Diri bir ölü’nün kesik parmağı
Sızan kana cahilce tebessüm ediyor
Yitik ruhlar durağında o kesif
sessizlik…
Belki de acı’nın muadili bir duyguya
özlemim:
Aşk gibi aşk gibi.
Zamanda dondurulmuş canlı ellerim
Ve miyop gözlerinde yanılgının
Oysaki göremediğim burnumun ta ucunda
saklı.
Uyduruk bir kelam
Kemanın tellerinden sızan gözyaşı
Dikizlediğim iç dünyam
Elbette Rabbime değil devasa hüznümde
saklı o isyan.
Köhne heceler en sevdiğim lahit;
Istırap yüklü bellek mi?
Dünden kalan son iz?
Hezeyan mükellefi gümbürtülü gökyüzü
Azan nefsin kokuşmuş nefesi
Uzağındayım, uzağındayım işte
Tekerrür eden tarihin
İlk ve son acı mükellefi.
İzdiham yüklensem ne gam?
Ne ala sevdiğim kadar insanları
Tutulduğum sağanakta ıslansam
Bazense içime kapandığım,
Her gördüğümde
Yüzlerindeki öfkeyi
Kaçtığım gerisin geri.
Neyi görüp görmediğim mi?
Az evvel konum attı şiirin biri
Hem demedim mi ben size
Şairlikten almadım asla nasibimi
diye.
Oysaki öykündüğüm dizeler
Muradımla sevabım dillenen
Sezilerimde asılıyım
Parmaklıklarında hayatın
İçime tüneyen lanetli baykuş
Bir kez dahi sorulmaz mı insanın hali
vakti?
Ah’lar kitlenmiş her gün
Gün ötesi bülbüllerin oynaştığı
Perdenin tülünde soluk bir ışık.
Mezar sessizliğine özlemim oysa
Cafcaflı argümanlardan azat edilmenin
arzusu.
Devingen bir eksen
Muhalif üzünçler
Tıklım tıklım yüreğim
Sehven yenik olmayı mı
sindiremediğim?
Şimdi işkillendiğim her söylemde
Sözümü karıp da içimdeki hengâmeye,
Dilimde bir türkü
Dokunduğum tellerinde huzurun
Sızan her heceye de kenetli gözlerim.
Tutsaklığın kefareti
Yetim düşmüşlüğün mucizevî rehaveti
Az çekilin, bayım
Ve siz, halden anlamayan bayan:
Müdahil olduğum hiçlik mi de?
Dönüşü olmayan her selam’ı Rabbime
ithaf ettim…