‘’İki kişilik bir yalnızlığım
fotoğraflarının önünde
Birisi alıp götürdüğün, öteki bırakıp
gittiğin.’’
(Alıntı)
Ölüm müydü maviden yasın muadili?
Hani kök hücresinde yetimliğin
Taşkın mizacıma eşlik eden cebbar bir
rüzgâr
Ve yılkıların uğradığı
O kapı aralığı
Az evvel rüştünü ispat etti mevsim
Diri bir ölü olmayı men ettiğim
yalnızlık
Göğün tebessümlerini çalan bir martı
kadar
Sırnaşık de vebali ve gözyaşı.
Öykündüğüm kadar mutluydum
Gitmezden önce hanemizden:
Bir bulut kadar revnak ve dolgun ay
ışığı
Öyle ya; mevsimi kebirdi acının
Günlerdense kabir azabı:
Gölgeme minnet ettim
Ve yâd ettiğim dünü salındığım kadar
Bir başıma
Azat edilmeyi diledim evrence bir
isyan
Edimlerinde kolladığım bir rahmet
Kavuşulmazlığın ısrarı.
Dökündü pullar, devindi melekler:
Delirendim ve devşirme bir seyyah
Muteber döngünde
Koyultulmuş gözleri gecenin
Nasıl da frapan bir tevazu
Beklediğim kadar da beklettiğim yanı
başındaki
Mezar taşı.
Mimlendim ve künyemde direndim:
Kümülatif sevinçler biriktirmiştim
bir vakit
Altına imza atmayı unuttuğum o akit:
Sen gidince, baba
Yetimliğin bir asalet olduğunu
öğrendim zamanla.
Vakur olmak değildi de mizacım
Ve marazi gölgeler
Feveran edip hücrelerime
Ölmeyi dilediğim geçen her gece.
Zanlarsız mıydı muradım dillenen?
Afaki sevinçlere tebessüm eden zifiri
gölgem.
Bir batında doğdu acı ve özlem:
Kaldığım kadar bir b/aşıma
Emeğime ortak ettim de
Yalnızlığın çatallı sesinde ulu orta
İhbar ettim günü Rabbime
Çatık kaşlarım haris benliklerden
uzak
Kaykılmışlığıma da ziyan veren nice
izlek
Uğursuzluğun çeperinde
Ölüme yeltenmeliydim belki de.
Tasasız değildi iklim
Ve dermansız makberi yüreğimin:
Aşkın azat edildiği bir evren
Evlat aşkına sahip her baba
Aslında asırlık bir seyyah
Sırtımı dayadığım ölümsüz çınar
ağacına.
Minnet etmeden kimselere
Mücbir fetvası ömrün
Katıksız bir zemin eleme dönük yüzüm.
Bir fasıla ki gerildiğim ipte terk
edilmişliğim
Bir hâsıla ki;
Varsın kalan ömürde de gün yüzü
görmeyeyim.