‘’Ey, içine bakan gözlerimin yoksul
gölgesinde kendini açıklayan gerçeklik!
Her kopuşla adını yineleten umut!
Bir serin yaşlı-bahar özlemi, acı kar
fırtınaları beklentisi kışlarda ve alıcısı olmayan iki mevsime zamanın
kapanabilmesi devrimi.(Nilgün Marmara)
Asılmayı bekleyen kanatlarından
aykırı zihniyetlerin giydiği cüppenin sürünen eteklerinde saklı kalıntılarım.
G/öremediğim suçlarım var tıpkı
sevginin eşkâlini çizdiğim tortusunda rüzgârın ölmeyi arzuladığım şiirlerim
var.
İstisnaların oluşumunda kaideyim
belki de kallavi bir şiir dilediğim yine hayatın demir parmaklıklarına konan
güvercinin kanatlarına teyelli bir öz veriyim.
Aklın ırmaklarında ölü soluncalar var
bir de kayrası ömrün.
Süt liman olmayı dilediğim,
öykündüğüm o şehir çok uzağımda.
İzafi rotamın müvekkili bir baykuşun
uğursuzluğundan yaka silken şehir sakinlerinin sönmüş feriyim yine
gözbebeklerimde şehla acılar naralar atarken ölümsüzlüğün hesabını tutuyorum.
Günde kaç yüz kelime yazdığımı
bilemeden ve yüz ölçümümün neye denk düştüğünü bilip de haritada bir mavi leke
miyim de illa k mavinin teninde doğuyor cümlelerim.
Zaman aşımına uğramamış benliğimle
sözlü kelimelerim bir de Istıranca Dağlarında fink atan cahil cesaretimle
yeminliyim insanları sevmeye.
Maruzatlar dillenirken ve masum bir
sarkacı da gözlerimle izlerken…
İçimde vuran gongun acı yüklü saflığı
mıyım da saf tuttuğum z/amansızlıkla ilahi acılar geçidinde dolanıyorum bir
ömür?
Kuluçkaya yatan şarkılar kulağımda
tef çalarken aşkı ıskalayan ruhlara sitemim bir de mevzu bahis ne diye
sormadığım insan ırklarına yine de ayrımcılık yapmadan ilişmeden sevdiğim uzak
coğrafyalar.
Yüreğime hatim indirmeyeli
huzursuzluğumu da kefilim belki de kesirli hayallerimi yuvarlıyorum inleyen bir
name değil de eğreti bir şarkıda nakaratına yüklendiğim o kısacık cümleleri
aşkla bandığım yüreğimle kardığım…
Izbandut düşlerden dökülen gözyaşı ve
kayıpların da skalası.
Haşmetli bir ölü olma özlemim ve
toprağıma sevgiyi kürek kürek attıkları o günün özlemi belki de kendi cenazemin
tek ziyaretçisi olacağım küçümen öykülerinden fırlayan cücelerin acıyla
kıvrandığı bir Pamuk Prenses olmakta asla da tereddüt etmediğim.
Ruhun ihalesi.
Düş bozgununa uğrayan gerçeklerim.
İhya edilesi ruhun da kozalağı iken
cümle pazarında açık arttırma ile kendime sunduğum devasa yürekler martavalı.
Tininde saklı çoğu veryansın ve
titrinde göğün makber öncesi bir seremoni.
Aşkın ihya edeceğine sefil ettiği
sevgisiz insan ırkı yine de kusuru kendimde arayıp açık ara farkla bir yaşayan
ölü olmaktan imtina ettiğim.
Teyelli yüreğimde taziyeler sunuyor
ebabil kuşları bir de mevsimin doğasına aykırı soğukla ürperiyor teni
cümlelerimin.
Cümleten hibe ettiğim.
Cümlesine cümlelerimin kefil olduğum.
Zanların karesini alıp da zamlı bir
ölçüm iken biçilen sıfatlar ve ismimle cismimle yazmayı şiar edindiğim şu
kısacık ömürde mutluluk yine yazdıklarımın doğasında saklı iken.
Şairin de dediği gibi:
‘’Hiçliği kusan uzaklıklar
yazgımdı.’’
Uzakların tekabül ettiği bir öğreti
olsa olsa yine iz düşümü yakınlığın uzaklıkla kıyaslandığında sadece milimlere
denk düşen ve uzun boylu ayrılıkların aslında yakın mesafede seyrettiği.
İklimin damarlarında akan Nisan
yağmurlarına kefilim, sevgili Nilgün bir de açmayan çiçeklerin dili olmaya ne
de olsa dilemması ömrün her surede kendimi bulduğum ve o Veda Hutbesinde
yaşlarımın çağladığı.
Kısacık bir zaman aralığına sığan
ömrün belki de ömürlere sığmayan kelimelerin derken ürkünç bir vazifeymişçesine
kendini boşluğa attığın…
Hurafeler zeminde kaygan ölümler
sunarken ve ölümün de çözülmezken dili, dilimliyorum içimdeki yüreği ve büyüyen
her ayraçta benlik bir söylemden vazgeçip biz olmaya yöneliyorum.
Ne aşkın ifşası ne de varla yok arası
sevda muhabbetlerinin hoş bir reveransla tefe tutulduğu…
Yalnızlığın resmini çiziyorum 5-B
kalemlerle belki de daha koyu olmalı gölgeler ve izafi tanıklar Tanrıya karşı
gelirken darbe indirmeliyim tepelerine.
Varlığımla yoksunum.
Yoksunluğumla da hala var olmaya
ç/alışıyorum.
Nöbet geçiren şiirlerde yanan ferine
sevginin, ben methiyeler sıralıyorum tümden gelen coşkumun ansızın sonlandığı
ve garez olmasam da kimi zaman kimsesizliğime atıfta bulunup içimdeki neşeyi
soldurmaya çalışanlara rest çekip bakıyorum yoluma.
Kükreyen dağlar.
Sünepe yokuşları şehrin.
Işıldayan hangi evse aslında üşüyen
insanların üşengeç sevdaları.
Aralık tuttuğum kapıdan girecek az
sonra bilinmezin müridi üç beş imge sonra da taşkınlara sebebiyet verecek
mevsimsel kırgınlığım.
Derli toplu bir ölüm dileyip de hala
nasıl oluyorsa arzu ve coşku ile y/aşıyorsam.
Muhitin kaçkın şiirlerinden
ısmarladığım o temayı sana gönderiyorum ve göz teması değil de ruh teması
kurduğum naif varlığına da söyleyeceklerim henüz bitmedi.
Yeni bir şiir daha düşerken
ırmaklarından Nisan rüzgârının da atıfta bulunduğu bir şarkı iken sonlanmayan
niyazım, şimdilik hoşça kal.