TEKERRÜR EDEN TARİH-11. BÖLÜM—BU DAHA
BAŞLANGIÇ MÜCADELEYE DEVAM.
İstanbul’da ilk Ermeni Ayaklanması 28 Temmuz 1890 da Kumkapı Ermeni Kilisesinden
başlamıştı. Ayaklanmanın lideri Vanlı bir Ermeni olan Artin Cangülyan idi.
Ayaklanmada çıkan çatışmada iki Ermeni ölmüş, on yedi Türk askeri yaralanmıştı.
Daha sonra yapılan yargılamada Cangülyan idama mahkum edilse de padişah II.
Abdülhamit, bu cezayı müebbed hapse çevirmişti. Olayda herhangi bir dahli
bulunmadığına kanaat getirilen Patrik Horen Ateşyan’a herhangi bir ceza
verilmemişti. İşte bu sebeple Ermeniler ‘’ Tüm planlarımızı Padişaha sattı.’’
Diye düşündükleri patriğe suikast düzenledikleri gibi(Agop Karabetyan adlı bir
teröristin gerçekleştirmeye çalıştığı bu suikast başarılı olamadı ) devlet
yanlısı olarak gördükleri Ermenilere karşı suikast timleri kurarak katliamlar
başlattılar ki bu katliamların ilki
avukat Haçik’in katledilmesiydi. On beş yaşındaki bir çocuk terörist,
avukat Haçik’i katletmişti.
Bunların dışında Gedikpaşa Kilisesi vaizi Dacad
Vartabet, parçalandı, Ruhani Meclis'e üye seçilen Mampre Vartabet, hükümete
ajanlık ettiği için suikasta uğradı ve yaralandı.Patiğin arkadaşı olduğu için
Simon Maksut adlı bir Yahudiye bile suikast düzenlendi.
23.07.1893 tarihinde tüm Osmanlı Ülkesinde yapılan Nüfus sayımında Ermenilerin
531.404 ü Erkek ve 456.424 ü kadın olan toplam nüfusunun 987.828 olduğu tespit
edildi. ( Osmanlı Belgelerinde Ermeniler- Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel
Müdürlüğü yayınları C.13 bl. 55 )
1895 Yılına geldiğimizde yani Sason isyanından bir sene sonra
Ermeniler bu sefer direkt olarak Bab-ı Âli ( Osmanlı Devletinin hükümet
merkezi. Günümüzde basının kalbinin attığı yer. ) önlerinde bir başkaldırı
gerçekleştirdiler.
Bu başkaldırı öncesinde zamanın Zaptiye Nazırı Nazım Paşa,
Ermenilerin, patrikhaneyi üs olarak kullanmak suretiyle bir şeyler karıştıramak
peşinde olduklarını, bu cümleden olarak mesela devlete sadık patrikhane
mensuplarının yeni patrik İzmirliyan tarafından görevden uzaklaştırıldığını,
daha önce yabancılarla haberleşmek amacıyla patrikhanede bir büro olmadığı
halde yeni patrikle birlikte böyle bir büro kurulduğunu,İngiltere, Fransa ve
Rusya ile bu patriğin çok sıkı fıkı olduğunu, dolayısıyla bunların her an bir
haltlar karıştıracağını bir rapor halinde padişaha sunmuştu. Nitekim raporda
yazılanların gerçek olduğu çok kısa zamanda ortaya çıktı.
Ermeni isyancıları 1894 Eylülünde önce altı büyük devletin elçiliklerine bir
bildiri sunarak Ermeniler için ıslahat uygulanması amacıyla gürültüsüz, patırtısız
bir eylem yapacaklarını, Osmanlı hükumetinin bu eylemi zor kullanarak önlemeye
çalışması halinde meydana gelebilecek her türlü kötü sonucun sorumluluğunun
Osmanlı hükumetine ait olacağını ifade ettiler. Ancak öte taraftan Osmanlı
hükumeti eylemi kanlı bir şekilde bastırsın diye de tertipler düzenlediler.
Türklerin sinir uçlarına dokunarak Müslüman-Türk halkını kendilerine saldırtacaklar
daha sonra da Avrupaya dönüp ‘’ Görüyorsunuz işte halimizi. Müdahale için daha
ne bekliyorsunuz.’’ Diyeceklerdi.
30 Eylül 1895 de aynen Ermenilerin planladığı gibi oldu her şey... Kumkapı
Patrikhanesi önünde toplanan 3000 Civarında Ermeni, oradan Bab-ı Âli’ye doğru
yürürken sayıları 5000 i buldu. Yolda silah atmalar, bıçak çekmeler, sağa sola
saldırmalar ve ‘’ Yaşasın Ermenistan ‘’ Diye ünlemeler...Müslüman Türkler zaten
zor sabrediyordu Ermenilerin bu ulu orta ulumalarına... İçlerine sokulmuş
Ermeni ajanların ‘’ Ermeniler Bâb-ı Âliyi basıp sadrazam ve hükumet üyelerini
öldürecek ‘’ Şeklinde kışkırtmaları sonucu ufak çapta çatışmalar yaşanmasına
karşılık II. Abdülhamit’in ve hükumetin itidalli tavırları neticesinde
ayaklananlar emellerine ulaşamadılar. Güvenlik kuvvetleri çoğu zaten kadın ve
çocuk olan bu göstericileri dağıtmakta zorlanmadı. Pek çoğu çevredeki
kiliselere kaçtılar.( Dinle alakası olmayanlar nedense sıkıyı görünce
ibadethanelere kaçıyorlardı hep. II.Abdülhamit döneminde kiliselere, günümüzde
camilere...) Padişah yine hepsini affetti; bir daha Bâb-ı Âli önünde böyle bir
densizlik yapmamaları şartıyla...
Ermeniler açısından bunlar henüz başlangıçtı, mücadeleye sonuna kadar devam
edilecekti. Adülhamit denilen o zalim diktatör (!) doğal ya da doğal olmayan
yollardan ortadan kalkıncaya kadar bu mücadeleyi sürdüreceklerdi. Bundan
sonrası ya herro ya merro idi. Ama hesaplamadıkları çok önemli bir husus vardı:
İttihat ve Terakki...
‘’Abdülhamit gitsin de kim gelirse gelsin.’’ Diye ellerinden geleni ardlarına
koymayan Ermeniler 1889 da kurulan ve 1908 den itibaren Osmanlı Devletinin
yönetimini ellerine geçiren İttihat ve Terakki’nin 1915 yılında çıkarttığı
Tehcir Kanunu yüzünden Dimyat’a pirince gideyim derken evdeki bulgurdan
olacaklarını, on binlercesinin sadece Suriye’nin Derzor çölünde açlıktan
perişan bir şekilde öleceklerini akıllarının ucundan bile geçirmiyorlardı.
Onlar açısından gelen gideni mumla aratacaktı...
Evet, 1889 da İstanbul’da kurulan İttihat ve Terakki Fırkası da ‘’ Abdülhamit
gitsin de kim gelirse gelsin.’’ Diyordu ve mevcut şatlar içinde gelecek
olanlar, yani Abdülhamit’in alternatifi olanlar, Murat, Mehmet Reşat ve Mehmet
Vahdettin idi. Yani Abdülhamit’in kardeşleri...Hiç birinin Abdülhamit’e tercih
edilecek hiç bir vasfı yoktu. Ama sorun onların bir vasfının olması değildi
zaten. Hatta vasıfsız oldukları için tercih sebebiydiler.
Neyse...Konuyu dağıtmadan kronolojik sıraya riayet ederek devam edelim.
26 Ağustos 1896 da Ermeniler bir kez daha çılgınca bir girişimde bulundular. Bu
sefer görünürdeki hedef Osmanlı Bankasıydı. Bankada pek çok yabancı uyruklu
insan çalışmaktaydı. Eğer banka dinamitle havaya uçurulursa bir sürü yabancı
uyruklu insan öleceği ve yabancı devletler mali olarak da zarara uğrayacakları
için mutlaka Osmanlı Devletine karşı bir dış müdahale gerçekleşirdi. Hele de bu
saldıryı sadece Osmanlı Bankası ile sınırlı tutmayıp Bâb-ı Âli, Ermeni
Patrikhanesi, Galata Karakolu, Aya Tiryada Rum Kilisesi gibi daha başka yerlere
yapılacak saldırılarla çeşnilendirecek olurlarsa Osmanlıya karşı bir dış
mücadele kesin gelirdi.
Eylemin elebaşısı Atina’dan gelmiş olan Karekin Pastırmacıyan idi.( Bu ismi
unutmayın, az sonra bakın ne olacak bu Pastırmacıyan? ) Ermeni teröristler
silahlarla bombalarla donatılmıştı.
26 Ağustos 1896 da Ermeni teröristlerin büyük bir bölümü sabah 6.30 da Osmanlı
Bankasını bastılar. Her an bir haltlar yiyecekleri düşünülerek banka önünde
nöbet tutturulan Osmanlı askerlerinden üçünü şehit ederek bankaya girdiler.
Diğer Ermeni teröristler de İstanbul’un çeşitli semtlerinde tedhiş
hareketlerinde bulunuyorlardı ki terör Kadıköy’e bile sıçramıştı. Ayaklanmayı
yaygınlaştımak için Kasımpaşa ve Hasköy’deki Yahudi evlerine saldırıp altı
Yahudiyi öldürmüşlerdi.
İstanbul tam bir dehşet günü yaşamaya başlamıştı. Resmen bir iç savaş yaşanıyordu.
Müslüman Türk halkının da ellerinden geldiğince teröristlere karşılık
vermesiyle her iki taraftan da ölenler olmuştu bir hayli...
Osmanlı Bankasını ele geçirmiş olan Ermeniler öğlene kadar
banka içinden dışarıya sayısız bomba attılar. Pek çok askeri daha şehit ettiler
ancak kendileri de kayıp veriyordu ve çatışma sonucu banka içinde sadece on
yedi militan kalmıştı
Teröristlerden Tiryakyan ile Armen Garo banka müdürünün odasına giderek
birtakım talepleri olduğunu belirttiler. Buna göre, Doğu vilayetlerinin
Avrupalı bir yüksek komiser tarafından idare edilmesi, güvenlik kuvvetlerinin
yerli halktan seçilerek Avrupalı bir subayın komutasına verilmesi, Avrupa
sistemine göre adli reform yapılması, tutuklu Ermeniler ile en son saldırıya
katılmış olanların serbest bırakılması gibi istekleri vardı. Bunlar
gerçekleşmediği takdirde bankayı havaya uçurmakla tehdit ediyorlardı.
İşgal devam ederken, yabancı elçiler de
gün boyu Saraya gidip gelmişler ve bütün güçleri ile Ermenileri himayeye
uğraşmışlardı. Neticede bankanın genel müdürü Edgard Vincent ile Rusya Sefareti
Baştercümanı Maksimov arabuluculuk rolünü üstlendiler. Bunlar konuyu
çözümlemeleri konusunda Padişahtan talimat aldılar. İşgalciler hakkında cezai
işlem yapılmaması ve vapurla İstanbul’u terk etmelerinin sağlanması şeklinde
bir çözüm bulundu. Amaçlarına ulaşamayan örgüt mensupları bu durumdan hoşnut
olmadılar. Fakat bankada kaldıkları takdirde yok olacaklarını anladılar. Bunun
üzerine on yedi militan, yanlarında Edgard Vincent olduğu halde, iki sıra
dizilmiş süngülü askerler arasından geçerek, Fransa’ya ait bir gemi ile
Marsilya’ya gittiler. Böylece birçok Ermeni olayında olduğu gibi Ermeni
teröristleri yabancı devletlerin himayeleri sayesinde kurtulmayı başardı
Evet, Yukarıda Karekin Pastırmacıyan demiştim değil mi? İşte bu Ermeni terörist 1908 de Meşrutiyet,
Padişah Abdülhamit’e ikinci kez ilan ettirildiğinde Erzurum Mebusu(
Milletvekili ) olarak Osmanlı Parlamentosuna girdi ve 1918 yılına kadar da
mebus olarak kaldı parlamentoda...
1897 de Ermeniler bir kez daha Bab-ı Âliye bomba attı ama bir odacının
öldürülmesi dışında bir şey olmadı. Aynı yıl Osmanlı Bankasını havaya uçurmak
isteyen Ermeni terörist dinamitin fitilini ateşleyemeden yakalandı. Galata
Karakoluna yapılan saldırıda da ölen ya da yaralanan olmadı.
Tüm bu eylemlerden bir sonuç alamayan Ermeniler için artık hedef değişmişti:
Direkt olarak II. Abdülhamit’i ortadan kaldırmak. O hayatta olduğu müddetçe
emellerine ulaşmalarını mümkün görmüyorlardı...
Başlıkta da belirttiğim gibi bütün bunlar henüz başlangıçtı. Padişah II.
Abdülhamit doğal ya da doğal olmayan yollardan tahttan ininceye kadar bu
mücadele devam edecekti. Abdülhamit’i tahttan indirmeyi, hatta öldürmeyi
düşünenler bir taraftan da kendi sonlarını hazırladıklarının asla farkında
değillerdi.
RESİMLER
1- Bâb-ı Âli ( Bugün tam olarak Gülhane Parkı giriş kaapısının karşısındaki
kapıdır. Buradan İstanbul Valiliğine geçilebilir. Bir kaç yıl öncesine kadar
sağ tarafta Başbakanlık Arşivi bulunmaktaydı.
2- Osmanlı Bankası- Bugün restore edilmiş haliyle müze olarak kullanılır.
Karaköydedir.
3- Ermeni Terörist ya da Osmanlı Meclis-i
Mebusan üyesi ( Milletvekili ) Karekin Pastırmacıyan
4- Ermeni Terörist Armen Garo
5- 26 Eylül 1896 da The İllitruated London News’te yayınlanan bir gravür resim.
Bu gravür resme göre Osmanlı Bankasını basan ve İstanbul’un Asya yakasında
olaylar çıkaran Ermeni hamallara karşı Kürt hamallar kayıklarla karşıya geçip
saldırmak ister ancak Müşir Deli Fuat Paşa böyle bir hareketi silah kullanarak
yani Kürt hamallardan bir kaçını öldürerek önler (!)