Mevsimin bile yanık bir
teni yok ve henüz yanmadı canı Haziran’ın.
Üstü örtülü bir kehanet
gibi salınsa da tatilin ilk günleri, elimdeki kalemle neyin ya da kimin yanına
çentik atıyorum? Bir mavi’yi dillendirdiğim ve bayrağın kırmızına hürmet edip
öpüp de başıma koyduğum Kur-an’ı Kerim.
Örtüştüğüm yarım yarına
dair bir izdivaç mı yoksa tensel dokusunda renklerin hangi rengi giymeliyim ve
hangi ara uyuyup da uyanmalıyım telaşla bayram sabahına?
Soru imleçleri pek bir
sırnaşık bu günlerde ve ceplerimde yoldaki bahçeden topladığım tohumlar kim
bilir nereye misafir gitmeyi bekliyorlar yoksa boş koltukların hayali
sahiplerinin bile mi umurunda değil?
Tohuma kaçan hayallerin
canı bir kez yandı ve bir kez yandı canımız asıl nereye dönük olmalı yüzümüz ve
en çok de neyin esaretinde çekmeliyiz acı?
Gidip de asla gelme
ihtimali olmayanları mı? Yoksa varla yok arası insan bedenlerinden ırak
İstanbul sokaklarını mı inzivaya çekeceğiz yeniden bayram öncesi yapılan
hazırlıkların da bir karşılık dahi beklemediği…
Sözcükler bile terk
etti dünden beri beni ve ben sadece boş sayfaya dikmişken gözlerimi salındığım
salonda bir kesif sessizlikle neyle ya da kimle muhatap olacağım kim bilir?
Suçlu aramayı artık lav
ettim ve umut etmeyi de ve olanlardan sorumlu tutulmayı da reddediyorum.
Öncemi didikleme
ihtimalim ile geçmişimi sonsuza kadar yok sayacağım bu yazı bitene kadar ve ben
sadece gidip de gelmeyecek olanları rahmetle anıp canlılardan umut kesmenin
realitesi ile içimdeki kırık sarkacı alıntı mahiyetinde sabitleyeceğim göğe ve
tüm kuşları davet edip pencereye elimdeki yetim kırıntıları serpeceğim ve
koyduğum bir tas su ile sefil serçe ordusunu misafir edip tüm yoksunlukları da
yok sayacağım.
Yok sayılmanın verdiği
o bitimsiz acı ile.
Varlığımı da ne amaçla
daim kıldığımı bilemezken.
Özrümü en baştan sunup
çekildiğim arka sahne.
Ördüğüm saçlarım kısa
artık ve artık kısa etekli ve uzun saçlı kız çocuğu da değilim şunun şurasında
verip vereceğim her duyguyu yazıya teslim edip yine sessizce geri çekileceğim.
Yabana atılan kelimeler
gibi varlığımla sürmenaj olduğum hatıralar zincirinde kim bilir hangi kibirli
cümleyi ağırlayacağım bayram sabahı ve kim bilir hangi yeti’m ile kanıksamaya
mecbur bırakıldığım yalnızlığıma iz düşeceğim?
Diri bir yenilgi
benimki/bizimki.
Dingin olmayı dilediğim
bin bir yüzlü soytarı imge.
Sokağın ya da caddenin
müdavimi üç beş kişi ile sınırlı iken Anadolu yakası belki de görmeyi
reddedenler yüzünden düştüğümüz bu hali de yabana atamıyorum yine de ve yine de
şükretmeyi sürdürüp hanemdeki azınlıkla aslında azımsanan varlığımla ben bir
kehaneti daha dillendireceğim aslında bir rivayet olduğunu bildiğim mutluluk
denen kumpasın henüz yanmamış teninde illa ki güneş kremini sürüp sözcüklere
Haziran güneşine teslim edeceğim cümlelerimi.
Bir yol’a çıkıp da
gelmeyi reddedenler…
Yoldan çıkıp yola
gelmeyi akıllarına bile getirmeyenler.
Belki de bir yol
mefhumu yok iken ortada varlıklarını zaten yolluk yapmışken şehrin geride kalan
sakinleri…
İstanbul’a minnet
ettiğim her an’ımda ve her anı’mda aslında İstanbul yüzlü muhalif yorgunluğumla
yeni bir şık ararken bayram sevincine eşlik etsin diye.
Uyumayı ertelediğim
lakin uyanıp da sağ salim günü teslim etmeyi unuttuğum bir Haziran gecesi işte.
Aşkın ve yanlışların;
insanların ve insansız unutulmuş mutlulukların…
Evsafı yırtık bir kız
çocuğundan hallice.
Aslında yarım yamalak
bir cümleyi daha sırtlayıp illa ki tamamlamak isterken yarım kalan her hikâyeyi…
Zaman da mekân da
rüştünü çoktan ispatladı mı madem, herkese mutlu bayramlar diliyorum, sevgili
dostlarım.