Geciken bir yanıt ne ihya eden ne de
alaşağı sadece kubbede saklı göğün misafirleri elbet sözcüklerin sökün ettiği
şiir gibi günü yaşanır kılan sevgiye binaen astığım şık bir yıldız belki de
yüreğimin duvarında ışıldaması an meselesi ve işte dikiyorum söküklerini mevsimin
ve Eylül’ün güncesini derliyorum ilk günden yansıyan bir gülümseme ki hazana
dair bir hüzün bellemiştim oysa ben çat kapıda göz kırpan mevsimi.
Varlıksa kutsanan.
Aşksa kutlanan coşkuyla.
Özlemden seken kurşun gibi delse de
göğü ve göğsümü pervasızca ve işte tutulduğum rüzgâr bazen bir izlek bazen
titrek ellerinde kalemin damlayan bir bir hecelerin kifayetsizliğine ektiğim
sevginin g/izinde sürüklenmenin güzelliğine biat akışkan rahmetin hicvinde
saklı tebessüm.
Ne ektiysem teselli mahiyetinde…
B/içilen her duygu ayrı güzel kimi
zaman yürekten ırak olmasını dilediğim hüzün bile asılı iken zirvede.
Açan bir çiçek ki kimselerin bakmaya
dahi tenezzül etmediği.
Batan güneş ise zirvede aslında
dolunayın bıçkın gizeminde doğurgan bir rahmet şerefinin üzerine yemin eden
Eylül güncesi.
Ve işte bildiklerimi unutuyorum ve
kuruluyorum sedire: ah, bir de imha edebilseydim ya mazinin eserikli hikâyelerini…
Düş ihlallerinde sözcüklere nispet
yapan bir kırlangıç idi belki de saf tutan kanatlarında aşkın, devasa gölgeler
iken kundaklayan mevsimi.
Yalın ve katıksız zimmetime geçen her
acı, zifiri karanlığı delen gözlerinde aşkın, kibirli bir özlem ne de olsa
Eylül’ün şeceresinde saklıydı gizem.
Gün bakışlı bir şiir, tadı damağında
kalan güneşin de soytarı gülüşü ve işte kundaklandı hazan en baştan en çok da
uçuşan göçmen kuşların zaferiydi şehrin tensiye ettiği o devasa dalga boyu ne
de olsa şairin ismi idi Eylül ve kutsal bildiği duyguların haşmetli sevinci en
çok da İstanbul ve aşk olmak adına boykot edilen kötülük ve yalan ve işte izafi
bir kat daha çıktı mevsime yüreği ayan beyan tarumar eden imkânsızlığın kök
söktürdüğü kalemde saklı iken huzur.
Sevginin rencide edildiği kimi zaman.
Talan edilen r/eşit olmayan duygular
ve kös kös yürüyen bir çelimsiz düş gibi gerçeğin dokunduğu ve dokundurduğu her
sıfatta saklıydı bilinmezine sadık bir yeti ve yetim varlığın itirafı iken bir
dostane gülümseme ve selamına şerh düşen her gönül dostu.
Aldatılmış gölgelerden uzak
aldanmışlığın isinde görünmeze meyleden bir düşte saklıydı belki de söylenmeyen
her hece ve işte cümle sağanağına teslim oldu şehir ve sonbahara şapka çıkarttı
şair adındaki kifayetsiz zamir.
Ben dilinden uzak ve biz olmanın da
meali idi: elbet şiir ve şaire duyulan güven ve zemherilerde üşüyen dolunayda
saklı iken o nezaket.
Bir İstanbul kadını idi şehrin şık
duvağı ve mazinin asılı kaldığı her zeminde süre gelen bir ziyafet gibi en çok
da kursağını hüzün ile dolduran göçebe bir kuş misali kanatlarında asılı gün
ışığı ve umut ve dokunulmazlığı da kalkmıştı bir kez acıların ve
söylenmeyenlerin.
Dualar edildi ve erişti huzura kelam
bir o kadar parmaklıkların arkasında gün sayan.
İşinin ehli idi melekler ve zarif
kanatlarında yıldızların göğü gagalayan kukumav kuşları ve işte nöbette şair ve
şehir ve Eylül’e hazırlık yapan göçmen kuşlar ve şehrin ışıklarında saklı
binlerce rüya ve sefil varlığından ördüğü saçlarında gecenin, her örüntü
maviydi her şiir pembeydi ve her rüya gerçeklere uzanan binlerce ihtimalin
ışığında ket vurulmuş olsa da mutluluğa dualar değil miydi hayatın ve şafağın
öncüsü…
Belki şimdi belki hiçbir zaman…
Beklemeye de değerdi hani: umudu ve
Eylül’ü.
Beklentisiz gök kuşağında saklı hikâyeleri
de sonlandırmadan ve soldurmadan yaşamaya ve yaşatmaya dair yürekten edilen her
duaya ve her duyguya da Eyvallah en çok da varmak adına içindeki ulaşılmaz
yakaya…