Bir hayalet olabilmenin de özverisi
en çok da üstümüze giydiğimiz kimliğin haletiruhiyesi.
Saksıdaki yorgun toprak çiçeği bile
diri tutamazken illa ki silkelemeliyim üzerimdeki ölü toprağını hatta fırsat
bulursam üç beş tohum ekmeliyim öyküsüz bir hayatın müdavimi iken şiirler ne de
olsa öykülerimi saklı tutuyorum bir sonraki hayatım adına ve adı olmayan
hikâyeler örüyorum düş yakasında mevsimin, kelebek kanatlarımda uçuşuyor
sözcükler.
Seyrüseferi mevsimin…
Oh, ne ala ne ala o esinti ve işte rüzgâr
yönünü değiştirdi ve biliyorum ki güneş de ona eşlik edecek ve biliyorum ki bir
gün güneş sadece benim için doğacak ve ben de o gün yeni baştan doğacağım ve
tüm tasalarımı Nisan tasına koyup yağmur suyu biriktireceğim hani olur da
ansızın yanmaya başlarsa kalemin dökeceğim üzerine.
Müdahale edecek illa ki birileri de
olmayacak işte ve ruhuma hayat öpücüğü konduran meleğimle beraber göç edeceğiz
ve tün sıkıntıların öcünü alacağız elbet göz kırparken ummana ve hala sefil bir
özveri ile kendimi kundaklayan zerrecikler gibi ne de olsa biricik ve özeliz
her birimiz.
Kocaman bir yalan çünkü hiçliğin
hıçkırıklarında dönüp dolaşıp aynı noktaya varıyorum: hani biriciktim.
Hani bir selamın karşılığı içten bir
tebessümdü.
Cins cins insan demenin meali elbet
kadın ve erkek ırkının artık hangisi ise birinin üstünlüğünün diğerini bastırdı
ve ne yazık ki üreyen bir de üçüncü cins hala kadın mı erkek olduklarını
kavrayamadığım ve ruhlarındaki o kırmızı ruj nasıl da taşıyor bedenlerinden ve
insan olmanın ilkeleri uğruna savaş verirken Tanrıyı kızdırıyorlar hele ki
ağızlarından da düşürmezken Allah’ı.
İstanbul’un tam da ortasında belki de
köprünün ayaklarına çok yakın ya da uzak ve işte altından deniz geçen şehrin de
tercihi iken bunca dengesizlik ve hala İstanbul’a ve aşka âşık olmanın ritmi
ile sebepler yaratıyorum kendime sebepsizliğimle iştigal bir yasa kadar
titizlikle yas’a büründüğüm.
Yeltenmekle yaltaklanmak arasındaki
seçimimi elbet en baştan yaptım ve yeltendiğim hangi hayalim ise
gerçekleştirmenin yollarını aradığım…
Önce yalnızlığa konuşlandım.
Sonra ıssızlığımı ihlal ettiler.
Sıra sıra hayaller dizmişken ipe…
Ve işte ip de koptu cambaz kendini
bir başka dünyayı hayal ederken buldu.
Sözcüklerim derin dondurucuda ve
yüreğin ateşi ile çoktan çözüldüler ve gözlerimdeki parıltı ile aydınlattım
zemini üstelik emin adımlarla yürümenin muadili iken umudun sarmalında kayıp
makamlar peşinde bir şarkı olmak iken özlemim şiirin çatık kaşı ile de kendime
geldim.
Gönülsüz değilim işte: ne gönülsüz
bir fani yaşamayı fazlaca ciddiye alan…
Gönülsüz bir kalem olamam da aynı
zamanda en çok düşkünlüğüm hangi duygu ise radara takılan ve verdiği sinyal ile
kulakları sağır eden.
Ağırdan aldığım bir hayat.
Azığa aldığım bir hayat.
Apaçık iken alnımdaki terle hemhal
hala zemin kaygan olabilmekteyken kaymaktan son anda kurtulduğum ve ansızın
kendimi kaydırakta bulduğum…
Oyun bahçemde saklı sevinçlerim ve
ışıl ışıl yanıp sönen arkasına düştüğüm bir masalın en nemrut kahramanı iken
dikiş tutmayan duygular gülümseyebilmem de kazandığım bir zafer iken…
Elbet ödün vermekle ödül kazanmak
arasında bir ilinti varken seviyorum da yalnızlığımı ve kimsesizliğime mahal
veren herkes ve her şey için de garip bir haz duymaktayım üstelik yolculuğuma
en baştan yalnız başlamışken sözcük portalında himayesi altında iken bilumum
detayların ve sökün eden onca resim en azından kayıpta değilim artık ve kendime
verdiğim her sözün de arkasındayım…
Mutluluk çok da rağbet etmediğim bir
kavram değilken herkesten mutlu olmayı artık nasıl başarıyorsa bir o kadar sözcüklerin
dansında damım iken kalem üstelik fosforlu yüzlerinde sözcüklerin, şakıyan bir
Anka kuşu küllerinden doğmanın zarafeti ve ıssızlığı ile bir o kadar müteşekkir
iken kâinata…