Bir yetim düş’e meylettim elbet
yetemediğim gerçeklerin kamburunda asılı bir düş’tüm ben üstelik düşmemesi
gereken hele ki insanların gözünden düştü mü sözcüklere yönelen bir ayraç elbet
yalnızlığı ve hayat arasında susması gereken her anda suskunun yokluğunda
kalemle derbeder sözcükleri nakşeden.
Yemin Billah.
Yarenlik etmek kim ben kim ki elbet
kendime…
Ne kin ne kan ne kir bulaştı hem
üstüme ve işte duru bir beyaz sayfaya akıtıyorum yaşlarımı.
Her yaşın minvalidir yas.
Her yasın da yasası içimde saklı o
telaş.
Hurafelere inanmak mı? Yoksa zuhur
eden karanlığı yok saymak mı?
Yok sayılmışlığın gölgesinde kurak
bir arazide neme doymak mı yoksa yazmak?
Ne ağlatı ne ağlak ne alıntı ne de
çalıntı.
Ruhuma düşkünüm madem ezelden çalıp
da söyleyen o çingene kız gibi mi eteklerime zil takıp da oynamalı mı?
Her karede saklıyım ve b/öldüğüm
üçgenler.
Şeşi beş gördüğüm insanlar.
Şaşa kaldığım bir ömür ki beşiği
kırık eşiğinde saklı niyazım körüklü acılarımla tapındığım sadece Mevla’m.
Aşkı bileyen dişleri iblisin hani
hoh, dedi mi:
Öfkeyle köpüren Kutup Yıldızı mı
yoksa kat çıktığım aşka duvarlar diktiğim hayata özlemi mi na’şımın.
Kör düğüm kimi zaman.
Bir kor hece.
Hayır, hayır, kör nokta.
Örülü saçlarım dünde kaldı, be hafız
yine örüntülerde gidip geliyorum ve içimi dışıma yansıttığım o görüntüm:
Nazım niyazım kabul görmedi gitti,
hafız.
Sefil miyim?
Belki sakil.
Hicabın doruklarında insan nesli ki:
Ah, yetemedim gitti.
Yetindiğime heceler ekliyorum ve
bulmaca eki gibiyim:
Her gün neler ekip de neler
biçiyorum.
Varsa yoksa ektiğim sevgi ve umut ve
derken birileri bağırıyor kafamın içinde aslında içimde dışımda:
-Unut, unut.
Unuttuk da hem unutuldum belki de
uyamadığım düzende bir ketum heceyim kendimce.
Taradığım yıldızlar ve kırık tarağım
ve kırık aynam.
Ama en çok içime ayna tutanlara
müteşekkirim gerçi her biri illa ki canımı yakan ama diyemem de asla diyemem:
Sevdiğimi söylesem ayrı ölmeyi
dilediğimi haykırsam elbet tefe koyarlar.
Yüreği ihya eden elbet sevgi bir de
ufkun ayracı gerçi kimse görmüyor ama…
İlahi bir ışık içime yansıyan ve
ritmi rüzgârın sadece benim duyduğum.
Kelaynak kuşlarına ayrı hayranım kel
değilim ama kal gelirken en çok da neşemi b/ölenler tam da çocukça bir coşkuyla
el çırpıp içimdeki masum treni tefe koyanlar.
Aşksa lokomotifi hayatın hem de
görünenden çok öte.
Ötekileştiren kimse asla da değil
umurumda ne de olsa ufka diktiğim gözlerim bir de sırma saçları rüzgârın
beyazlara yenik düşen ve masumiyetini saklamak adına için için tepinen bir
yaralı kuş işte.
Yakınmam artık.
Yeltenmem asla beni sevin diye.
Çarmıha da gerseler ruhumu asla yalan
söylemem hem bu yüzden köysüz kaldım, hafız aslında önceleri kimsesiz en çok da
kendimsiz gel gör ki kendime d/okunmayı iyi kötü başardım haşarı bir çocuk gibi
gidip geldiğim bir oraya bir buraya belki de gazabına uğradığım bir beddua ya
da nazar kimse yakınımda uzağımda.
Ama ben Maşallah, demeden geçmem hem
kırkı çıkmadan acının kırklarım da duyguları ve ruhu duymaz kimselerin ben
kendimce severken.
Yanlışa mı düştüm?
Yorgun muyum?
Yalın ayak koştuğum bir ömür bir yere
varamamışken yorgun olmaya hakkım yok benim.
Ama yoruyorum da insanları ve toz
kondurmadığım her başlangıçta şakağımdan vuruluyorum ve akan kanları ve yaşları
acele ile silip kaldığım yerden devam ediyorum.
Yeltenmem.
Yaltaklanmam da.
Yasaksa konuşmak başım gözüm üstüne
kimse göz s/üzen bana ne?
Bana ne desem de illa ki tepki mi
vermeliyim elbet içimden taşan bir nehir oysaki nehir yatağı çoktan kurumuştum
içimde sakladığım sözcüklerin.
Haşmetli bir özlem benimki ama kime
ya da neye, bilemediğim.
Bir öz veri ise yüklendiğim başım
gözüm üstüne.
Susku yüklü ömrün güdüsü ise yazmak
elbet aşkın ta kendisi.
Yaylım ateşine tutulan varlığım ta
dünden bu güne ve haşmetli bir saygınlık ile insanları illa ki taşıdığım
başımın üstünde.
Sevgiden yorgun düşen gözünden yaş
düşsün düşmesin yaslı bir mevsimin de ta kendisi.