Yorgun bir sözcüğün damarına b/asmaksa, akıl karı olmayan sırdaş bir aşkın hazin d/okunuşu ve mavi teninde yılgın göğün, bir maruzatsa dillendirmek gereken…

 

Yakamozun coşkusuna vakıf bir gün ışığı ve seyrelen imlerde, nutku tutulan şairin de yaşam güncesi elbette yaslı ve yaşlı bir gün dönümünde ithaf edilesi boşluklara nankör bir eda ile selamını esirgeyen rehavet yüklü kucağı derinlerin.

 

Mealine ermekle meramını dillendirmek arasında gidip gelen ve taarruzu saklı kılan bir suskunluk her halükarda savsaklamak hayatı ve redifi olmaya aday bir aşkla muradını dillendirmek.

 

Ve işte coşkuma sahip çıkıyorum yeniden ve araz yüklü biz vezin iken aruz sandığında, karamel rengi göğün bulutlarına hükmediyor Tanrı hele ki her köşe başında bekleyenler varsa.

 

Gidenler misal.

 

Gitmeye dair dönüşün de mubah olduğu.

 

Sevdalı bir mizansende kalan çeyrek aklımla tümlenen benliğim ve yüreğin çırpınışlarına haiz bir satır aralığında kısa bir mola vermek…

 

Ne de olsa mollasıyım ömrün ve kıvrımlarında günün, saf tutuyorum.

 

Öylesine Hünkârı ki ömrün beyitler ve çalı süpürgesi misali; kat kat hüzün elbette süpürmem gereken hangi duyguysa ve kalemin miadı mademki dolmazdan evvel intiharı da denedi yorgunluğun kalıntılarından iz kalmasın diye sevgiyi baskın kılan bir mizansen.

 

Bir öğreti.

 

Belki de eğreti bir tahakküm ve sefer tasında ömrün kuluçkaya yatan şiirler varlığı tümlemek adına saklı tuttuğu umudu ve coşkuyu şiirlere serperken ölüden bozma yenilgime sahip çıkıp ölmeyi dilediğim günlerin isini silip bir de bayat ekmek tadında kalan imleri çayına banıyorsam hüzün balçığında zıpkın yiyen bir yakamoz gibi öğretileri seriyorsam tenine mavinin.

 

Mavi illa ki mavi.

 

Yorgun bir maviden saf tutan bekâret zinciri dokunulmamış tininde şiirin sükûn yüklü bir nizam ve devrik cümlelerin saltanatına son vermek isteyen hangi arpacı kumrusu ise.

 

Delişmen göğün sevdalı kızı.

 

Kanaviçe yalnızlığın ortasında kardığım kadar ömrü suçlu olmayı asla şerh düşmediğim lakin duygularımdan dolayı suçlandığım.

 

Azabın bam teli.

 

Aşkın da Ar’ı iken özlemin yeknesak fısıltısında kabullenmek zifiri.

 

Şimdi makul bir aşkın devasa yalnızlığına sünger çekiyorum ve tohumların dibinde çürüdüğü saksıya yeniden su veriyorum belli ki sulu sepken gözlerinde ömrün, kartal bakışlı sevda türküleri mırıldanıyor dev ve asi yalnızlık.

 

Sanrıların mezhebi.

 

Kuytuların iniltisi.

 

Aşkın değil tutsaklığın hicvi ve aşka şapka çıkartan her satırda kalıbımı basıyorum yüreğimin efkârına ve düşlerle örülü ömrü tek geçiyorum.

 

Ekin zamanı.

 

Hasat zamanı.

 

Hancı ve yolcu misali ben ki hancı olmaya şerh düşüp yolumu da saklı tutuyorum ve saklı tuttuğum illa ki inancım ve coşkum ve sevgiden mustarip varlığıma tanrısal bir dokunuşla iklimler çağırıyor adımı ve çığırtkan mizacında kalemin ufuk çizgisine mil çekiyorum.

 

Yâd ettiğim.

 

Yaren bildiğim.

 

Zamanım ne kıt ne de akışkan.

 

Ne yanlıyım ne de zanlı.

 

Ne aşkım ne de arşın bitimiyim.

 

Ve işte yalan söyledim çünkü aşkın nakkaşına talibim ben tıpkı Rabbin boyutsuzluğunda ve de rahminde bilinmezin ben bir cenin pozisyonunda hayatta yerimi almışken…

 

Olgun bir hazan.

 

Ölgün yüzünde mevsimin t/aşkın ırmaklar.

 

Cilaladığım ne satırlar ne de makyaj yaptığım yekûn.

 

Körle yatan şaşı kalkar misali; kalemle yatıp karambole giden koca ömrün yasına denk düşen mevsimsel bir kabarış ile kurak teninde sevdalı şehrin, sevdalı bir mizansene yerleşiyorum.

 

Dirlik, birlik.

 

Darlık ve de yoksunluk.

 

Afaki bir çökertme.

 

Yalansız ve riyasız bir sevda masalı elbette şehrin mimoza bahçelerinde bahşedilen her acı Rabbin sunumu ile imtihanını, boynumuzun borcu bildiğimiz bir külfet de değil elbet lakin kalburüstü bir sızı.

 

Arınmakla da eş değer.

 

Arşı alaya çıkan çığlığın varsa bir tutacağı elim yansa bile kızgın kalemi bağrıma basıyorum.

 

Kızgınlık değil efkârım belki de kırgınlığa kan doğradığım ve emsalsiz bir misafir iken arzı endam eden kayıtlara geçiyorum yeniden ve yeniden ve kaynakçasını saklı tutuyorum rüzgârın.

 

Köhne bir dehliz.

 

Sancılı benlik; sevdalı yürek; coşkun ve taşkın huzmesi ömrün kayıtsız şartsız sevmekle iştigal.

 

Endamlı bir şarkıyı meşrebi bilip ömrün, kayrasında gölgenin tuzağa düşen imleri tek tek çekip kurtarıyorum yaslı nehrin hizasında boy veren ekin misaliyim.

 

Tutuşan her satır.

 

Yalın ve izafi bir rahlede başım göğe erecekmişçesine.

 

Sandık sandık lenduha sırlar ve sızıntı mahsulü gözyaşı ve işte devasa laneti sonlandırıp mukozasında tümcelerin kar suyu içip doyuruyorum karnımı ve kanayan yaralarıma ölü yaprakları bastırıyorum.

 

Mevzu bahis olan ne kimlik ne de kargacık burgacık yazgısı neşredilen güne dair bir gülücük ise istem dışı satırlara düşen ben boynumu eğmeden sevip yaşıyorum.

 

Her nüktedan ayraç ise göğe konuşlu bir rahle gibi ve sedasını dünün unutuyorum.

 

Kopan kıyamet.

 

Kopan tebessüm elbette şafağı atan misafir elbet coşkunun telaffuzu yansız göğün yandaş kuşları belki de göç mevsimini unutup göçecekleri mevsimi yüreklerinde dillendiriyorlar.

 

Mıntıkası evhamlı bir zincir ve mahlası yorgunluğun elbet süklüm püklüm gölgelerde ağırladığım en yaşlı başlı şiir iken boyumun ölçüsünü alıp bir martı kadar hırçın olmayı da sonlandırmak adına mütemadiyen gagalıyorum duygularımı.

 

Horon ekibi baş tacım.

 

Hazan mahsulü tümceler kayıp bir manivela aslında eğreti bir gülümsemeyi bile çok görenlere de şartlarımı sunarken.

 

Zaman aşımına uğramayan yüreğimde yel alıp başını da gitmişken teneffüs ettiğim her rahmette vakur bir coşku.

 

Neyden ibaretse göğsümdeki ç/ağrı.

 

Konuşlu olmakla karşıt olmak mı yoksa eğri büğrü bir çizgide hala s/avunmak mı doğrularla ve yanlışların izini sürenlerden de uzak durmak.

 

Kadife teninde duyguların, pürü pak bir yürek olmaya ant içtiğim bilinmezin nakşında ve yeniden doğmaya ant içiyorum üstelik ölümü defalarca tatmış bir toynak iken cümleler.

 

Hamt etmekle harala gürele yaşamak ve elbette huzurun da iz düşümü yazılmayı bekleyen her duygu elbette şuranın huzurunda ilk evvela insanlığımı sunmuşken evrene öncelikle Rabbime ve kayıp bir yörüngede el yordamı bulmaksa hazan mahsulü bir pişmanlıkla dönmek ait olduğu yere ölüm bile çağırmış olsa dönmek ve saklı tutmak bu devasa rahmeti bir coşkunun uzamında aşka düşmekle gözden düşen her pırıltıyı kondurmak göğün merkezine tüm evren duysun ve görsün diye yüreğin zenginliğinde açmaktan korkmayan deste deste güleç gülün de ikbali elbet bilinmezin ç/ağrısında kuş kadar hafif bir var oluş şarkısını giydirmek yüreğe yeter ki üşümesin göğe uzanıp da açtığım ellerim dualarla ısınırken bir ayazın durağan sesinde yaz bilmek kapıya dayayan kışı.

 


( Hancı Ve Yolcu... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 11/20/2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu