‘’Gidersen yıkılır bu kent, kuşlar da
ölür
Yanlış adreslerdeydik, kimliksizdik
belki
Gidersen kar yağar avuçlarıma,
üşürsün…’’(Alıntı)
Hoyrat bir rüzgârdım öncesinde
kendine esen
Susuz bir çeşmeydim de
Tüm suyunu tek nefeste içine çeken
Tutsaklığım yalnızlığa ve zamansız
mevsimlere
Tükettiğim ömrün son vedasıydı
Şehrin sessiz akşamlarına bir avazda
esen.
Bir demde tükendim
Oysaki dertlerde türemiştim
Sözcüklerin kılığına aldandım
Çünkü ben söylenmemiş her unutulmuş sözcüktüm.
Göğün fiyakalı rengi
Karanlığın asılı kaldığı yüreğin
tutuklu iklimi
Bir manivela ise aşk
Hoyrat bir çığlık belki de
Kimselerin duymadığı yeknesak:
Bir hüzün kaypak düzende serili kalan
Her rengi kaçık kilim
Elbet ayağımın altından çekilen
Bir hüviyet iken
Yalnızlığa bir ömür talim ettiğim.
Irkı yoktu acıların
Irkı olamazdı olmamalıydı da sevginin
ve şiirlerin.
Sevdiğim Nazım, Nerudo ve Süreya
Asılı kaldığım göğsünde hislerin
Kavrulan yer gök
Savunduğum aşk ve umut
Hüzne tabi olsam da bir ömür.
Şafağın iniltilerinde doğdum
Oysaki acı çeken yüreğim ve bendim.
Şahit olan tek Varlık
Açığa çıkan kimlik ve rotam
Salkım söğüt sallandığım her şiirde
Ritmik duygular dile gelen her
fasılda.
İmleyen aşk
Ünlenen haraç mezat
Hangi kırıntıysa
Gagaladığı yüreğin, kalemin
Şerh düştüm evrene yeniden
Mademki yaşamak için gelmiştim
dünyaya
Ama yetmedi işte yetemezdi de
Yaşatmaksa içimde saklı çocuğu ve
umudu…