Bir batında kaç şiir açacağını
umuyorum ki ya da solan günün yasını mı tutacağım aykırı olduğuma biat, günümü
lanetleyen gecemi de teşhir eden yalnızlığın kıyılarında alımlı bir eda ile
dolaşırken.
Sözcükler çok sıradan geliyor bazen
ve sıra dışı hükümler verilmesi gerektiğine inanıyorum ve mizacımı yokluyorum
ve derken mahkeme celbi gönderiyorum içimdeki sözcük dağcığına.
Sarkıtlar var: düştü düşecek.
İmler var sözcükleri orasından
burasından çekiştiren.
Bir de sayısız ben var benden içeri
tıpkı kursağımda takılı yarım adalar sınırı aşan ve bağrıma taş bastığım.
Peştamalı yırtık kimi zaman içimdeki
küçük ve dilbaz çocuğun ama yüreği büyük ve heybesi tıklım tıklım.
Bazen bir ziyafet çekiyorum ruhuma ve
açlığımı bastıran titrinde edebiyatın gidip geliyorum satırlar arasında: adeta
bir yatır meziyeti taşıyor kalemimin d/okunulmazlığı.
Yazıyorum, d/okuyorum ve genelde
okunmadı mı yok sayıyorum yazdıklarımı.
Sormuyorum da artık kimselere ya da
bana soranlara kibarca gülümseyip…
Elimden bu kadar gelir de deme hakkım
yok ne de olsa şartlar ve imkânlar sınırsız aslında sebepler de bazense yarım
ağız mutluluk dileniyorum sağıma soluma bakıp da önümde ve arkamda kim varsa
eşlik etmesini talep ettiğim bazen ise sözcükler takılıyor arkasına saç
kuyruğumun ve her saç telimi bir kelime ile örüyorum ama örtüşmüyoruz bazen ne
de olsa çekilmez dünyanın müdavimlerinden biriyim ve kabuğumu yazarak kırdığım.
Söylenceler.
Mazhar olduğum inişli çıkışlı
duygular.
Yürek atlasında, bazen girinti bazen
tepecik bazense dağ misali.
Kimlik derdim var ya da yok aslında
tüm derdim kendimle deyip işin içinden çıktığım.
Hüzün basıyorum yaralarıma tuz
niyetine bazense tuzu boca ediyorum içtiğim suya: deniz suyu gibi ve
çalkantılı.
Oysa ben bir göle özeniyorum: tatlı,
içimi hoş ve durgun. Olmuyor ama: ne duruluyorum ne de duraksayıp koşmayı
sonlandırıyorum.
Yaşımın meali belki bin asır oysa
öykündüğüm satırlarda çocuk masalları fink atıyor ne de olsa mutluluğa ve
hayallerin gerçek olacağına sadece çocuk kalpler inanır.
Sevgiyi asla es geçemiyorum ve dirhem
dirhem eksiliyorum ne de olsa şahikanın kanatlarında bir bülbülyuvası içimin
deyişleri.
İri kıyım şiirler var bazen aslında
içimi acı.
Son sürat hayal kırıklığı genelde
eşlik eden ve bir sonrası umut tarlası.
Aşkın gıyabında satırlar meşk ediyor
iyi de aşka dair hep lal yürekler ya da yüreğin içine onlarca yürek sığdıran
adam ve kadınlar.
Öykündüğümden çok uzak ve ısrarla
yazıyorum çünkü ağlamak için elimdeki sebepler asla yetmiyor.
Sırnaşırken kalem ucunu kırıyor ve bu
sefer kan damlıyor ılık ılık. Acile götürsem kalemi kesinlikle serumun içine
mürekkep enjekte edip boylu boyunca yatıracaklar sedyeye.
İnce ucunu kalın bir kalemtıraşla
açıyorum ve küt burnuna bir buse konduruyorum artık gecenin kaçıysa kaçkın
uykum bana uzaklardan göz kırparken kalemle helalleşiyorum.
Yazsam ne değişiyor ki?
Günü tamamlamak üzere kapımı çalan
aheste bir soru.
İklim aynı; hava aynı ve insanlar da.
Aslında ben de aynıyım ve görünen o ki aynı kalmaya da devam ediyorum.
İçimdeki huzursuzluk beni benden
ediyor. Sorularımın muhatabı olmadığı gibi kalemin muhatabı da ben iken…
Kelimeler diyarında yapmam gereken
bir yolculuk ve yüreğimin ikramı sayısız duygu artık gün içerisinde nasıl bir
haksızlığa ya da tepkisizliğe maruz kalmışsam günün devriliyor; güneş çoktan
uzay boşluğunda uykuya dalmış; benim içine düştüğüm o kara delikte illa ki yolum kesişecek güzelliklerle ve
mutlulukla deyip… elime tek yakışan ve diğer elimde demli bir bardak çay: uyku
hepten hak getire.
Gecenin bekçisi ve müdavimi ve de
nöbeti sabaha devretmeden…
Ilıman bir mevsimin içimi ürperttiği
aslında kıyısından köşesinden nasiplendiğim gün içinde neyle muhatap olmuşsam
artık.
Közünde sözün.
Özünde gönlün.
Sıra dışı bir vaveyla biriken ve
geniş açılı devasa bir üçgen: hani üşenmesem yeniden hesaplayacağım üçgenle
ilgili ne kadar bilinmez varsa karşımda pis pis sırıtan.
Kaleme dair söylemem gerekenler ve
hayatımın merkezinde alt etmeye çalıştığım ne ise.
Belki de içliğimin uydusu ya da
hiçliğin iz düşümü zaten varlık olmaktan kasıt sahip olmadığım ne ise çok da
umurunda olmadığım.
Kayıtsızlık zincirine tekabül eden
sayısız insan ve eklenen sayısız zincir.
Tıpkı dünümü günümle avuttuğum ve
dünümün yenilgilerini güne taşıyıp yarınlardan da kesmişken umudu.
Bilediğim gözlerim sanırım görüş
alanıma girmesini temenni ettiğim diğer varsayımlar ve aklımın kapıştığı
duygularım.
Tahammülsüz insan izlekleri genelde
bir merhabayı esirgeyenler ya da teyakkuza geçip istismar etmek adına duyguları
ve illa ki sıkıntı yaratmayı bir meziyet olarak görürlerken.
Mizansen kayıpların başrolde olduğu
ve perde arkası konuşulmayanların cereyan ettiği.
Kimlik karmaşası.
Telaffuz edilesi üç beş rakamla yola
çıkıp e-devlet şifremi unuttuğum ya da boşa düşmüş bir vatandaş olduğum gerçeği
bilmem kaç senesinin kayıtlarında ismime rastlanmadığı.
Ne de olsa ihanete uğrayan bir tek
ben değilim ya da ihmal edilen oysaki akla zarar olup biten.
Göğün ortasında gözümün akına yakın
bir beyazlıkla muhatap olup da…
Sabaha yakın bir saatte ben metazori
bir gülümsemeyi hatmetmek adına saklı sarnıcın ucunda devinen bir su damlası
olma meziyetimle ve irkildiğim kadar da gerisinde durduğum.
Minvalinde yorgunluğun ve devasa
mabedimin en şirin abidesi iken içimin kalem krallığı ve kendi kurallarımı
dayatırken kaleme biliyorum ki eşref saatim henüz gelmedi.
Kurmadığım alarmı ayarlamadığım bir
saate denk düşen uykusuzluğumla ben hala geceyi gündüz belleyip ısrarla
yazdığım…
Ne bir kelime eksik ne de fazla.
Varlığım gibi.
Ha varım ha yoğum.
Fark eder mi?
Sizce?