Bir düş’ün yankısıydı içimdeki şehir
ve renklere ömür ve de kılıf biçen bir şiirden ötesi değildim…
Yalnızlığın kıblesinde saklıydım bir
ömür
Sancılı rüzgârın da eşkâlinde yanık
sesi türkülerin
Meali hiçlik olan şiirler diktiğim
Mevsimin aruz vezninde saklı bir
yapraktan öte
Üşüyen ellerime yağan kar
tanelerinden nasiplendiğim
Irkı olmayan bir acıydım
Mevsime şapka çıkarttığım
Lakin sırtımdan çıkarmadığım hüzün
hırkam…
Söküklerinde ömrün
Sinmeden ve yaşadığım günün de
peçesinden sarkan
Bir arazdım
Bir yaraydım büyümesinden haz ettiğim
Yamaladığım kadar göğü
Gümbürtüye giden mutluluğun da
firarisi bir heceydim…
Kimi, aşk diye düşmüşken yola…
Kimi, Gül diye çağırırken adımı
Tehir ettiğim de hiçliğim
Teyit ettiğim içimde sönmek bilmeyen
ateşin
Feveranı
Hatta tek tek kıvılcımını
Sokarken içimdeki aydınlığa
Büyüse de acılarım
Açısı olmayan şehirlerin
En çok de İstanbul’un müdavimi bir
şiirdim
Gazabından korktuğum kadar
Aşkına talip ve müptela
Rabbin tanıklığında sürüklendiğim
ömür
Denen güzergâhta
Bıçkın ve de şişkin bir rüzgârdım
sözüm ona
İçin için esen
Yalnızlığı ile üşüyen şiirin de
Dizelerinde yaşayan bir heceydim
herkesten de öte.
Gaipten gelen coşkum
Bitimsiz nazım, niyazım
Çöp bacaklı resimlerde
Hala çocuk kalabildiğim
Hala masumiyeti savunduğum
Savrulduğum kurak topraklarda
Aidiyet duygumla sorgulandığım
Nihayetinde kendimi, Rabbim bulduğum
Afaki bir mutlulukla
Yıldızların kırpık kuyruğunda
Kimi zamansa Yıldız olmayı
reddettiğim…
Adınla yaşa demişti madem bana Rabbim
Mademki babamın koyduğu isimle
Yaslayacaktım sırtımı Mevla’ma
Çınarım göçse de seneler evvel
Rahmetin ve sevginin kucağında
doğmuştum ben
Tefe koysalar da beni hem…
Rengimle mahcup
Aşkımla mecnun
Yalnızlığımla serkeş bir meczup
Gölgelerden haz etmediğim kadar
İnzivada geçen ömrüm ve kıblem
Mademki ol, demişti Rabbim:
Defalarca doğdum ve öldüm ben
En çok aşkın renginde
Saklı bir matem
İçimdeki bitimsiz meltem
Ve en mahrem gölgeydim
Tek tanıksa Rabbim…
Yıldız Gülüm