Düşlerimi boya sonra perdeyi çekmeyi
unutma en azından pembenin ölümüne şahit olmasın kimse ve kimsesizliğimle saf
tuttuğum şu duvar dibini de süpür ben gittikten sonra ve tüm sözcüklerimi ve
kalemimi göm en derine en çok da söylediklerim iken balon gibi sönen insanların
nefsine ve sevgisizliğine denk düştüğümü gizle yarınlardan.
G/izlediğimse yaramın söküklerine
dadanan hüzün belki de ödediğim bedellere değmeyeceğini bilmeliydim içimden
geçenlerin ve hangi omuzda taşındığım değil hangi ayakların altında ezildiğimi
saklı tutacaktı Yaratan elbet yazmadığım kadar yalnızlığımı yüklenecektim.
Sandım ki; kalemdi derdime derman olan ve çaresizliğimi
paylaşmadım ben sadece tüm saflığımla insanları sevdim ve benimki çoğul bir
yalnızlıktı: bunca insanı yüreğime sığdırdım da kalemimi ve yüreğimi söktüler
derinden ve yas tutmalarını asla beklemedim sadece gönül gözüme sirayet edenle
paylaşmak acılarımı herkes gibi ya da herkesten farklı en çok da ben olmanın
özrüyle sunuyordum içimdeki tarlayı.
O tarla ki nadasa aldığım.
O tarla ki ruhumun talan edildiği.
O tarla ki bir gönlün tarhıydı ve
zemzem suyuyla yıkanmışçasına berraktı tozu hatta toprağı.
Sözcüklerim de basiretim her
bağlandığında sayfaya döktüğüm asla da istemedim kimseden bana acımasını sadece
pay etmek sadece payidar kılmak içimdeki iklimi belki de kap kaça uğrayan
hikmeti saklı tutmak.
Herkes birbirini severken bense recim
edilmiş ve itilmişken sayfanın sonunda uçuşan sözcüklerden çeyizler derlediğim
sözüm ona yarınların uğruna inandığım ve umut bağladığım ne çok insan ki
istediğim asla çok şey değildi onlardan.
Ne hikmetse sözcüklerim soldu birer
birer.
Gün ışığında saklı her zerremle
geceyi dahi aydınlık kılan bir maharet olsa da benimki sindiremediğim ne çok
yenilgi meğerse ne zormuş insanların birbirini sevmesi üstelik bahşedilen ta
ilk günden ve hep de sevgiye meylettiğim ama anlaşılmaz bir şekilde payıma
düşmeyen sevgi.
Hep mi yanılır insan elbet
yanıltmamak adına kimse karşısında?
Hep mi sözcükler kan ağlar hele ki
yola çıktığım edebiyatın dokusunda şakıyan bir hiciv bir mertebe de değil asla:
sadece nadasa aldığım ömrü sunmak altın tepside sözüm ona çıktığım yaldızlı bir
yoldu ve ben yoldan çıkmamak adına içimdeki umuttan ödün verdim en çok da
kırmadan dökmeden sevmelerin izinde…
Geç de kalmışken ne çok şeye en çok
da kendime.
Umudun patiskası.
Umudun pervasızlığı.
Umudu paçavraya çevirenler çünkü
sevgiyle eş değerdi umut benim için ve ben sevdikçe kalem de neşrettikçe
büyüyecekti umut ve büyüyecekti içimdeki çocuk ve işte olduğum yerde saydığım
yetmezmiş gibi bir ömür ördüğüm ne olursa olsun hınçla ya da tepkisizlikle
söktüler tek tek.
Tekerrür eden tarih ve kim bilir
kaçıncı aynı sahne?
Sevgi iken başrolde olması gereken
yok sayılmış bir sevgi neferi elbet sevmeme dahi izin vermediler akabinde söndü
umudum, coşkum ve yaşama sevincime ket vuranlar oysaki adil bilirdim hayatı
elbet yanıldığımın da tek şahidi omzumdaki melekler ki onların da kanadı çoktan
kırıldı ve soldu gözlerindeki ışık.
İnsanlığın katmanları neydi?
El ele vermek.
Sevginin de mahşeri yalnızlığı en çok
da yalandan sevenler.
Benimkisi ne beşeri bir aşk ne de iki
kişilik bir dünyanın hayali çünkü benim sevgim herkese yeterdi ve sevgimle
örecektim sözüm ona kaderin çilelerini ve ben çizgimden çıkmadan illa ki yenik
düştüm ve hep olan oldu işte. Elbet yargılandığım Hak kapısı değildi sadece
dünyada kabul gören izafi gerçeklerin desturu iken ne zamanki görmezden
geldiler ve işte kalemin de ucunu nihayetinde kırdılar üstelik yüreğimin
kırıklarından da beter çünkü her şeyimi ve umudumu kaleme bağlamıştım bana
açılan bu son kapıdan geçtikten sonra.
Her masa başına geçtiğimde en
güzelini yazmaya meylettiğim ve noktayı koyduğumda huzura eriştiğim ve saatler
sonra görücüye çıkardığım duygularım tüm gerçekliği ve tüm yalınlığı ile meze
oldu işte hiçliğin sofrasında ben sadece kullanılmadan bir kenara atılmış bir
tomar kâğıttım ya da buruşmuş peçete yığını üstelik üstüne basılıp da geçilen.
Hep de kendime yüklendim ertesinde
demek ki arz-talep dengesinde zikzak çizen de çizdiren de bendim bu sefer
acımasızca ne varsa yazdığım ben onları fırlattım çöp kutusuna üstelik emek
verdiğim uykularımı feda ettiğim.
Sadece paylaşmak.
Sadece ortak paydada buluşmak.
Sevmek bir de karşılığı en azından
hoş görü olması gerekirken çünkü öğrendim artık insanların kolaylıkla beni
sevemediğini belki de bu yüzden hep zoru seçtim hep zorlandım ama mademki zoru
seviyordum elbet kendime yüklendim sırf kimse üzülmesin kimse kırılmasın
incinmesin diye.
Ve tüm kırgınlığımla yazdığım her
yazıyı son belledim ama içim çok acıdı ve yeniden şans verdim kalemime en
azından insanlar yeni bir şans verirler belki bana diye.
Benim kırgınlığım ne ki kalemin kırık
ucunun yanında üstelik tüm hayatımın enkazı da o kırık ucun içinde belki herkes
kadar belki hiç kimseye benzemediğim kadar.
En çok da paralel tuttuğum ne mi?
İyi bir insan olduğumu kanıtlamanın
yolu iyi bir yazar olmaktan geçiyor diye tüm varlığımı adamışken yazmaya ve her
yanıldığımda inandığım tek şey; insanlığımın da sevgimin da yazdıklarımın da
değersiz olduğu gerçeği elbet karşılık görmeyen yazma coşkum sönerken hayata
olan inancımın ve bağlılığımın da ivme kaybetmesi.
Hele ki bir ömür iştigal olduğum ne
ise bir o kadar insanlığımla bağdaştırılan ve işte başarısız bir hayatın son
kırıntılarından nasiplenip kalemimle o kırıntılardan yeni bir hayat inşa etmek
coşkusu ve arzusu nihayetinde kalemime duyduğum bağlılığın ve aşkın bir celsede
sonlanması bir o kadar kendime duyduğum inancı da yitirdiğim bu yüzden
okuyucuya o kadar bel bağlamışken ve farklı insanların farklı platformlarda okuduğu
aynı yazı iken tarafımca yazılan addedilen o değer/değersizlik…
Sahiden böyle mi olmalıydı hele ki
kendime verdiğim son şans iken yazmanın bana verdiği gücün yittiği ve her şeyin
sonlandığı duygusu.
Yola ne diye mi çıkmıştım peki?
Elbette inanç ve sevgi ve umut hele
ki sevgi ile umudu da eşleştirip kendime duyacağım sevginin da büyüme ihtimali
ile ve işte ansızın her şey ama her şey sona erdi.
Ve işte o cenin pozisyonunda sadece
vereceğim son nefesi bekliyorum çünkü kalem ve ben öylesine büyük bir aşk yaşadık
ki son birkaç yılda ve sadece umut etmiştim her şey yolunda gider diye: ben
yazsam bile kalemin gözyaşlarına artık engel olamıyorum ve o da çalınmış
hayaller ülkesinde yerini aldı tıpkı önceden gömdüğüm tüm hayallerim ve
ideallerimle birlikte artık sadece son nefesi vermemi bekliyoruz hele ki ben
kalemsiz ve okuyucum olmadan artık yaşamak istemezken elbet yaşamaksa sıradan
bir insan gibi sadece rutine bağlanmış ve de dünya nimetleri ile avunurken ve
ben artık çoktan sıramı savmışken…
İlla ki son yazım mı olmalı her
yazdığım elbet ben çoktan treni kaçırdığım için kaçak bir yolcu gibi kalemin
ucunda yolculuk yapar ve gözyaşları içinde boğulurken…