Sevdalı bir nazire tüten beyit beyit
takibinde mutluluğun azat edilmeye hasret iddia makamının da talebi ve işte
şerh düşülen bir ölü gün’ün iz takibi ne de olsa reşit olmayı beceremedi benlik
ezkaza içine düşülesi çukurda muhalif imgeler rest çekti yazılan her hikâyeye
ve direndiğim kadar da direttiğim, asılı olduğum sancakta büyüyen gözlerim;
sevdalı olduğum topraklarda büyüyen nice nesil ve el vermeyi değil gözdağı
vermeyi meşrep edinenler derken hidayete uzanan yolda reddedildiğim koca ömrü
ithaf ettiğim bir seferberlik elbette yasıma sahip çıkan Rabbime itaat etmenin
dinginliğinde sırlarımı mezara götüreceğim oysaki ben ne giz’im ne de gizli bir
özne tüm tahakkümlerin gölge olduğu bir ağaç dibiyim sırtımda lenduha bir lahit
bir içimlik iken şiirlerim şair olduğumu da asla beyan etmedim sevdalı olduğum
şairlere.
K/özde saklı olan nicesi.
Bazen Nene Hatun.
Bazen zencefilin kokusu.
Aşka çentik atmaksa ne güzel ve aşkla
bakmak hayata deminde ölümün hala sağ kalmanın da mucizevî tınısı ve
fısıltılarımı sonlandırıp avaz avaz bağırdığım şiirlerim lakin ısrarla
söylüyorum ki; ben bir şair değilim.
Düzenin de oynadığı son koz ve alfabedeki
arayışım: ne otuzuma bastığım yıl ne de otuzuncu harf olabilme umudu ve
devingen acıya şemsiye açıp da ahmakıslatan her günden nasiplendiğim hele ki
yakalandığım kocaman aşk kendimle s/özlendiğim ve içime dönük bir rahlede
tapındığım rahmet elbette Rabbin gözünde aciz bir kul, niyazımla bütünleşen
ruhuma atıfta bulunmakla kardığım bunca sızıyı nasıl oluyor da dindiremezken
bir ömür boyu.
Koşa koşa geldim oturdum dizlerine
gecenin ve gece güzeli hayaller oysaki hayaletlerin izinde filan da değilim
hele ki o lanet elbette iblisin şerrinden uzak ve dilimde Besmele lakin sevabım
da günahımda sadece Hakkın nezdinde hesap vermekle mükellefim.
İsli gözlerinde yaralı şehrim.
Yanık yüreğinde sevdalandığım
ümitlerim.
Köhne gövdeler insanlıktan almamışken
nasibini.
Bir de afet benzeri bir izdiham
elbette mahşere özlemim ve korkmadığıma nasıl da eminim en çok kendime
batırdığım çuvaldızın yaldızında saklı adım: belki adımladığım kadar da
unutulmaktan yana kaygım ve sevdalı bir gök taşı içimi darmadağın eden, solumda
mecazi bir ışık belki de en çok istediğim işte: vücudunu terk eden bir neden
bilinmeyen bir vakit.
Kelamın sırlarında yatan işveli
imgeler, siz kapı dışarı: asaletten taviz vermeyen eklem yerlerinde şiirlerin
de kodaman düşler belki bakir bir ovada sulak bir toprakta ve yaldızlı
gecelerde yıldız olmanın ta kendisi kayıp da dünden güne uzanan bazen basireti
bağlanmış bir şarkıdan medet uman izafi sevdam ki sanrıların da muhatabı benim:
sancılandığım her şiirde de sarındığım kefen’im bir beyit kadar da kısaydı
ömrü, demelerine ne hacet yeter ki yaşarken düşsüz acılar yakamdan sonra da
ömür törpüsü bir sözcük daha eklerim şiirimin sonuna ve şiir kadar sevdalı bir
nazire daha kondururum demin konduğum buluta.
Varlıktan sarkan.
Sarkacı harın.
Sevdanın müspet bildirgesi ne de olsa
şafağı da vurdular şafağından sonra da geceyi suçladılar, katil diye.
Atıl bir yürekse hapsolan acıların
taştığı zemzem suyuna hasret tüm cihan ve gölgesi düşmeden zulmün kaçıp
gitmeliyim buralardan.
Hamdolsun, demenin meali mademki
kocaman bir gülümseme yolladığım şu evren karşı durağında ölümün ben hala
yürüyorum yavaş adımlarla ve adlandıramadığım her günü torbaya tıkıp bilfiil
çıkıyorum yargı önüne.
Uykulu gözlerim.
Zaman aşımına uğramadığım da: bir
coşku tüm resmin silindiği ve içinde yer almadığım bir döngü.
Ne ezenim ne ezik.
Ne sefilim ne rezil.
Altı üstü bir heceyim annemin
dudaklarından dökülen.
Bazen küstüğüm koca cihan.
Şerit değiştiren iklimlerde takılı
bir rüzgârgülüyüm bazen çalan rüzgâr çanında sessizlik dileyen bir dünyalı ne
de olsa hâkim olan kötülük ve zulüm: az evvel uğurladım çocukluğumu sonsuzluğa
ve eşlik eden nice masum çocuk ellerinden kaçan toplarının peşinden koşarken
düştükleri o kuyu oysaki ağzı kapalı olmalıydı bir o kadar kucağında oyuncağı
karnında bebeği rest çekemediği ailesine ve adetlere yenik düşüp de bebeğini
doğururken ölmekse yazan kaderinde ve nihayetinde defnedilen kanlı çarşaf o
bebeğin ve çocuk gelinin de kefeni olmuşken izini sürdüğüm nice afra tafra bir
tebessümü daha yitirip çocuklara dünyayı zindan ettiğimiz kadar aynada nasıl
bakıyorsak suratımıza…
Mabedimde sonlanacak rüyalarım ve
mahşerim de yakın.
Azap dolu ruhların her hecesine
banıyorum zulmü elbette atfedilen güne ve ömre de sığamıyorum ve taşıyorum
sayfalardan, vücudumdan.
Bir taslaksa ibaret olduğum.
Ve bir yasaksa hürriyet ve mutluluk.
Bir kadın.
Bir çocuk.
İnsan ve muadili düş gücü sonra da
soytarı bir ambleme sığınan t/uzak sorular…
İzahı yok işte: ne ömrün ne acının.
İma yoluyla kaç kere öldürüldümse
doğru zamanı bekliyorum İlahi Adalete duyduğum sonsuz inançla sabır dikiyorum
toprağa şükürle suluyorum acılarımı ve dualarımda doğuyorum yeniden belki de
solmaya düşkünlüğüm bir gül’den öte bir gülümseme bana bahşedilen en azından
sevdiğim insanlara da bir latife yüreğimden gelen o heyecan ve coşku: aşkın
kıblesinde uçuşan eteklerinde sevdanın sadece sunumu geciken bir masalım ben
oysaki gerçek olduğuma da kani yüce Yaratan ve kaçtığım her izdihamda saklıyım
da çünkü insanlığımın doğasında saklı sevmeyi ve inanmayı ilke edindiğim.
Göz gözü görmese de yağan sağanakta
ıslanmadan yürüyorum Rabbimin eşliğinde bir zerre olduğumun da bilincinde
sevdalı yüreğimde de saklı tuttuğum güzelliklerden de alırken nasibini her hece
yazdığım kadar mutluluk eşlik ederken kalp gözüme.