Onunla sadece bir kez karşılaşacağız. Tekrarı
olmayacak.
Ben onu tanımıyorum. Lakin o beni tanıyor olacak. Hangi
şartlarda, nasıl ve ne zaman yüz yüze geleceğiz, bilemiyorum. Ama ansızın,
birden bire karşıma çıkacağından şüphem yok.
İlk gördüğümde tanır mıyım, onu da bilemiyorum. Gerçi
kendini tanıtacaktır elbette, ama yine de yüzünü merak etmiyor değilim. Çok
yüzü varmış, bin bir yüz diyorlar onun için. Adamına göre yüz seçiyormuş. En sevimlisinden
en korkuncuna, çeşit çeşit yüzler.
Sevimli de olsa, korkunç da olsa, en önemli özelliği dünyanın
en emin kılavuzu olmasıdır, muhakkak. Evet, en emin yol arkadaşı. Hiç
bilmediğim ve dünyada yaşayan hiçbir kimsenin de bilemeyeceği bir yere
götürecek beni. Ama önce hapishanemden kurtaracak. Doğduğum günden beri bu
hapishane içinde mahpus yaşıyorum. Uyuduğum zaman rüyalarımda bazen terk
edebiliyorum, hapishanemden çıkıp garip ve farklı yerlerde biraz gezinebiliyorum.
Lakin, daha gözümü açar açmaz yine kendimi bu hapishane içinde buluyorum.
Sadece göz çukurlarımdan, iki pencereden seyredebiliyorum, dünyayı. Temelli
çıkabilmem için kapının açılması lazımmış. Kapının kilidinin anahtarı da bu
mübarek dostumdaymış.
Altmış sene oldu. Daha ne kadar zaman var açılmasına,
bilemiyorum. Paslanmış mıdır acaba?
Bir bakıyorsun, eski konakların menteşelerindeki gibi; gacır
gucur seslerle kapı aralanmaya başlıyor. Sonra tamamen sonuna kadar
açılıveriyor. Karşımda O! Evet, emin yol arkadaşım karşımda bütün ihtişamıyla durmuş,
bana bakıyor ve sesleniyor:
-"Gürcan, haydi gel", diyor.
Ben şaşkın: -"Ne? N'oldu? Ne var? Nereye?"
-"Vakit tamam!"
-"Ne vakti?"
-"Sınav bitti... Rızkın tükendi, son lokmanı
yuttun. Nefes sayını tamamladın, son nefesini de aldın."
-"Allah Allah, ne çabuk!"
-"Herkes öyle diyor"
-"Mecbur muyum?"
-"Mecbursun"
"Ya, aslında biliyordum, ben senin geleceğini. Hem
böyle birden bire karşıma çıkacağını da... Hatta bunu yazmıştım, sosyal medyada
paylaşmıştım, ama başına gelip de yaşamak,
bilmek ve yazmak gibi olmuyormuş be!"
-"Öyledir."
-"Ürperdim şimdi, nereye gideceğiz?"
-"Ruhlar alemine"
İnne lillahi ve inna ileyhi raciun
-"Dostum"
-"Efendim"
-"Biraz durup, arkamdan olacakları seyredemez miyim?"
-"Az bir şey olur"
-"Şu aşağıdaki kıvrılmış yatan benim bedenim
miydi? Ben onun içinde miymişim? Altmış
sene onun içinde mi yaşadım?"
-"Evet, dünyada yaşayabilmek için, o bedene
ihtiyacın var. O olmazsa dünyadaki yaşama iştirak edemezsin."
-"Ben çok önem veriyordum, o bedene, hep süslemeye
çalışıyordum."
-"İnsanların çoğu öyle yapıyor"
-"Ama lezzetleri de o beden sayesinde alıyordum,
öyle değil mi?
-"Evet, ama hepsi değil"
-"Nasıl yani? Bedene bağlı olmayan lezzet de var
mıydı?"
-"Evet"
-"Dostum! Bak, ben şimdi bunu anlayamadım. Yemek
yiyordum, damak lezzeti alıyordum. Severken, okşarken dokunmaktan dolayı bir
lezzet oluyordu. Güzel cisimlere bakınca yine bir lezzet alıyordum. Sonra
arkadaşlarımla sohbet etmekten de hoşnut oluyordum. Bunlar hep bedensel
lezzetler değil miydi?
-"Evet öyle"
-"O zaman?"
-"Şöyle söyleyeyim, senin anlayacağın şekilde;
cisim olmayana ait lezzet, bedene ait olmayan lezzettir"
-"Vallahi anlamadım"
-"Aşk, aşk!"
-"Ne aşkı?"
-"Allah aşkı!... Allah Teala'nın aşkı kalpte olur.
Ama, sizin bildiğiniz şu et parçasında değil, gönülde... Manevi kalptir o. Bu
aşka tutulduğun zaman kalpte yangınlar olur. Onu sadece ruh hisseder. O aşk
bedene ait olmayan bir şeydir. Onu yaşayan, dünyanın hiçbir lezzetine zerre
miktarı değer veremez."
-"Ben Allah Teala'yı seviyordum! İbadetlerimi
yapıyordum. Emir ve yasaklarına riayet ediyordum. Hatta vakıf, dernek gibi
sivil toplum faaliyetlerine, hayır işlerine de iştirak etmiştim."
-"Allah aşkı bunlardan faklıdır"
-"Nasıl ki?"
-"En basiti; aşık olan maşuk ile yalnız kalmak
ister, bu nedenle teheccüd vakti onun en sevdiği an dilimidir... Gözleri dünyalık
bir şeyi görmez, sürekli enginlere dalar, gider. Kulaklar da dünyalık duymaz, top
atsan yanında, koparamazsın derinlerden... Kalpteki yangın bütün vücudu esir
alır. Sana bir sır vereyim mi; lime lime doğrasalar etlerini, bir gram acı
hissetmezsin, o aşk yoğunluğunda!
-"Uff, o nasıl bir şey yahu?
-"Öyle"
-"Sen, kaside söylemeye başladığı zaman, sırtını dayadığı kayanın arka
tarafında kadınların somun pişirdiği Ahmedi Cezeri'yi duymadın mı? Hani Yunus: "Ballar
balını buldum kovanım yağma olsun" diyordu. Mevlana'nın: - "Ey Gönül… Aşk; ateşten bir denizi,
mumdan kayıkla geçmektir. Yanıp kül olmadan asla geçemezsin." dediği vardı
ya.
-"Evet bunları duydum"
-"Bu aşk işte!"
-"Dostum bu aşk anladım da, yaşayamadım ki, bir
türlü...A bak bak, çoluk çocuk fark ettiler, öldüğümü,...Oo ağlamaya başladılar... dövünmeye başladılar... ama bu olmasın,
yahu... ben şimdi bunalmaya başladım."
-"Hep böyle oluyor"
-"Dostum sen de neler çekiyorsun?"
-"İşim bu"
-"Zormuş işin. "
-"Haydi artık, gidiyoruz"
-"Keşke aşkı yaşayabilseydim"
-"Geçti, dostum"
-"Bana dostum dedin!"
Azrail güldü: -"Dost değil miyiz?"
-"Ne demek, tabii ki dostuz, dostuz, sevgili
dostum, dostuz!"