‘’Yalnızlık işte dedim.
Yok, dedi, sevme arzusu.
Bir tek ölüler yalnızdır.
Bir daha ürperdim. Gülümsedi.’’
(Alıntı)
Geniş açılı bir pencerede savrulan
yemleri yorgun kuşların belki de türkü yakmaya gebe bir günün ilk saatleri.
Noksan olan nice şey var ve nice
insan tüylerimi ürperten gerçeklerin sırtını sıvazladığım akabinde bir avazda
doğan öfke gibi kontrolümü kaybetmeden önce gözümü sakındığım ya da alamadığım
alaca coşkusu yüreğin.
Bir yakarışın açılımı olsa olsa
Düş kırıntılarında saklı nidaların solduğu
Yaza dair bir günce
Pembe bulutun efkârı
Başımı yasladığım her hece.
Bir es verirken yazmaya durmadan önce
Şiirsel uzamında ömrün
Savruk bir rüzgârdan alıp da hırsımı
Çalakalem yaşamak neymiş gördüğüm
O miladın da öncüsü iken
Kalemin tefriş ettiği ilk gece.
Yontulmuş bir mevsimin nüvesi adeta
Bağdaş kuran efkârın çatısında
Uçuşan buz mavisi gözleri gönlümün
Aralıksız sevip yaralandığım
Bir düşün de bekçisi elbet
Diri kalmakla dinginliği
Aynı kefeye koyan gözyaşı.
Savrulan hazanın ön sözüydü Ağustos
güneşi
Vasıfsız izleklerde terennüm eden
Dolgun ve yorgun renkler
Elbet bir ilhama nail olacak kadar
Aşkı karışlayan
Aşkı yanlış yerlerde arayan şiirlerin
Türküsü.
Olsa olsa bir veda ç/ağrısı
Hükmeden ve hükmedilen
Nesirde saklı gizem
Ölümle örtüşen
O gaipten gelen coşku
Ve mavi yakalı insanlar beyaza düşman
Kimi zaman kindar bir lisan.
Sevginin dahi erişemediği o Kaf Dağı
Öğretileri kundaklayıp da
Ölümcül hicvini şerh düşen
Yandan çarklı rüyalar
Hele ki aşk yok mu aşk?
Elbet insanı kepaze eden
Tam da sevecekken kendini
Tarumar olan bir bellek ve benlik
Su küresinde ömrün
Kayıp geçen hece hece.
Yalnızlığın da cuntası
Katmerli gözyaşı
Yağmur duasına çıkmışken
Kulaklarımdaki şarkı
Bir de maviden bir örtü
Düş perdesini gizleyen
Derin bir tevazu
Sessizliğin de yoldaşı iken bunca
coşku
Gittiğimiz yere kadar da gideceğiz,
bayım.