Şeceresi k/ayıp mevsimin, diktiğim kulaklarımda kanayan kanatların istilası ile meylediyorum gecenin dikenlerinde bir gül olma umuduyla içimdeki bahçeyi çapalıyorum ve dimağı kayıp mısraları çağırıyorum ve ağladığımı gizliyorum gün yüzlü annemden yansıyan tüm titrek sedası ömrün ve ettiği duaların…

 

Hırpani bir kurşunun özlemi ile kuş bakışı mimliyorum az sonra çıkacağım huzuruna Yaratan’ın illa ki miladım belki de miadı dolan neşeme sırdaş heceler arayışı içerisindeyim.

 

İçimdeki hüzün sepeti ve tüm kirletilmemiş duygularla hemhal, özümsediğim mutluluğa göz kırpan o sırdaş imgede muhafaza ediyorum sırlarımı belki de boşluğun bir terane olduğu masalı ile avunuyorum ve öğütüyorum topak topak olmuş mecazi firarı yüreğimin: kim bilir kaçıncı dalya, kaçıncı sapak, kaçıncı hayal kırıklığı ki delişmen gönlümde maruzatlar biriktiriyorum yarınların ufkunda o devasa kavis ve eremediğim nihayet ki hidayetin de ilk basamağı adeta yüreğimin almanağı ve çatallı sesinde hoyrat mevsimin, sevdalı hutbeleri içiyorum huzur niyetine bağdaş kurduğum iskemlenin hangi ayağı kırıksa sahipleniyorum ve üzünç yüklü bir denklemde devinen mizacımı şekillendiriyorum sözüm ona ki bir ayraç yazdığım her şiir: günü bitiren geceye sahip çıkan bir tanrı adeta iklimsiz yüreğime serili düşlerim ve Rabbime dokunmak kaydıyla ölüm denen izdivacı diliyorum sorunsal bir düş olsam da sebepsiz bir var oluş benimki.

 

İhya olası makber arayışındayım ve içimdeki tohumlar çürümeye yüz tutmuşken başa alıyorum hayatımı.

 

G/örmediğim ne kaldıysa…

 

Belki bir hurafe az sonra dillenecek.

 

Belki gök gözlü annem şakıyacak sabahın iksiri olan her duyguyu da bertaraf edecek anne sıfatıyla hala büyümediğimi haykıracak yeryüzüne.

 

Kuşlar gibi olsam keşke.

 

Kurada çektiğim hangi dilekse nezdinde tebessümler yoğurduğum belki de ırkı olmayan sancılarla hemhal.

 

Gönül gözüme binaen, endamlı bir haykırış oysaki ben bir meczup yüreğim, kardığım hecelerde sağanağa tutuldum ve Kasım’la beraber kâh terleyip kâh üşüdüğüm.

 

Hırkamın cepleri ölü kuş dolu.

 

İçimdeki rahlede semaya uzanan hayallerim.

 

Sırdaşım kalemimle nazire ettiğim hayat öyküm belki dipsizliğe saplandığım ve hiç olmadığı kadar irkildiğim.

 

Yüzüme çarpan bir tokat gibi adeta rüzgârın fısıltısı ve nöbet tuttuğum her gecede ben damıtılmış duygularıma katık yapıyorum huzura ve mutluluğa duyduğum özlemi.

 

Bir seyyah olmanın ayrıcalığı belki de yalnızlığıma saplanan her kör kurşun ve ben vecizeler örüyorum sözüm ona duygu fabrikasında vardiyalı çalışan bir gece işçisiyim: özümsediğim ne ise kayramda ölüm…

 

Varlığın da iz düşümü elbette bir menkıbe ve satırlara yağan her gözyaşı.

 

Bir zincirin halkası isem.

 

Köleliğim ölüme dek.

 

Bir hüsranın dalgasıysam…

 

Ne zaman dinecek bu sefil akım ve kıytırık bir gölgede mahzunlaşan yüreğim: o ki; her veda sıra dışı ve her vaveyla yorgun tıpkı yüreğin iklimlerinde görücüye çıkan gecede ritmi kayıp bir özlem.

 

Bağcıklarını çözüyorum yüreğimin iskarpinlerinde ben bata çıka yürüyorum ve çıplak kalmasını asla dilemiyorum yine de yazdığım her şiir ekstra bir yük ve firarımı tetikleyen tanımsızlık sayesinde günü b/öldüğüm bir nida ve düşlerin serpintisinde gerçek olduğumun da ta kendisi iken kalem her hükmettiğinde dokunmak adına yüreklere…

 

Mağlup geldiğim devasa mazi ve asi ruhumla kayıp özneme atıfta bulunduğum.

 

Yalın seyrinde günün yakamozlar topluyorum telaşla ve Rabbime emanet aklıma yeniden sahip çıkıyorum ne zamanki kafama inen balyozla güzellik uykumdan uyanmanın da tam sırası iken.

 

Kehanetler sömürürken gerçekleri ve yokuş aşağı yuvarlanırken elinde mızıka ve uçan balonlarla resmigeçit yapıyor mahzun palyaço belli ki; sevdalı yüzünde elem zerreleri nüksetmiş ve azığa aldığı düşlerini yeniden iade etmiş tümden gelen hüzünle sevişen bir çöl çiçeği misali yorgunluğuna mintanlar dikmiş.

 

Düş çukurumda ölürken gördüğüm son sahne ne de olsa kelebek kanatlarım artık taşıyamıyor bunca hüznü ve mevsime kanıp da üşümekten kendimi alıkoyamadığım.

 

Sönen kandil.

 

Sevdalı yürek.

 

Sessizlik ile terbiye olduğumsa tek gerçek.

 

Hidayete ulaşmak adına hızlıca binmeliyim asansöre yorgun ayaklarımın taşıyamadığı bedenimi de bırakmalıyım geride hani olur da gerçekleşir hayallerim sıram gelmeden de savmalıyım sıramı her çöküş aslında umuda yolculuk iken.

 

Bir düşün yankısında saklı şehir ve aymazlığında yalnızlığın, düşler ören sayaç.

 

Yenik düştüm belki de hayır yoksa hayra mı yormalıyım bunca yanılgıyı ve alındığım kadar da yalnızım az evvel tosladığım duvardaki çatlağı işte şimdi görüyorum.

 

Uyumakla geçse keşke hüzün bir de kayıp ülküm.

 

Sevdalı mevsim ve saniyeler kala hayata tutunduğum üstelik bir karış da uzamadı boyum söylediğim her gerçeği yalan belleyenlere de dönük iken yüzüm.

 

Mevsimsiz bir satırda gizim.

 

Aşkın da ilahi gün belki de umudun yelken açtığı bir tapınak elbette aşkın sunmadığı maruzat kalmamışken.

 

Ritmini hatırlamıyorum artık mazinin; sanırım, mazi de beni hatırlamıyor yine de d/üşüyorum yollara.

 

Bir med-cezir belki de infial şimdi kök söktürecekler her alaşağı olduğumda ters yüz yaptığım ömre de hitabım sonlanmazken.

 

Mezar ziyaretimi yaptım madem huzurla yatabilirim yatağıma yoksa kabir azabı çektiğim her gece mi mehtabın ışıltısına tav olup da son anda caydığım ölüm.

 

Ölümlü mizacın da yankısı ve sevdalı bir se ne de olsa neşriyatı yok dünün ve satırlar kanıyor ve baltalanıyor duygular yüreğin tefekkürüne dalıp da unuttuğum her ayrıntıda nikâh kıyıyorum gelecekle ve çöken şebeke sistemini tamir ediyorum içimdeki yeminli mali müşavir mütemadiyen hesap yapıyor.

 

Sahi, ne ara doğdum da öldüm?

 

Kaçın kurası peki bunca acı?

 

Doğum günümü unutanlara değil serzeniş aslında unutmak istediğim sadece ismim ve çiçek açtığım sayısız iklim.

 

Şimdi maruzatımı dillendirsem üstüne de bir bardak soğuk su içsem… ya kefen bezim kaç metre olmalı ve provasını yapmayacak mıyım ölümcül gözlerinde şakıyan ölü kuşların ben hala bir canlı olma hevesi ile içimdeki yuvayı yapraklarla beslerken.

 

Şahit olduğum her ne ise ve şerh düştüğüm.

 

Sevdalı tufan ve her yoksunluğun izi aslında varlık başlığında nazire ederken gönül gözünde kocaman bir pencere ve sevebileceğim kadar çok insan biriktiriyorum her yutkunduğumda bir şeyler takılıyor boğazıma ve eşlik ediyor rüzgâr az evvel çarpan pencerede gördüm de yüzümü korkup kaçtım gerisin geriye.

 

Sancılı olmalı mıydı tüm ömür, deme hakkım nasıl ki yok tüm üzüntülerimi Yaratıcıya ihbar ediyorum ver dualarımı ekliyorum peşi sıra.

 

Dua arası yaşıyorum.

 

Yaşama sırası madem bende.

 

Teyakkuzda olan gölgelerle pek bir içli dışlıyım: kapıdan kovuyorum bacadan giriyorum belki de yeni yılın gelmesine şunun şurasında sayılı günler kaldı… gerisi gelmiyor işte ne de olsa her eskiyi tavan arasına saklıyorum ve dünde kalan nice hatırayı ne zamanki yad edeyim çıkıyorum tavan arasına oysaki evim tek katlı hatta tek odadan ibaret ve işte neyin gerçek neyin hayal olduğunun da asla ayırdına varmıyorum.

 

Güneş gözümü alıyor ben ise gözümü alamıyorum gökyüzünden sanki ansızın belirecek bir mucize ile tüm maziyi gömüp yarın odaklı hikâyeler öreceğim ve ters yüz yaptığım her duygu sırtıma binip de gezintiye çıkaracağım ellerinden tutup içimdeki çocuğun bir de balon alacağım soğuk ellerinde sıkı sıkı tutarken hayatı belki de yeni bir parantez açacağım duvarın diğer yanından gelen sesleri duyup kulak kabartıyorum ve içimdeki çığlığı duyuyorum aniden ve görüyorum ki her şey bir hayalden ibaret.

 

Sayacı olmayan hayaller ve her aybaşı yüklü bir ödeme yaptığım kader bir de kederin yüklediği ama gecikme faizi ile öbür dünyaya sakladığım elbette günahlarım ve sevaplarım belki de dünyanın en tok gözlü fanisiyim ne de olsa sırasını savdım nefsimin ve yediğim içtiğim sadece duygular bir de şiir.

 

Öznesi yoksa günün.

 

Özlemi de ağır geliyorsa.

 

Devasa rahmetin kancasında takılı umutlarım da yankesicilik yapıp mütemadiyen günden çalıyorsa.

 

Seslerin edasında rehavet.

 

Sefasını sürdüğüm her duygu ile sayfaya not düştüğüm ve üşümüş ellerinde geçmişin ben bir bardak sıcak çayın hayali ile avunurken.

 

Yakamozlar camıma vuruyor oysaki denizi olmayan bir coğrafya.

 

Dağlarda koşturan hayvanlar oysaki şehir merkezinde bir rezidansta yaşıyorum ve taşıyorum da oluk oluk öyle ki; öznemle özlem yüklenip belki de basireti bağlanan bir gecede ben selam verip de gün ışığına.

 

Sözcükler kıymete biniyor ve rabıtasında her imlecin bir sefer tasında saklıyorum acıları ve pay ediyorum şiirlere aslında şiirlerle avutuyorum hem kendimi hem de tezgâh açtığım şehri ve düş öbeklerinden masallar örüyorum sonra da bir şahikanın kanatlarına konup açıyorum perde perde sesimi ve yüreğimi belki oynayacağım son sahnenin provasıdır yazdığım her şiir.

 

 


( Oynayacağım Son Sahnenin Provasıdır Yazdığım Her Şiir başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 22.11.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu