Ertelenmiş bir hayatın arifesindeyim
bu gün ve gök mavi.
Sarının saltanatını sürdüğü bir öğle
üzeri, içimdeki demir bilyeler de Tanrının hediyesi.
Süt beyazı teninde bulutların, dolgun
martılar, uyumayı reddettiğim gecenin de ertesi içimdeki inilti.
Aşkın şafağına yakın ve de muzip bir
gök gürültüsüyüm; bacağımdaki ağır çekim az sonra başa alacağım filmin de ilk
karesi.
Övünç yüklü kelebek kanatlarında
ömrün, ben istemedim kadın olmayı lakin pembe düşler düştü peşime ve sakil bir
örüntü.
Kozamdaki balçık ve öksüzlüğü trenlerin…
ben ise lokomotifi itekliyorum ve örülü düzenekte gel-git’lerin dokunulmazlığı
ile muhalif bir cevap oluyorum sorulmayan sorulara.
Kadın olmayı istemediğim gibi anne
olmak da yoktu düşlerimin eridiği zeminde oysaki emindim kendimden ve yırtıcı
kuşların tınısında doğaüstü bir aşkla içimdeki dingil kırıldı.
Özrüme sahip çıktı Tanrı ve
içemediğim her şerbette yaladım ben yüreklerin kıyısını tıpkı bir dalga gibi
alaya alınan.
Zemherilerin üşütmediği bir mevsim
olmayı diledim oysaki yasaklıydım ben ve salkım saçak göğün umuduna dikip de
gözlerimi bir de gönül gözüm kessin diye karanlığı.
Zombilerin dansıydı içimdeki ritme yenik düştüğüm;
ölümün de zevcesiydim… dedim ya ister istemez anne olmuştum ben.
Turnama sahip çıktım. Aklıma da.
Tanrı şahidimdi madem yaftalayan
düzeneğe şerh düştüm sonuçta ben bir kelaynak kuşuydum.
Örüntülerin niyazına denk düştüm bu
sefer ve bağrı yanık şiirler derledim aşkın hizaya getirdiğini umduğum ve
umduğumu bulamadığım.
Diyetimi ödeyecektim.
Haber saldım posta güvercinlerine ve
gagalandı yalnızlığım.
Elimden tutan yalnızlığın provasıydı
ve kâinat orkestrası, tüm dizginleri elimden bıraktığım.
Yanan ateşte piştim ne de olsa aşkın
hicvine yenik düştüm.
Mağdur kılındığım ne ise bir de
seyyah yüreğin kalan son gücü ve evet, sevmek için muhteşem bir fırsattı.
Zamanın ve hayatın tarhında saldım
içimdeki kuşları; yeltendiğim sadece bir teselli bulmaktı bir de gürültülü
yalnızlığın ilahı iken şarkılar bir avazda söylenen.
İklimin gücüne yenik düştüm; evrenin
ve Tanrının gücüne vakıf arsız imlerin ardına saklandım derken kurtardım
yakalanan ruhuma atıfta bulunan beynamaz sitemlerden soyutlandım.
Ben bir kadındım madem ve de bir
anne.
Lokmamı sakladığım kursağımda ve
böldüm hece hece.
Zanların titrek sesinde ve umudun sarsıntısında…
Lal yüreğin çırpınışa tanık her
karede ve de.
Sonrasına muhaliftim kötünün ve
fıtratımdaki yoksunluğu giderdim bir bir.
Bir derken iki ve onlarca ardından
onları takip eden yüzlerce çocuk.
Rahmi genişti evrenin ve benim de
yüreğim.
Bir annenin sarkıttığı yüreğe
tutundum ve bir diğer annenin.
Sahip çıktığım sevgiyi büyüttüm
başını her okşadığımda çocuklarımın, yüreklerine kazıdılar ismimi ve
annelerinden bir adım geride olsam da ben çocuklarımın koruyucu meleği idim.
Örttüğüm değildi içimdeki gizem.
Aşk değildi evrene sunduğum sitem.
Ayrık otu olsam da kiminin gözünde ve
kanlı canlı bir çocuk doğuramadığım bir lanet gibi addedilse de ben de kendi
çapımda bir anneydim.
Ne zamanki bir çocuk görsem ve
masumiyetin izini sürdüğüm o huzurla anne olmayı sonlandıran bir rüzgârdan da
aldım nasibimi.
Hâkimiyetin ve merhametin rahlesinde
elimdeki tebeşirle tahtaya kocaman harflerle ‘’anne’’yazdığım ve bir sonrası
bir tebessümü yüklenip de içimdeki annelik güdüsüne sahip çıkan martıların
başımda döndüğü bazense yolda görüp çarpışma ihtimalini es geçemediğim.
Kuzguna güzel gözükürdü madem yavrusu
ben de anneme hep güzel gözüktüm ve tüm çocuklar da bana: en çok da onların
varlığı ile nemlenen gözlerimde öğretmenlik mesleğini tatmış bir düş kırığı
olarak içimdeki yetim’in başını okşayan ellerinde şefkatin özümsediğim
güzellikleri yine bir şekilde evrene armağan ettiğim, dışlandığım her karede
bir mizansen iken içimdeki o doğal güdü ve içimdeki kız çocuğunu misafir
ettiğim bir ömür boyu…