükkanına fil girmiş gibi olur mutfak. ( Bu kısım tamamen doğru…Zaten tüm erkekler öyle değil midir? Hatta ben bile )
-Macun filan neydi peki.
-Ya camların kenarına macun çekecektik de. Baba macunu ben mi alayım yoksa sen gelirken alır mısın diye soruyor.
Nesrin Topkapı vardı bizim zamanımızda…Dansözler kraliçesi…Gelip görmeliydi kıvırmak nasıl oluyor.
Hava iyice kararmaya başlamıştı. Hafiften rüzgar da çıkınca kalktık ve sahile doğru yürüdük. Benim nazarımda İstanbul’un en güzel yerlerinden biri olan sahilde de yarım saat kadar havadan sudan konuştuktan sonra sordum.
-Nuraycım. Beykoz deyince akla paça gelir. Şimdi paça mı yeriz yoksa başka bir şey mi?
-Paça iyi de sarımsak filan olacak. Arabada milleti rahatsız etmeyelim. En iyisi balık yiyelim.
Bir balık lokantasına yöneldik ki. Telefon yine çaldı. Bu sefer Cihangir…Yani Bir Numara
-Aloooo babaaa yemek…
-Ziftin pekini yiyin e mi?
-Ya sen neredesin bu gün?
-Bir bayan arkadaşla Beykoz’dayım. Biz balık yiyeceğiz. Sen de in Kadıköy’e balık ye madem. Of yaa…İçine ettiniz günümün…Zırr zırr telefon.
-Babaaa sen acemisindir. Çakmazsın bir bayanla baş başa yemek filan yemekten. Bak benden sana tavsiye. Masaya oturmadan evvel bayanın sandalyesini çek. Çok hoşlanır bayanlar bundan. Sonra , balığa öyle kedi gibi yumulma…Yani evdeki gibi... Çatal bıçakla ye.
-Ya balık konusunu anladım da öteki konudan emin misin?
-Ya tabii ki sandalyesini çekersen kadın bayılır buna.
-Kesin diyorsun yani. Valla ilginç. Neyse deneyeceğim. Bakalım…
İçimden ‘’ Yav bu kadın milleti manyak galiba’’ diye düşünüyorum ama Cihangir diyorsa doğrudur. O, bu konularda çok tecrübeli çünkü.
Neyse…Balık lokantasından içeri giriyoruz. Boş bir masa bulup oturacağız . Ben hemen Nuray’ın oturacağı sandalyeyi tutuyorum ve kendime doğru çekmemle Nuray kıç üstü yere yapışıyor. ‘’Yav bu karı milleti valla manyak. Bunun nesinden hoşlanırlar anlamam ki…Vah Nuray’ım vah…Gitti çanak…’’
-Yav Hocam bu ne biçim şaka şimdi?
-Yav vallahi şaka filan değil. ‘’Kadınlar restoranlarda sandalyelerinin çekilmesinden çok hoşlanırlarmış’’ dediydi benim oğlan.
-Oğlan doğru demiş de sen yanlış anlamışsın.
-Ya çok özür dilerim. Sanırım öyle oldu.
Yav ben ne müfettişlerin teftişinden yüzümün akıyla çıkmış bir adamım lakin şimdi burada, bu lokantada resmen saçmalıyorum.
Balıklar geldi. Uyanık Nuray Hamsi söyledi. Dolayısıyla onun işi kolay. Çatala takıp götürüyor. Lakin ben ne halt etmeye bilmem çipura söyledim. Haydi ye yiyebilirsen bıçak ve çatalla. Allahtan Nuray anladı meseleyi.
-Hocam balık dediğin elle yenir. Hiiiç uğraşma çatal-bıçakla…Yumul Allah ne verdiyse.
-Yav hay Allah razı olsun senden.
On parmağımın hiç birisini mahrum bırakmadan hepsini birden soktum balığın içine. Zavallı balık yakalandığında ve pişirildiğinde bile böyle bir vahşet görmemiştir garanti.
Balık ve de kola ikisi birden , özürlü olan midede gaz yaptı. Tam hesabı öderken kos koca bir ‘’Gaaarrrkkk’’ yapmaz mıyım gayri ihtiyari olarak. Al şimdi. Bu kadar güzel bir günün noktası bu mu olmalı? Lakin dedik ya. Bu gün Nesrin Topkapı elime su dökemez diye. Hemen vaziyeti kurtardım yine
-Garson bey…Şimdi ben niçin geğirdim biliyor musun?
-Abiciğim olur öyle şeyler. Kem.. kümm…
-Bak bey kardeşim. Burası turistik bir restoran değil mi?
-Eveeett
-Hah…Çin’de insanlar bir yerde yemek yedikten sonra mutlaka geğirirlermiş. Böylece yedikleri yemekleri ne kadar beğendiklerini ifade ederlermiş ( Bu bilgi tamamen doğru ) Ben de geğirerek bakayım dedim bu restorandakiler Çince biliyorlar mı?
Yine kıvırdık ya kıvırmaktan neredeyse belim kırılacak.
Nihayet Nuray’ın telefonu da çaldı. Nuray karşısındakine çıkıştı önce.
-Senin kaprislerinle mi uğraşacaktım….Ben Beykoz’dayım…Neler kaçırdığını bir bilsen…Tamam tamam en fazla iki saate kadar oradayım…Gelirken ne getireyim?...Tamam tamam.
-Kim o? Senin kız mı?
-Evet…Anne nerede kaldın diyor.
-Namussuzlar. Hiç bir yerde yanlarında olmamızı istemezler ama eve iki dakika geç git hemen telefon üstüne telefon yağdırırlar neredesin diye.
-Haklısın… Geç kalmayalım yine de.
Birlikte Belediye otobüsüne binerek geri dönüş yolunu tuttuk. Benim aç kuşlar ağızlarını açmış mama bekliyorlardı. Nuray’ın ise emzirmek zorunda olduğu bir kuzucuğu vardı. Onları fazla bekletmemeliydik.