Kutsal yolculuğunun satır aralarına
kurşun sıkan şehrin özlemiyle kesişti yolları şairin belki de şiirsel bir
mıntıka ve vazgeçişlerin sergüzeşt yalnızlığında kıyama duran bir iç ses
nemalandığım.
Satırları karıp yüreği bombalamakla
eş değer her çığlık hele ki sessizliğin çığlığı tıpkı ilk adımlarını atan
bebeğin peşindeki o müşfik eller elbette anne ikramı evren’in gözlerinde elmas
parıltıları ve sessizliğin hegemonyası.
Rutini yüklenen her güne devşirme
acılar yüklemek ve hayatı mutsuzlukla dengelemek ne de olsa nasır tutan her
beyitte kıvılcımlara tanık oluyor özgürlük kuşları ve başımı uzattığım o dar
pencere.
Tülden bir kafes bir de eğri büğrü
söylemler kafesin tüllerinde uçuşan bir tüy gibi Anka kuşunu anmakla
adlandırmak arasında gergin bir ip derken yürümeye başlayan imgeler tüm nüansı
imgelere yükleyen.
Bir kasımpatı kadar naif akşamın
hüznüne değer b/içen sanrı yüklü coğrafya üstelik dünyanın neresinde olursanız
olun ıssızlığa dahi atılan o çelme ile güz yağmurları depreştiriyor şairin
sırtındaki küfede illa ki üzünç başakları bir de asla sahip olamayacağım o sarı
kanarya öncesinde beslediğim kuşların bir gecede telef olup hane sayısındaki
azınlık elbette su doku oynayan yaşlı bir mücahit tefe konulan bir farkındalık
ile sıra dışı olmanın öznesine denk düşen ve işte başlıyor hikâyemizi.
Firuze.
Farazi.
Felaket.
Ve geçtik F dolu kâbusları ne de olsa
girift bir gece ve her hece, her yanılsamanın ihbarı iken sehven yumuşamış bir
G ve sunumundaki hitabet her yumuşak geçişi öğün aralarında uzandığımız iskele.
Şair fısıldarken kulağına gecenin,
görmezden gelemediğim:
‘’Ve şimdi yollarında yaşamın
Çığlık tünelleri kazımak
Ve susmak’ı
Yazmak
Kalmıştır
İşaretleyenlere
-bu, hepsi, belki-‘’
Tini yalnızlığın sarkıtında eriyen
bilmeceler ve hop oturup hop kalkan yüreğim ne de olsa heyecanına ve paniğine
yenik düştüm evrenin elbette aşkın da.
Çığlıklar kazan kaldırırken çığlığın
tünelini kazımak ve şimdi rutin döngüde kayıt altına alınıyor her kayboluşu
çığlığın illa ki kendine zarar verirken.
Çaresizlik.
Ve ne çok susku.
Direnç gösteren.
Rest çekmekse evrene ve işte bizi
yolumuzdan alıkoyan her şeye rağmen inadına, yenik düşmek yaşama sevincine.
Kazanımların hanesinde g/örücü
imgeler ve kazık kakan güneş ki gecenin ferinde aymaz bir yıldız ve şehrin
nöbetçi sakinleri.
Tırsak Yahudi oysaki tanıdığım
insanların geneli tırsak belki de en çok kendi gölgesinden korkan feri sönmüş
bir yangına meyleden.
Titreyen elleri mavinin asık yüzümde
güneşlenen bir seyirci gibi artık kim ise tribünlere oynayan ve muvaffakiyet
belgeli tefrişi gecenin hele ki şehadet yemini ile göğsümü siper etmenin
verdiği haz.
Ölüm bu kadar mı zevk verir insana?
İdea.
Hayal yüklü gemi.
Ve toprağın izi ne de olsa topraktan
gelip de varacağımız yine toprak lakin vatan toprağı olmalı her kayıt altına alınan
günün ve geçmişin özlemi ile destanlar yazan bir millet olmanın da gururuna
haiz.
Güncemde izini sürdüğüm ve işte
ansızın lav ettiğim.
Ne can pazarı ne camdan bir fanus
öykündüğüm vatanımın her zerresine düşkün bir vatanperver olmanın meali değil
mi aralıksız ettiğim duaları duyurmak Rabbime ve esefle kınarken bencil
acılarımı benlik bir mizaçtan çıkıp da yola derbeder mağduriyeti unutup da
bayrak açtığım düşman imgelerim artık uğultusu nereden geliyorsa ve
gözbebeklerimde günden güne büyüyen ay yıldızlı bayrağımın şanıyla
dalgalandığı.
Bir küçümen öyküsünden firar eden
sözcükler.
Az evvel sildim tüm yazdıklarımı ve
karaçalı misali nifak sokanlara öfkem.
Aşkım taşkın.
Naşımla ha varmışım ha yokmuşum kim
ise mutluluğu deviren ben şaşkın mizacımı lav edip günü öldürüyorum ve tüm
acıların bam teline basıp bir hastaneden firar eden sedyeye yatırıyorum
dertlerimi ölümüne üstelik.
Sızımla sızlandığım.
Anne sevgisine doyamadığım.
Mavi gözlerinde aşkın annemin resmini
çizdiğim ve yüreğimin diğer yarısı vatan aşkına binaen bir çöküntü ile
varlığımı ve ruhumu sorgulayıp aciz kimliğimle nasıl oluyor da kimlik kaygımı
sonlandırıp berhudar kelamı banıyorum vatan toprağımdaki her kandamlasına ve
kana kana içiyorum ben yüreğin boykot ettiği günlük zulmü bile yok sayıp kendi
derdimi unutup kulağım ve gözüm haberlerde.
Gülmeyi unutalı çok oldu hele ki şu
son birkaç gün.
Bir ceset diye adlandırılan oysaki
saatler evvel yatağında uyuyan küçücük bir bebek iken sevgili Muhammed.
Kozası da kırık acıların nüvesi de
sıra dışı ve infilak eden gözyaşı.
Bir şehit haberini daha kaldırmak
mümkün mü peki?
Lakin yaşarsak gazi ölürsek de şehit
olmaya ant içen bir beyanı Mehmetçiğin aslında sayısız cesur beyanı ve iman
gücü askerimizin.
Kinayeler sıra dışı ve dostluğa leke
süren ve tek bayrak altında atan kocaman bir yürek Türkiye’min yiğit bekçileri.
Şafağı da saklı.
Gündüzü de gecesi de.
Açlık ne ki?
Korkmak ne kelime?
Göğüs göğse çarpışan yiğidim ve diğer
yanda gününü gün etmekten geri durmayan nice sinsinin de emsalsiz ihaneti.
Ezan sesine âşık bir veda olmalı
benimkisi ve aşkla sırnaşık gölgemin de uzantısında yeniden doğmalıyım
doğmalıyız hele ki asla batmamış bir güneş iken canım ülkemin ipek teni ve titri.
Dolunayda saklanan kuşlar belki de
kuşların kanatlarına doğan bir dolunay ve tekerlek yüzünde acıların, şairin
kırptığı yıldızlar ve heceler.
Şafağın teninde acı ama ruhunda
ölümsüzlük.
Mihrabın sarkıtları elbette
çöreklenen hüznü yok sayan cesur ve vakur bir safiyet elbette yüreklerin
taşkınlarına denk düşen çığlıklar ne de olsa sonlanan yalanlar ve destursuz
söylemler ayyuka çıkıp da bir olduğumuza nasıl da beyan ettik tüm cihana.
Bir kaçış olamaz asla ya, çığlık
tünellerini kazanlar?
Zımba gibi benlikler ve dirlik yüklü
dinginliğe kucak açan asla da afakî değil umutlar bir satıra yatıp da sabaha
denk düşen sessizliğin en coşkulu yanı iken sabah ezanı ve işte ümitlerin
taşkınlığı azabı dünün saklı sadece kuytularda ve tüm vatan evlatları istekli
vatanı uğruna şehit düşmeye.
Kadın ya da erkek, ne fark eder?
Bir bebeğin bile şehit düştüğü bu
acımasızlığa da son vermek adına.
Yolun açık olsun, canım Türkiye’m ve
vatanına sevdalı Mehmet’im.