Ben İçe Açılan Kapının İçten
Açanıyım
Yazarken bu günleri nasıl
yaşadığımızı bilememenin sancısını çekerek yazıyorum…Zamanın en kötüsünü
yaşarken, iyi nedir kapısını kapatarak dışında kalmanın endişesiyle baş başayım!
İçimizde yani kalbimizde bu iyiyi hissedecek bir şeyler yok muydu? Vardı olmaz
olur muydu, vardı elbette. Herkes duyguların zirve yaptığı sözlerin hecelerin
arasında araştırırken “gülümse” “mutlaka sev” “sevdiğin sevildiğin ölçüde hayat
senindir yaşanılandır” sözleriyle aynı imkanlar içinde karşılaşmasa da açan bir
çiçeğin kokusunda ki gülümsemeyi, nazlı yârin gözlerindeki aşkın ışıltısını
sıcaklığını, açan ağacın kışın sancılar içinde tohumuyla, köklerine sımsıkı
sarıldığını bilmez mi acaba?
Franz Kafka’nın yazdığı eserdeki
gibi dönüşüme uğrayarak bir anda dev bir böceğe dönüşmedik ki, insan olmak
varken buna ne gerek vardı, değil mi? Bu halimizin yani sokakların sessiz
olması, diğer coğrafyalarda Suriye de Filistin de acıların zulmün kolunu açarak
zalimlerin benim sayemde sizler ölümle tanışacaksınız inanılmaz dehşetiyle,
gezmesini anlamak nasıl olur bilmiyorum! Bunun bir mantığı var mıdır? Hatta
mantığın içinde var olmasının böylesine bir kuralı var mıdır bilemiyorum! Şaşkınım!
Kederliyim sadece…
Oysa limanda ayrılırken Ufka giden
gemilere, insanlık umut sevgi neşe yüklemiştik, yoksa yüklediğimizi mi
sanmıştık? Bizler herkes için umutları sevinçleri denizlere bırakmıştık
dalgalarla yarışarak dört bir ufka sahillere varsın diyerekten... Bizler için,
rüyalar sonsuza kadar ufukta yol alır, gözden hiç kaybolmadan terk edilmezdi...Yoksa
bizi izleyenler gözlemleyenler gözlerimizi başka yöne çevirterek hepsini
değiştirdi mi acaba? Şimdi bizleri alaylı bir şekilde yeryüzünde silinceye
kadar, asla bir daha gönül kıyımıza yanaşmazlar, çünkü içinde etrafımıza hayata
dair neşeye gülümsemeye dair bir şey kalmadı. Yoksa insan hayatı budur işte
diyerek, gezen şereften yoksunlara rağmen hayat bu değil diyerek sancılar
içinde yazmam bu mudur acaba? Bu her şeyi değiştirmeye çalışanlar bunları
değiştirmek için evlerin duvarında ki yarıklardan içeriye girmişte olamazlar! Anlatırken
anlamamak bu olsa gerek diye düşünüyorum!
Söylenmeye söylenilmeye, hasretliğe
bitmişliğe denk düşen sözler bu yalnızlığın verdiği sıkıntı ile patlarken, ne
kadar dikiş atılsa da dikiş tutmayan üzgün haliyle hayatımızda yer almaması
ışık olması nedeniyle içine duygularımızı katarak hayat vermediğimizden dolayı,
küskün kendi paylarına düşen yalnızlıklarının hıçkırıklarıyla terk edip
gidiyorlar bir bir…Gittikleri ülkenin saklı dünyasına açılmayan kapının
aralıklarında süzülerek giren bu değerli sözler, bizleri terk ederken
gitmesinin kabulü veya reddinde haberi olmayan halimizle istikrar ve
istikametimizi kaybetmiş olmanın sersemli haliyle farkında bile değiliz ki!
Yükümlü olmak neyedir? Kimedir? İnsanı
sevmeye…İtibar görse de görmese de üzse de kibar görülmese de şiar edilmese de
yükümlü olmak sevmek bize düşer. Kocaman yanılgıların derman olmadığı bu yanlış
istikamette geri dönmek ayrıntıya önem vermek, ben içe açılan bir kapının içten
açanıyım, içten açmalıyım diyerek sorumluluğunu bilmektir insan olmak. İnsanı
sevmenin tonlarıyla renkleriyle gönlünü süsleyen, bu eşsiz ton ve renklerle
gönüllere yürüyen yumuşacık ses tonuyla konuşanı olarak var olan bu nedenle
yaratılan insan olduğumuzu bilerek, yükümlü olanız.
Masumiyet bizde içte…
Merhamet gönlün en üstünde…
Gülümsetmek kalbin merkezinde…
Yaşatırken yaşamak ise kaderimde…
Hayatı anlamamak nedir ki? İşte
hayat gerisi sorma bayat, al gönlünde olan güzellikleri içine kat yoğur, hemen
dağıt yoksa soğur, dağıtmazsan gönlün tamamen kurur, çıkar ilişkisi benlik
dünya nefis şeytan gelir tahtına oturur, sonu kötü olur…
Kolaylık…
Anlamsızlığa anlam katmak…
Yolda kalana koşmak…
Ben edim dedim…
Az gülümse dedim…
Olup bitmiş eylem demedim…
Olup bitmiş iş dedim…
Düzeltile bilinir dedim böyle
söyledim…
Ben kendim söylemedim sıkıntısını
sancısını, yalancı hancısını, samimiyetsizliğin yarısını çektim de söyledim…
Bu hikâye değil hayattır dedim…
Belli ki yetmedim…
Uykusuz kaldım uykusuz gecelerde
seslendim…
Kısa ve öz başka söze gerek yok,
kaybolmadan gitmeden bu sözleri alalım gönlümüze küsüp giderlerse dönmezler hep
bunun sancısını çekiyorum…Payımıza düşen bir hisse, hayatımıza renk katan bir
gülümseme, zor olsa da olmasının sancısı kadar zor değildir, kolayda değildir,
çektiğimizde inanın ki bunca acılar içinde halayda değildir! Esinti içinde
fırtınalar çıkarmak esintiyi yok ederken, fırtınaların şiddetinde yıkılan
dünyamızı izlerken satırlarıma düşen gözyaşları ve ıstırabı yazarken içinde
saklı olan coğrafyam siliniyor kayboluyorum! Oysa kıtaları aşmak için o
haritayı çizmiş gönül şehirlerini bulmak için yıllarca çaba sarf etmiş, hayata
atılmak içine katılmak hevesimle birlikte siliniyor, yazmasam olmuyor,
bütünleşmek güçlenmek ne kadar kabul görülmese de sömürenler tarafından, onların
suratına tükürmek için yazıyorum birkaç söz ve kelimeler. Onlar araya
serpiştirdiğim gizli sözcüklerden kendilerini anlattığımı, yüzsüzlükleriyle
insanlıklarından çıkarak canavar oldukları mesajı tamamıyla okumadan, şöyle bir
göz gezdirince görecekler, gerçi görmezler lakin içine serptiğim altın
kelimelerin altın ışıltısı onları çekerken bu yazdıklarımın ve diğer
yazdıklarımın içine kendi gerçeklerini muhakkak görecekler vesselam.
Mehmet Aluç