Teğelli duyguların hakkaniyetine ve
hikmetine duyduğum inanç belki de bir töre cinayeti düşüme uğramayan tek gerçek
ne de olsa yaşanmışlığın ya da yaşama ihtimalinin uğramadığı yalan değil asla.
Bana uğrayan/uğramayan sancılı
mevsimin gözettiği bir ayrıcalık filan da değil üstelik ne de olsa ben de
sancılanıyorum hele ki gün bitiminde ve tüm gün tarafınca örselendiğim kim ise
asla diş bilemeden ve bir ömür dikiş tutturamadığım bir kehanet olmadığı için
içimdeki yalnızlığı kalaylıyorum ve parlatıyorum ve nadasa bıraktığım atıl
alanına yüreğimin tohumlar ekiyorum ki bir şiir olarak doğayım yeni günün
öncesinde.
İçimdeki takvim… Miladi mi sahi?
İçime dizdiğim boncuklar… Ya, ip
koparsa…
Üzerinde yürüdüğüm Sırat Köprüsü ve
tek dayanağım ve tek koruyucum elbette dualarımda saklı tuttuğum bir sır
değilken.
Biçimlenen bir şeyler olmalı belki de
şerit değiştirmeliyim iyi de ben araba kullanmayı bilmem ki elbette insan
kullanmayı ve tek kullanabildiğim yüreğimin direksiyonu ve asla da kırmam
direksiyonu ve yeknesak rotamda güzergâhımda sabitlediğim ne varsa…
İyi de devamını getirmek istemiyorum
hiçbir şeyin üstelik ve sil baştan yapmak istiyorum her şeyi ve elbet zamanda
geri geri gitmeliyim ta ki doğduğum hastanede doğumumu gerçekleştiren sevgili
doktorum yüzüme şaplak atmazdan önce ve işte annemin rahmindeyim ve yaşasın ki
en korunaklı yerdeyim: ben bir ceninim ve gözlerim cin gibi yoksa üç harfli bir
şeylere özlem mi duyuyorum?
Ve işte annem karnını okşuyor sanırım
bana sevgiyi öğretecek bu kadını çok seveceğim ve öncesinde ona inanılmaz
acılar çektireceğim.
Misal mi?
Duvarlar soğuk değil bilakis sıcacık
ve evimin her yanı da sıcak ve ben hala annemin karnındayım. İyi de bu adam
kim? Biraz sert midir ne mizacı? Yoksa annemi üzüyor mu? Ya, beni üzecek mi?
Seviyor da sanırım gerçi sevgisini
belli etmiyor ama.
Ben neyim sahi? Şekillenmemiş bir
canlı adayı elbette canlıyım ama her an can verebilirim.
Ya, annemin ayağı takılı da düşerse…
Ya, çok ağır taşıyıp da…
İyi de ben kim oluyorum da
hükmediyorum hem ben üç harflilerin peşinde değil miyim?
Günümüzde pek de zikredilmeyen ve ben
işte üstüne basa basa inatla söylüyorum hatta öğretmenlerim de söyleyecek ve
patronlarım ya da bankada teftişe gelenler ya da ders verdiğim sınıfa baskın
yapan o müfettiş…
Cin gibiyim.
Ötesi var ben bir can taşıyorum ve en
çok da can’ım yanacak üstelik canım cicim, dediğim kim ise.
Hala, evin duvarları üstüme geliyor
ve yavaş yavaş büyüyorum. İşte kış bitti gitti ve yaza yol alıyoruz ve hayata
zıplamam da an meselesi ve işte üç harfli yeni bir sözcük:
Kış.
Ve de yaz.
En sevdiğim: kış, elbette yazın
başında gözlerimi açacak olduğumu bilsem de.
Ve kar.
Kar yağan saçları babamın.
İyi de babam neden dört harfli?
Olsun onu da seviyorum ama en çok
annemi-ana demeyi neden ön görmüyor insanlar?
Neyse ne işte: ha anne ha ana.
Her şey sıkıcı olmaya başladı ve
sıcak bastırdı. Hazirana ne kaldı şunun şurasında?
Ve haziranın birine…
Bir…
Doğduğum ayın ilk günü.
En çok sevdiğim çünkü ben illa ki bir
numara olmalıyım:
Eve gelen ilk çocuk.
Ve ilk aşk.
İşte buldum buldum: aşk.
En seveceğim üç harfli sözcük. Hadi,
canım, yanlış anlamayın siz de. Her önüme gelene âşık olmayacağımı mı beyan
etmeliyim?
Asla, efendim asla.
Hem aşk öylesine ulvi ki ve ilk aşkım
elbet çocukluğumda ve hayatımda ilk sahip olduğum arkadaş: babaannem.
Ben ona aşığım ve o da bana.
Aşk…
Anladığınız gibi değil işte.
Boyutsuzluğun rücu ettiği ve de rükû
ve işte güzel Rabbim bana hayatımın ilk dersini verdi-ya da verecek ne de olsa
hala cenin pozisyonunda doğup doğmamaya karar vermedim.
Babaannem. Pörsümüş yanaklarına,
pembe ellerine ve ela gözlerine ve tatlı diline hayran olduğum ilk canlı
annemden sonra.
Biraz huysuz mu ne? Eh, mütemadiyen
öfkelendiriyorum yaşlı kadını hem kim dedi onu rehin al da koltuğa bağla diye
ve işte uçuşa geçiyoruz bayanlar, baylar.
Yaş…
Hangisi peki?
Gözlerimden süzülen mi yoksa yaş ala
ala büyüdüğümüz sonra da öldüğümüz mü?
Elbette ilki.
Yaş, dediğin gözden gelir.
Ve insanın sevmedikleri de gözden
düşer yaş gibi.
Demek ki; daha öğreneceğim çok şey
var zaten hava da iyice ısındı ve artık suyun içinde debelenmek istemiyorum.
Üç harfli ne varsa seveceğim aslında
tüm harfleri seveceğim aslında en çok insanları seveceğim aslında en çok
Allah’ımı seveceğim ve elbet sıra bana da gelecek.
Ve seveceğim bir emir kipi:
Yaz.
İşte Rabbim bana en son şans olarak
bu edimi hediye etti.
Önce sev, dedi.
Derken yaz, dedi.
Ama önce doğmalıyım sonra yaş gelmeli
gözümden sonra gül, demeli birileri bana: hem ismimi çağırıp hem de yüzümde
çiçekler açmasını öğütleyecek.
Ve aşk.
Ve aşkın ibaresi.
Doğduğum gibi doğurmalıyım da: yeni
duygular ve duygularla biçimlenen nice şiir ve cümle.
En çok kendime emretmeyi sevdiğim ve
de. Aslında coşkuma eşlik eden bir dürtü üstelik içimden gelen ve ayrılmaz bir
parçam iken:
Sev.
Daha çok daha çok sevmeliyim ve
sizler de.
Demek oluyor ki daha da çok
yazmalıyım ve de aşk ile.
Tüm harflere ve tüm kâinata selam
olsun.
Yazacağım her cümle ve sevmeye dair
içimde beslediğim her duygu benden bir parça ve ben artık bir cenin değilim ama
her ne hikmetse içimde saklı tüm sırlar-bakınız ki sır da üç harf-ve yazılmayı
bekleyen her ölü duygu yazarak kimlik kazanıyor ve ne zamanki aşk ile satırlara
kazıyorum rüyalarımı ve yüreğimi elbet cenin mahiyetli bir rotadan rötarla
yolculuk yapan bir ufka mahal veriyor içimdeki devasa aşk’ın rahmeti.
İyi ki de.
Gülmek ne güzel.
Gülmeyi ve sevmeyi öğütleyen Rabbime
ve yaşadığıma şükürler olsun ve öğütlüyorum herkese:
Gül.
Sev.
Daha da çok…