Mevsimi ihbar ediyor mağlup bir düş
ve seccadeye damlamış bir gözyaşı. Tebessümler çığırından çıkmış da vaktin
biri.
Mukozasında hırpani bir telaş şaklı
mevsimin hele ki rüzgârın öğüttüğü düşler yok mu ve dik yokuşun da her ayak
izine bandığımız duygularımız ve el yordamı sevdiğimiz yılların da özlemi var
içimizde.
Göğün yırtık fanilası elbet güneş
terli bulutlara armağan ediyor ısısını ve ter atan gölgeler bile nasipleniyor
sevginin sıcaklığından üstelik anında kuruyan ter ve gözyaşı.
Bir imgenin telaşına yenik düşüyor
şair ve özne olmayı unutup özlem biliyor her şiiri hele ki her şiirde otağı
kurup da kardığı dünü yok mu ve sevdalı bir semazenden medet umuyor yılkı ne de
olsa yılmış yüreklerin uzvu şiirler ve tebeşirle işaretlediğimiz gövdeleri
ağaçların.
Yalanlar hırpani bedellere gebe.
Yıllar ömrün gazı.
Yenilgiler maviden ibaret umudun da
taban tabana zıddı.
Küresinde ölüm var kâhinin;
sevdasında özlem var aşığın.
Aşkla hicap yüklenen dervişler var ve
daha çok sevmenin de meali iken ıssızlık ve kırık notaları var küçük kız
çocuğunun henüz olgunlaşmamış bir meyveyi dişleyecekken annesinin kolundan
çekiştirdiği ve cebinde saklı çikolata ile annesinin neşe saçtığı hele ki
şemsiye çikolatanın açma düğmesinde saklı iken neşenin ihbarı ve idam edilesi
kötülüklerden de uzak şeker tadında evrenin hitabı.
Kırağı çalan bir heceyi sahiplenen
şair ve asla da şair olmadığını iddia ederken rotasında kayıp gezegene düşen
yolu uydunun ve uyup uymadığını bilmeden uydusu olduğumuz insanlar ve gölgeler.
Mavi teninde göğün…
Şakıyan sesinde bülbülün.
Cennete düşüp de yolu cehennem
ateşinden dem vuran mazlumun…
Kayıtsız izlekler elbet muhtırası
yerin göğün; devasa ışıklar ve kararan gökyüzü yarının da muadili iken yürekte
saklı aydınlık gökyüzü ve gök gözlü anneler belki de hurafelerden kaçışan
gerçekler ve pembe yalanlar.
İniltiler dinerken.
İmgeler yiterken.
İtibar kaybeden bir ışık ansızın
rahmet yağdırmaya başlayıp da kılı kırk yaran meleklerden yansıyan iyi
dileklerle kat çıktığımız gökyüzü ve açık ara farkla yeryüzünde küçülen
suretler ve ışıyan sevgi nidaların solmadığı bir fecri de en ulvi istikamette
katık yapan hayallerine…
Mademki muhatabıyız mevsimin, haydi
devasa sarkaçlara takılalım; haydi su küresinde oynaşan sözcüklerin kandilini
yakalım; haydi topa tutalım zalimi ve kökünü kazıyalım kötünün sonra da vuku
bulan İlahi Adalette daha çok kazanım elde edelim hidayetin sancağında bir
hutbe iken rahmetin de indinde solsun yaprak yaprak nefsi gölgelerin ve büyüsün
o eksen sonra da eksilsin hırpani düşüşler ve kement atalım taslağına yarının
sonra da şerh düşelim dündeki yenilgiye ve kazıyalım tırnaklarımızla aşkın
mezarını.
Ölmekse ne gam.
Ölümsüzlükse söz konusu, haşa.
Rahmetin büyütecinde bakiyesi dolan
bir metruk düşten de sekelim gerçeklere ve büyüdüğümüz kadar da küçülsün
egolarımız.
Neşriyatı ölümse aşkın ve özlemin de
karekökü ise susuz geçen mevsimin yağmura hasreti…
Bir veda madem dillenen.
Bir serenat madem sözlenen
sessizlikle.
Hamt ettiğimiz kadar sabrın
sınırlarını zorlayıp erelim de gün ışığına ve güleç yüzlü şahikanın ve nesli
tükenen Ebabil kuşunun da peşine takılalım, atıl yüreklerden taşan aşkla
rahmeti bağdaştırıp yanan bağrına öykülerin çentik atalım ve damıtalı duyguları
hırpani gölgesinden uzaklara kaçıp da nefsin sınandığımıza vakıf bir yerkürede
ışıyan ay olalım ve yıldız kümesinde somurtan her yüreğe yeniden sunalım umudu.
Mutlak değerlerin mukayesesi ile
mağdur yüreklerin de kesiştiği o izlekte susalım ve sığınalım sessizliğe ve
İlahi Adalete olan inancımızla yolumuzu sabit kılıp daha çok sevelim daha çok
yanalım daha çok analım son nefesimizi verene kadar…