‘’Ne içindeyim zamanın ne de büsbütün
dışında. Öyleyse hem içindeyim zamanın hem de dışındayım. Mutlak bir anın
derinliğindeyim. Öyleyse her zamandayım. Öyleyse yaşanmış ve geçmiş zamanlara
yeniden yeniden dönebilirim.’’ (Nazan Bekiroğlu)
Zamanın nüvesiydi yaşanmışlık:
Gizem kadar soluk varlığın hicabı
Hepten gelen ayrıcalık.
Gün özürlü düşüş geceye hükmeden;
Payidar kılınası ömrün silik alın
yazısı
Varlık kadar kutsal iken
Nefsini inkâr eden.
Doluşan zümreler koyudan açığa
geçişte
Sevdalı nimet her halükarda susku
yüklü mealinde
Yarına hükmeden gizden devraldığı hikâyeleri
fetheden.
Nazarında teferruatların hakkını
vermek resmin geneline
Kök salan nazarların kırdığı billur
zeminde
Recmi sıfatların kaykıldığına biat
Öfkesi zalimin mağdur bir düşe kol
kanat elbette
Tanrının sunduğu hazanla kükreyen
Rüzgârdan el ayak çekilip de
batılında aşkın
Devasa bir ışık kör noktası benliğin
Hicap yüklü
Yerli yersiz hıçkırarak
Rahmete çanak tutan
Meleklerin gözyaşı.
Tek katresi maneviyatın zemzemle
yıkanan
Tüm günahların da kefareti:
Başat bir iklim başak gölgelerin
inhisarı
Tefe tutan beşeri anlık bir hüzün
Kapı duvar mutluluk
Sefil tınısında ömrün
Biteviye sürüklenen bir mehtap
Yıldızlardan uzak mı da kayrası
Düşüşe geçen ümidin beylik nazarı
Sancılanan aşka yağan rahmet kadar
Ulaşılası ne mümkün…
Fıtratın inkârı
Delifişek yaşamak kadar yoran
En hoyrat nota
Doğurgan sıfatlar
Çorap örerken kayıp na’şına günün
Öykündüğü kıblesi göğün de en
gümbürtülü
Sağanak anıp varı yoğu
Sığdıramadığı bir rota
Varlığın hiçlikle teamülü.