İzmir’in dağlarında şu günlerde
çiçekler açmıyor. Solmak bir yana
kapkara oluyorlar. Muğla’nın dağlarında da öyle. Daha çok yeşil çiçeklerin
gülümsediği o dağlarda, alevler yalıyor ortalığı. Dumanlar bürüyor her
yanı. Yanık kokusu sarıyor dört bir
yönü.
Ömrünün yarısını orman
yangınlarıyla mücadelede geçirmiş birisinin içi bir başka yanıyor yangınlarla.
Orman yollarının tamamlandığı, her türlü en mükemmel araç gerecin kolaylıkla
elde edildiği, haberleşmenin eksiksiz yapıldığı ve helikopterin yangın söndürme
ekibi indirip, su püskürttüğü bir dönemde ormanların yanmasına anlam veremiyor.
Anlam veriyor da, “bu ülke, bu ormanlar
nasıl bu kadar mı hor görülür” diyerek
isyan ettiği için anlam bulmada zorlanıyor.
“Savaşın sonucunu süngü harbi belirler” denir. Her ne kadar günümüzde
buna pek inanılmasa da, yakın dönemlerdeki savaşların galibinin olmaması bu
tezi güçlendiriyor. Orman yangınlarıyla mücadele de bir savaştır. “Yanan orman kaybedilen bir vatan parçasıdır”
öz sözü bu savaşın da ne denli önemli olduğunu gösterir.
1912 yılındaki Balkan Savaş’ında,
Bulgar Ordusuyla yakın muharebe etmediği için kaçan-geri çekilen Osman Ordusu,
Trakya’nın yarısını Bulgar’a bırakmıştı.
Orman yangınlarıyla savaşta da yakın müdahale yapılmazsa başarı
kazanılmaz! Ormanlar, ateşe terk edilir. O müdahaleyi yapacak olanlar da,
gerektiğinde ölümü göze alabilecek yangın söndürme ekipleridir. Bunlar, daha
çok mevsimlik yangın söndürme işçilerinden oluşur. Başlarında orman muhafaza
memuru bulunur. İlk aşamada yangınla mücadele görevi orman işletme şefinin
idare ve yükümlülüğündedir. Yangın mahalline orman işletme müdürü intikal
etmişse onun yönetiminde yangınla mücadele sürdürülür. Öncelikle, orman işletme
şefinin ve müdürünün orman yangınlarıyla mücadelede deneyimi yoksa yandı gitti
deyin ormanları. Ormancılık mesleğinde çok olmuştur bu. Yıllarca Karadeniz
bölgesinde görev yapanlar, birinci derecedeki orman yangın sahalarına sahip Ege
ve Akdeniz bölgelerindeki orman işletme şefliklerine ve orman işletme
müdürlüklerine tayin olmuştur. Orman yangınında deneyimin yanı sıra bulunduğu
görev yerinde en az beş sene görev yapmalı ki, ormanını tanımalı. Rüzgar yönlerini öğrenmeli. Yangın mahalline en
kısa sürede nasıl ulaşılacağını bilmeli. Ekibini diri tutmalı. Yan gelip
yatırmamalı. Yangın tatbikatları yaptırmalı. Yangınla ilgili tedbirler almalı.
Şimdilerde bunlar mümkün mü? İlk
başta, yangın ekiplerinde çalışan işçileri, birinci derecedeki amirleri
seçemiyor artık. Doksanlı yıllardan beri devam ediyor bu uygulama. O yöredeki
particiler belirliyor. Bu işçilerin orman yangınlarına yakın müdahale yapmaları
mümkün değil. Sırtını partiliye dayayan birisine ne dereceye kadar söz
geçirilir?
Ayrıca, orman yangınlarıyla savaşın
iyi yönetilmediği, yanan ormanlık sahalardan belli oluyor. Resimdeki sırtlar
esas alınarak, “Hattı müdafaa yoktur. Sathı müdafaa vardır” esasına göre
belirli bir orman parçası feda edilerek daha ötedeki sırt ve yamaçlarda yangın
şeritleri açılarak karşı ateş verilerek yangın durdurulabilirdi.
Oralarda yanan sadece ağaçlar
değil. Kaçma fırsatı bulamayan canlılar da yandı. En değerli toprak olan humus besleme
özelliğini yitirdi. Çıkan onca zehirli gaz havayı kirletti. Şu ana kadar en az
beş altı yüz hektar ormanın yandığı bildiriliyor. Bu alanı 5.5 kilometrekare
kabul edersek günlük 16.5 ton oksijen de yok edildi. Bu da, 165000 kişinin bir
günlük oksijen gıdası demek bu. Diğer canlıların harcadığı ayrı.
Bir orman yangınından...
“Arazinin yapısına, ormanın durumuna, rüzgarın yön ve şiddetine göre bir mücadele yöntemi belirlersin. Ve başlarsın yangınla savaşmaya. Bu öylesine hızlı bir savaştır ki, zamanla da yarışmak zorunda kalırsın. Yangını büyütürsen, savaş daha geniş alana yayılır ve zorlaşır. Alevler yüzünü, dumanlar genzini yakar. Havanın ve ateşin sıcaklığından bunalırsın. Her tarafından ter boşanır. Ekibini de aynı hatta daha beter görürsün. Sık sık su içildiği için mataralardaki sular çabuk biter. Boğazlar kurur. Gözler kararır. Duman, boğmak için üstünüze çöker. Alevler ise, sizi yalamak için dilini uzatır. Orman işletme şefi olarak, yangınla savaşanların can güvenliklerini de korumak zorundasın. Onlara güven vermek için en tehlikeli durumlarda, ateşe en yakın sen olursun. Bu öyle bir mücadeledir ki, yangınla savaşa odaklarsın kendini. En sevdiklerin bile aklına gelmez... Ölümü de düşünmezsin… Dumanın acılığı, alevlerin yakıcılığı hatırlatır sana bir canının olduğunu... Orman yangını savaşını kazandığında, farklı bir huzur duyarsın... Anlatılmaz bir mutluluktur bu… Savaş kazanmış bir komutan tanımlarsın kendini… Unutursun onca yoğunluğu. Emrinde çalışanların güven ve bağlılıklarını fark edersin. Yangından kurtardığın ağaçların, uğultuyu kestiğini duyarsın. Seni selamladığını hissedersin... Kuş sesleri duyarsın yakınlardan... Sana teşekkür ettiklerini sanırsın... Ve telsizle dersin ki, yangın kontrol altına alındı...”
Veysel Başer