‘’meğerse vurulmuşum seni görünce
anladım
yüzün cam yeşili gözlerin bütün
ıslaktı
sevim senden başka bir kızla çıkmadım
ışıklar nereye saklandılar
bilemiyorum
dudakların gölgeli gittikçe gölgeli
gittikçe yalnızım galiba
ölüyorum…’’(A. İlhan)
Düşlerinden muaf tut beni, Sevim ve
yine yeniden sevindir beni.
Laf cambazıdır benim yüreğim ve sen
sadece sen.
Latif rüzgâr, Sevim ve nazenin gönül
köşkün ve bil ki ben sana ve aşkına sadıktım…
Laf çıkmaz kalemden, Sevim çünkü
sensin benim yürek sesim ve alfabem ve şimdi ruhumun dokunulmazlığında
dokunuyorum sayfaya ve kâğıt gibi beyaz yüzümde ve temiz benliğimde sekiyorsun
bir nokta gibi bir nota gibi ve çarpıyorsun yüzüme tokat gibi.
Yangınım ben sense tek kıvılcımdan
doğan ateş ve güneş.
Ateş ettiğindir kalemim ve servetim
ve zembille inen sevdam ve mabedim ve matemim.
Uğultuyu duyuyor musun, söyle?
Biliyorum da umurunda olmadığımı ama umuyorum bir gün gelip de beni seveceğini:
Ah, yalandan kim ölmüş Sevim ama sana
duyduğum bu aşk değildir yalan ve yalandan sever gibi yaptığın dün gibi
hatırımda.
Matemimle yoldaş derken sürdüm izini
ve sürgüne gönderdim mazimi.
Süngülü yüreğim ve delişmen rüzgârım
ve kanamalı kalemim ve şiarım ve Kutup Yıldızım.
Rotamda yoktun.
Rengimse önceleri bu kadar pembe
değildi.
Dilim damağım kuruduğunda su içerdim
şimdi ise seni ve şiirleri ve hüznümle yakın durduğum varlığın ve hazan mahsulü
gölgenle seviştiğim ve tepinen iç sesim.
Aslında hiç mi hiç var olmamış bir
şarkıydın sen sadece benim kulağımın duyduğu bir de Sağır Sultan ile her hasbıhal
ettiğimde sırtımı sıvazlardı ve dudaklarından dökülürdü onay aldığım çünkü sen
aşkımdın bense şiarın ve şair olmama sensin sebebiyet veren.
Mağlup geldiğim ortada ve
mağduriyetim de ama asla ah etmedim ben sana sadece ar bildim bu sevgiyi ve
kılavuzuydun yüreğimin ve karınca kararınca yaşarken severken ve yazarken
azıttığım ama sanma ki herkes gibi ne de olsa yüreğimdeki sonsuzluğa
dokunmuştun sen ve kalem de bir uzvum olmuşken seninle şerh düştüm ben ömre ve
geceye.
Kâbuslarım sona erdi, Sevim.
Kanamalı yüreğiminse başı göğe erdi.
Dokunulmaz olduğunu sandığım kalbimi
tetikleyen kadın bense sevgi arzından değil acı dolu talebimle öldüm hem de
senden sonra defalarca ve öykündüğümdün sen ve öldürdüğüm nefsime lanet
okuduğum çünkü masum kalmanın ta kendisiydi sana uzaktan seslendiğim ve
dualarımdan eksik etmediğim.
Düşlerim.
İçine düştüğüm bu büyük aşk.
Düşüncelerimin frekansında çekmiyordu
işte yüreğim çekmiyordu ne senin görüntünü ne de şehrin sızısını ama için için
de kanıyordum ve kanıyordu düşüncelerim derken aklımı yitirdim ve yollara
düştüm aşkınla ve çılgın ruhumda raks eden bir Çingene kız gibi eteklerin
tutuştu aslında ederi olmayan bu aşka sadece engel koydum ama bil ki ben seni
hep sevdim üstelik tek talebim dahi yokken ve bir gün gözümü açtım ki…
Oysaki ben sevgiye nasıl da açtım ve
içine düştüğüm açmazın kıyamında sadece ölüp dirilmedim de çünkü öldürdüm
mazimi ve mavi teninde göğün üstünü örttüm yaralı bulutların…
Unuttuğuma değse keşke bu aşk, Sevim
ve uyuduğum yılların acısını çıkardım günbegün artan sevgimle…
Yoksa hiç mi var olmadın sen?
Ya, ben uzaktan seyrederken seni
anladım da yüreğimi neyin tetiklediğini belki de şair ilk günden beri haklıydı:
‘’İçimde ağır ağır bir çınar
devriliyor
Yoksulum mutluluğum seninle yaşamaktı
Karanlık bir tren sonra ansızın
kalktı…’’(A. İlhan)