‘’Doğmuş olmak bir referans mektubunu
nereye ve kime götüreceğini bilememektir.’’ (Nilgün Marmara)
Sevecen bir iklim bellediğim
yalnızlığım; kök hücresinde muhalif düşlerin, tedirgin mealim öykündüğüm
satırların da doğasında bir yatır meziyetine nail olmak adına sıradanlığın sıra
dışılığına haizim.
Müsebbibi ne ise.
Müvekkili sadece satırların
azizliğinde.
Ve şehrin surlarına öykündüğüm belki
de canlı cesedime en uygun yerleşkeyi aradığım.
Suskun insanlar topluluğu ne zamanki
dert bürüse ömrümü.
Suskuların hacminde sürrealist
cesaretimle mesken bildiğim şu vefalı boş sayfa.
Aşka hürmet edip; saklı mizacımı
içimde eritip ve mum gibi sıcaklığımla sadece üreyen acıları çoğalttığım bir de
taziyeler sunduğum gökyüzü.
Aşkın ırmaklarında acılar saklı;
acıların tohumunu dün dikmişler ve bilinmezliğin sırrına vakıf, kalan aklımla
ömrümü daha ne kadar heba edeceğim yüzyılın sorunu iken.
Doğduğum yirmi yüzyıl ve de içinde
bulunduğum.
Daha dalya demediğim ömrün aslında
bir asra denk düştüğü bir de gözümden düşen türevi yanılgıların.
Lale devrindeyim.
Lakin gül bahçemde muhalif çiçeklerce
işgal edilmiş olmanın verdiği hüzünle çiçeklerimi yoluyorum
Aşkın mezarına bandığım rahmeti belki
de içimdeki çarpım tablosunu çubuklarla y/arıyorum.
Ölümün makamında sırlar saklı, sevgili
Nilgün.
Aşkın tırpanı hazin bir reçete:
edimlerde saklı rehavet; hilkat garibesi esaret…
Diyemediklerimi yığıyorum denenleri
es geçip.
Aklımın nadasa kalan kullanılmayan
kütlesinde buzdağından yeni gemiler inşa ediyorum az sonra demir alacak sanrı yüklü
cahil cümlelerin cürümü iken düştüğü ile kalmayıp düşüren de gözden.
Aklıma mukayyet olmanın şevkiyle bir
de özüme sahip çıkıp sevgiye aç olduğum mevsimin özrüyle.
Kaçtığım; kaçındığım.
Serdiğim; serpildiğim.
Aklın hümayunu mu yoksa şehri olmayan
şehir sakinleri ve illa ki terk mi edilmeli ruhun tezahürü üç beş çiçekle
sınırlı değilken?
İsmimde saklı yetim bir hece ve aşka
dair bir özlem filan da değil gülümsememe vesile sadece içimi tırmalayan yavru
kediler ve viyaklayan bir çocuğun güncesi ve ben hangi akla hizmet yazmayı ve
yaşamayı şiar edinmişken.
Tebaası olmalı illa ki bedenimin ve
uzuvlarımda kopuk nidalar saklanmalı bestelenmek üzere.
Sahibi olduğum.
Sevap bildiğim.
Serap gördüğüm.
Aşkın hâkimiyeti kimde ise.
Tükenişin kitabını yazıyorum ve de hayatın.
Mutluluğun izini sürüyorum bir de
şehla düşlerin.
Kıran kırana geçiyor günler ve ömür
ve sebepsizce dönüyor insanlar sırtlarını: enselerindeki dövmelere rast
geliyorum ne zamanki uğurlamak için kapıya çıksam.
Canlı cesetleri resmediyorum göğün tapınağı
hangi kuş yuvası ise Rabbimi g/özlüyorum.
Unutulmuşluğun değil de yanlış
anlaşılmanın cezasını çekiyorum; ellerimde kırmızı bilyeler bir de tufanı
yüreğin hatta hümayunu hecelerin ve bir başkaldırı iken içimdeki hitap etme
arzusu.
Hala inanıyorum oysa: toplumun ve
dünyanın hala kokuşmadığına ve yaşanılır bir yer olduğuna inanıyorum.
Hüzünlerin asması.
Asma bahçesinde ömrün.
Ömrün sınırları illa ki ihlal
edilirken.
Su dokunda kazıdığım heceler var
üstelik hecelemediğim bilakis laterna gibi konuştuğum ve kovuşturduğum.
İsyan bayraklarını açsam neye
yarayacak ki üstelik tüm isyanım kendime iken?
Cesaretimi toplayıp merhaba dediğim
kim ise… selamın dokusunda ve geri dönümünde illa ki kırık heceler ve can
parçaları.
Efsunlu yüreğimde illa ki tapınan
melekelerim.
Arz ettiğim ama talep edemediğim.
Ve arz-talep dengesini bizzat benim
bozduğum.
Bozguna uğrayan da değil bozguna
uğrattığım insanlar ve sevmekten, inanmaktan mütevellit…
Sorular durağında kapış kapış
kompartımanlar ve ters yöne oturup yanlış bir yol tutturduğumu fark edip koşa
koşa indiğim.
Muhitimde zebaniler; yüreğimde elyaf
düşler aslında sanrıların sancılı ölümü ve gerçekler boy verirken.
Değer yargılarını sorguluyorum
yeniden ve biteviye adapte olmaya ç/alıştığım değersizlik.
Kayyum atanmış şehre ve yüreğime ne
de olsa şehri İstanbul’un ruh ikiziyim: enkaz devir aldığım ve asla enkaz
devretmek istemediğim için içimde yol bakım çalışmalarına bizatihi Tanrıyı
atadığım.
Günah çukurunda boğulmamak adına
belki de ve bilmeden işlediğim her günah için her gün yüz şiir yazmayı talep
ettiğim ilham perim.
Koyultularında ruhun beyaz zambaklar
açsın diye emsalsiz bir gök kuşağına sahip olup pay etmek adına ruhumda ayyuka
çıkmış bir özlem iken içimin başşehri ve sanrı meclisine tahakküm edip
gerçekleri asla çarpıtmadan arındığıma biat garez cümleler.
Beyitler içimdeki aşka tanık.
Aşk ise muzdarip iken.
Bir öğünde kaç tekmil hikmet arz
ettiğim…
Bir çekimde tüm günahlarımı
atfettiğim.
Zamanla nazımı niyazımı; eşkâlimle
ruhumu banıp da ve gerisini getiremediğim mutluluk hayalleri.
Farkındalık ilkesinde kayıtlı bir
şura gibi ve şuurum gidip gelirken mersiyeler adadığım insanlık.
Yaşamak adına sevmekle iştigal;
sevmekle acı çekmeye aday ve adaylığımı çektiğim düş seçimi.
Şimdi yokluğun ve korunda indirdiğim
hatimlerin ben munis bir heceden alıp da başımı ve kaygılarımı çürütüp içimde
bir kura çekimi yapıp apışıp kaldığım he ihanette başını çekiyorum acılar
koğuşunun.
Meali kayıp tüm metinlerin ve
emsalsiz yüreğimin de şahlandığı bir batarya kadar kabıma sığamazken ve gün
bana özürlerini sunarken…
Ve şairin dediği gibi:
‘’Biz niye kendi zamanlarımızı
yaşamıyoruz?
Niye hep başka zamanlar ve hep başka
kendimiz?’’