Düşlerimi giyindim de geldim huzuruna
gecenin: endamlı sözcüklerin peşinde iç huzurumu bulmak adında duygulardan
öreceksem hayatı, dünün mezarında saklı sihirli geçmişim belki den muhteşem
mizansendi bilinmezin sirayet ettiği.
Gözümde ne saklıysa ve içimde ve
dışımda o dilemma.
Yalnızlığı giyinen her insandan ayrı
mıydım da sözcüklerim ne sitemkâr ne cafcaflıydı…
Düş yangınlarından kurtardım ruhumu
ve kalemi ve sökün eden her kıvılcımda sevdim de ateşle dans etmeyi. Ruhumda
takoz yoktu ayağımda ise nalın aslında rengim hem beyazdı hem siyah hem pembe
ve dünyam yalansız ve yalın.
Bahşedilense akla zarar ve tepinen
hangi zalimse kötülükle vücut bulan nefsine tapan elbet olmalıydı farkım
onlardan ve bir ömür topa tutulsam da çekmedim kılıcımı sadece ses etmeden
yaşadım ve yaşattım içimdeki çocuğu elbet yaşlarına engel olamadan engel de
koyamadan kötülüğe.
Zifirdi kimi zaman ve kibir elbet
isyan şakıyan ruhlardan püsküren oysaki biz değil miydik özümüzde saklı bunca
iyiliği ve sevgiyi koruyamayan? Belki de bu yüzden zemherilerde bir üşüdüm bir
soldum belki de çiçek olmanın rüzgârı ile kendimdi solduran içimdeki umudu.
Saf tuttuğum neydi sahi ve safiyet
yüklü ruhumda saklı bunca bilinmez oysaki ben hep yalındım ve neşeli elbet
dünümden armağan ama içimdeki coşkuyu ve neşeyi kimdi, kimlerdi çalan?
Gecenin nurunu hissettim çünkü
renkler değildi iyiliğin ve umudun kendisi. Öyle ki; karanlığa ve hüzne dahi
minnettardım yoksa nasıl anlam bulurdu şah damarımdan yakın Mevla’ma sığındığım
kadar hala arayışındaydım iyi insanların.
Karanlık ve gece ve hepsinden kötüsü
dünyayı yiyip bitiren bunca zalim ve öfke ve hala mezarında rahat edemedi de
çoğu insan ve mazlum ve çiğnedikçe o masum bedenlerini ve yüreklerini zalimler
hala açığa alınmamıştı kötülüğü kendinde hak bulanlar.
Bir çiçeğe dahi dokunamazken
incinmesin diye.
Bir karıncaya basmamak adına yolumu
değiştirdiğim…
Hala kibrine sadıktı nefsine tapanlar
ve yolum nereye denk düşerse düşsün illa ki oldu canımı yakanlar.
Meftunuydum hayallerin.
Ne âşıktım ne maşuk çünkü aşkla
eşleşmişti ruhum ezelden.
Tapındığım sadece Rabbim ve asla tahayyül
dahi etmedim üst varlığı ve Rabbime sadık ve sevdalı illa ki saklı tuttuğum iyi
niyeti.
Göğün aksinde gördüğüm.
Kimi zaman yerin dibine gömüldüğüm.
Oysaki aksanım umuttu ve sevgi ve haletiruhiyesinde
mevsimin, renk değiştiren yapraklar elbet kimi zaman solup döküldüğüm ama
yeşermesi an meselesi.
Bir günde saklıydı bir ömür.
Bir ömürde saklıydı binlerce duygu ve
cümle.
Hem çömezdim hem öğretmen.
Hem cüceydim hem dev.
Sevdiğim kadar da sevilmeyi talep
ettim Rabbimden ve içimdeki sarkıt eridi de eridi.
Eriyen mumdum kimi zaman ya da kimse
ruhumu ve gülümsememi eriten ve nurumdan sakınmadım aslında hep sevmemiş miydim
nur yüzlü insanları ve hangi varlıksa yüreğimi ısıtan ve huzur veren?
Nakşeden her andan firar ettim.
Her firardan yeni bir ben doğdu.
Defalarca öldüm ve yenik düştüm sözüm
ona ama küllerimde yaşadım ve yaşattım içimdeki sevgiyi ve benliği.
Ruh muydu tavaf eden yoksa beden mi?
Aşk mıydı ısıtan yoksa günümüzde
birilerinin kirlettiği değil mi ki yalan değildi ve hala anlamadım neyin
nesiydi bunca zulüm ve nice mazlum nice insan ve hayvan canı yanan ve canına
kast edilen?
Dileğimden gayrsini bilendi.
Hatta benim bile fark etmediğimi
bilen.
İşiten, duyan ve gören ve kalp gözünü
veren yine O.
Yoksa ne işim olurdu kendimle
bitmeyen davamda ne istemiştim de insanlardan sunulan illa ki acı ve öfke…
Rüyalarım renk değiştirdi ve
sevebileceğimden de fazlası ile hemhal en çok öykündüğüm sevgiydi madem ve
matemle örülü iç sesim elbet dünde kalan neşeli yanım ve hala yazmayı
bitiremedim ömrümün hikâyesini.
Bir lal satırda doğdum bir gün
aslında boş bir sayfaya düştü yolum ve içim ne boş ne de hoşlukla iştigal
sadece kanayan iç sesim ve yüreğim ve kim bilir zamanlardan hangi vakit?
Uykusuzluğun erittiği bünyem ve akla
zarar içine düştüğüm çukur ve işte tek tapındığım Rabbim en çok da içimde
büyüyen bir filiz.
Çukura kaçan gözlerim ama ışıldayan
belki de kaybolan titrim ki nihayetinde insandım ben. Zamanlardan bir vakit ki;
ömrün ortasında yere serilmiş ve terk edilmiş.
Ne çok izdiham saklıydı içimde ve
evrende.
Bense sadece huzurun peşinde: aşk ise
hepten saklı içimde belki de bir hevesle kendimi seveceğim bir zaman dilerken
hem bilmeden kendime şart koşmuşken kendimi sevebilmeyi…
Zıpkın yiyendi ruhum belki en üşüyen
en üşüten mevsimin karı değil insanların nidalarıydı sarmalında zulmün ve ben
tek başıma neye denk düştüğümü hala bilemezken.
Ve o gün düştü yolum boş bembeyaz bir
sayfaya ve işte hayatımda açılan yeni bir sayfa ve ben sekiz yıldır doldurmaya
doyamazken.
Acılarla hemhal ömrün girizgâhı idi
işte ilk sözcüğüm elbet kendimle hesaplaştığım ömrün tahayyül ettiği bir
güzellikmiş ki bilemeden yolum düşmüştü cennete.
Benim mutluluğum ne ki hem üstelik
dünyada acı çeken bunca insanın yanında içimdeki sıkıntı ne ki?
İsyanım kâfire.
İsyanım zulme.
İsyanım cahile ve nefret dolu nefsine
tapanlara.
Bildiğim de o ki: hayat hala
yaşanabilir ve mutlu olunabilecek bir mecra ki asla ümidimi yitirmemişken
sevginin ve sevgi dolu insanların varlığından yana…
Makamı yok ki bu şarkının.
Meramını bilen tek O.
Madalyamsa huzur ve sevgi en çok
ölümü düşünürken ölümsüz bir ruhu keşfettiğim.
Günü b/ölen heceler ve duygular bazen
nutku tutulsa da kalemin gözümün nuru adeta içimden taşan kazan ve gönüllere
serili o halı en çok da uçuşan perdeleri sonuna kadar açabildiğim bir pencere
elbet kalp gözüymüş yeni yeni tanıştığım.
Çehremde açan güller bazen solsa da
yeniden tayin edebileceğim esrarlı bir kokusu da var hani ne zamanki bir dilek
tutsam içimden ve niyazımda saklı ne ve de kim varsa ben sadece O’ndan
isterken.