Ertelenmiş bir düşsün sen, muallim
belki de düş öbeklerinde saklı kırık bir sayaçsın illa ki aşkın eziyet ettiği
bir de insan bunu meziyet belledi mi…
Yokuş yukarı yaşanıyormuş hayat,
sonrası mı?
Yokuş aşağı inilmediği gibi daha da
çıkılası bir yol işte hayatın vakur duruşunda düş simsarları iken mutluluğa ve
hayallere musallat olan.
Düş ekinlerinde.
Düşlediğim nice mutlu Ekim’in
gölgesinde…
Ah, muallim, sen bile çekmezken
nazımı elbet sonlanmayan niyazımla ait olduğum tek varlık ve durduk yere
soruşturulmadığım durduk yere yok sayılmadığım tek mekân ve gerçekleri bilen
hayallerimin de çalındığına tanık ve defalarca yeniden başlamama ve kaldığım
yerden koşmama izin veren…
Üstelik severken müsaade istemediğim
ulu Rabbim ve ulu çınarım ve ulu orta olmayan varlığım ve o ulvi esinti ve işte
genzimde saklı hıçkırık elbet örselendiğim ömrün güncesi iken umut ve aşkın
şahikası iken özlem ve ah, o sefil öznem…
Dikiş tutturdum da illa ki hayatta
sonra söküldü dikişlerim ve kalan dikiş izlerinin üstünü umutla ve coşkuyla ve
heyecanla hem örttüm hem de altına saklandım.
İzafi bir durak addedilen varlığım.
Kat izi duygularımın: kanadığım ve
kandığım ama kandırmadığım bir o kadar andığım ama anılmadığım ve sevgi iken
tek mubah olan sevmenin bile hak ihlali sayıldığı.
Ah, muallim beni bir sen anlarsın ve
münasip bir dille konuşurken sensin sırtımı sıvazlayan sensin serden geçen
yardan vazgeçmeyen bense izafi bir mutluluğu içime çekecekken infilak eden
yüreğim ve muhtevası sözcüklerin ve işte derin dondurucuda geçen ömrüm bir o
kadar sıcak ve içten olmanın bir şekilde suç sayıldığı…
Ne kibirliyim, muallim ne de kinayeyi
severim.
Kindarım da dünüme elbet içimdeki
coşkunun hala nasıl saklı olduğunu dahi anlamazken hem dünümde hem anımda hem
yarınıma uzanan…
Bazen kızgın ve öfkeli elbet içimdeki
o şaşkın ve sevgi arsızı çocuğa.
Sevilmeyi diler insan, dilemez mi?
Ya, ben dilemediysem?
Dilemması ömrün illa ki sevgi lakin
içimden gelen sevme arzusu bazen renk değiştiren bazen rüzgârı hızlı esen bazen
sessiz mizacım bazen bakir tınısı yeni günün ve geceden geceye sarkan bir
kördüğüm elbet içine sıkıştığım elbet yüreği sıkıştırdığım.
Batıl bir hece mi yoksa aşk, muallim?
Biliyorsan sen anlat sen öyle.
Hem senden beni sevmeni filan
istemiyorum sadece dur ve dinle ve sadece anlamaya çalış beni…
Anla, demiyorum: sadece çabala.
İçimdeki enerjiyi tüketen bir
sebepsiz iklimde bil bakalım neyin derdindeyim?
Asla söylemem de: ne sana ne bir
başkasına.
Hizaya geldi artık duygularım ve
artık vakit filan da istemiyorum cihandan sadece altına imzamı atmak istiyorum
ne zamanki sunulsun şahsıma o uzun akit…
Uzattım sanma sadece uzandığım
gecenin düzleminde bazen şerit değiştiren duyguların eklem yerlerine konan
ruhumla kodaman gölgeleri kovalıyorum biteviye.
Gölgemi bile kovmuşken ta dünden
nedir üstüme çullanan bunca gölge?
Üstüne üstük sevgiden dem vuran.
Bir de iç sesime tokat atan ki…
Ben babamdan dahi bir fiske
yememişken hiç mi sızlamaz vicdanları?
Ben kurtaramadım işte dünyayı ve
yetmedim yetemedim de insanlara…
Ben kurban edildim dünyanın tek zerresinde
yokken gözüm sadece iyiye meylettim ve vicdanımın sesini dinledim ve tek tek
dokunmak istedim yüreklere.
Yüreğimdir kıblem.
Ama tenezzül dahi etmezler bir kere
olsun dinlemek için bile kulak vermezler diğer yandan duvarların da kulağı
vardır ne zamanki sessizce ağlasam o duvarlar bir coşar bir coşar ki ve işte
tefe konulur insan oysaki mizacıdır yürekleri tavaf etmek için yola düşen.
Sağdıcım inanç, muallim ve solumdaki
sayaç.
Dilimde Besmele daha ne zaman düştüm
yola hem ben…
Dilsiz şeytanları da gördüm ve
dillendiler ne zamanki düştüm dara ne zamanki düştüm aşka ne zamanki düştüm
yere.
Kesif bir sessizlik hem dileğim hem
rüzgarım hem de naçar olduğum kadar da kaçarım işte gerisin geri ve eşleştiğim
bilumum duygu ve sırlarımın tek muhatabı ve Rabbin izniyle bir umut dağı
ulaşmayı varmayı dilediğim ama yağmayan ama yağdıran ama seven ama daha çok
sevilen ve yankısı rüyalarımın bazen riya dolu söylemler ve kalp gözümdeki o
sadık ses bazen eşelediğim zemin bazen eşinen hüzün bazen eşleştiğim sevdalı şehrin
bana uzattığı eli.
Bir köprüden geçerken.
Bir de kendinden geçti mi insan…
İlla ki aşktan ve umuttan
vazgeçmeyen.
Bazense hüznün damarlarımda
pompalandığı ve işte yüreğin de sayacı iken sözcükler akneli bir gün ışığında
semiren bir ay misali bense içine sığındığım o yıldız kümesinin alametifarikası
elbet yıldız kimliğimle şakıdığım ve çiçek hüviyetimle bir daha açmamak üzere
solduğum…
Mahcubum kendime, muallim.
Ve tüm dünyadan özür diliyorum
gaipten gelen coşkum ve sevme arzumla yük olduğum için insanların boş
belleklerine.
Başa aldığım bir filmin artık kaçıncı
versiyonu ise işte acılarımla kıyama duruyorum muallim ve üstüme çizgi
çizdiğini görüp de için için ağlıyorum yine de duacınım belki de üstüme
alınmamam gereken bunca şeyin sonunda hala yaşıyor ve yazabiliyor olmak bir
mucize iken ama bil ki ben mucizelerin çocuğuyum ve hayatımın tek mucidi iken
Mevla’m sadece diliyorum yarının bu günden daha güzel olmasını ve ben sadece
güzel bakıyorum hayata ve insanlara üstelik defalarca kırılıp daha da kırılacağımı
bilirken…
O halde sen de bildiklerini unut,
muallim hatta beni tanıdığını bile unut ne de olsa umudumdur canımı artık daha
fazla yakmaman bu defalık da benden olsun ve işte senin yerine bir kez daha ben
yakıyorum canımı hani olur da bir mucize hâsıl olur da bir gün bulutların
üstünde buluşur ve hasbıhal ederiz ve o güne kadar kim bilir daha ne kadar
kanacağım insanlara ve sevgiye en azından kandırmadığım bir dünyanın umutvar
müdavimi iken…
,