Esrik bir düş ’ün hikâyesidir zaman
ve tırnak aralarında yelkovanın ötenazi yapılmış sonda saklı o an’ı yeniden
yaşama güdüsü:
Anı defterimde saklı türkülerden
derlediğim
Her şiirin naif iz düşümü
Bir katre de olsa hüzünlenmeliyim
Gaipten gelen coşkum ve tanık iken
Mevla’m
Sabır küpü olduğum ömrün sarkacında
İzdiham mahsulü düşlerimden ördüğüm
cesarette gizli
Şakıyan iç sesime not düştüğüm
Figan yüklü hazanın kulvarında at
koşturduğu
Her yaprak dökümü
İlla ki teyellemeliyim ölen günü
Gecede saf tutan onca karanlığın da
intikamını almalıyım
Gün yüzlü bir düşse içinde salındığım
Kömür karası gözlerinde sevgilinin
Yeniden başlamalıyım yaşamaya
Harcadığım bunca vakit ne ki?
Yasını tutacağım daha ne çok gün var
önümde
Ensemde soluyan geçmişin
Küf kokulu nefesinden arınıp
Maviden bir telaşla dokunmalıyım illa
ki yarınlara.
Bir renksem aykırı
Bir ruhsam kendini arayan
Bir tufansa kendimle olan yarışım ve
işte başlıyorum sondan başa saymaya…
Düşlerin renginde örülüyüm ve ben
edepli ve de gayet görgülü bir acıyım ama açamadığım kadar içimi dünde saklı
gizin telaşını sürmekle bir yere varamayacağımı da biliyorum.
Bir düş mektebi adeta ömür ve günün
b/ölünmüş dilimlerinde saklıyım elbet paye verdiğim düşlerimden arda kalan
zamanda gerçeklerle hemhal paye verdiğim peşinen mutluluk sık uğramazken kapıma
kapaklandığım yerde biliyorum da aslında ayağımın altından kayan zeminden öte
içinde yüzdüğüm denizin coşkulu bir dalgasıyım bazense dalga boyu ile eşleşen
gölgeler ve yüzüm sadece O’na dönük.
Kalbimle yaşamak gibisi yok madem
kalbin kırıklarından örüyorum hayatı ve örgün eğitim sürecimin bitmesinin
ertesi kaydımı yaptırdığım hayat okulunda hayli meşgulüm.
İç sesimin meali iken yazdıklarım bir
de kayıt altına alamadığım düşünceler gün içerisinde sürtüştüğüm kendimle ve
gece oldu mu bir masal kahramanı gibi kelimelerle inşa ettiğim masalımın en
deli rüzgârı iken ilk cümlede doğduğum bir sonraki paragrafta emeklediğim ve
yazının son cümlesine ulaştığımda zamandan ve mekândan iyice koptuğum.
Düşlerin derisi soyuluyor kimi zaman
ve rutin ne yazdımsa ertesinde başka bir haletiruhiyeye bürünüyorum elbet
görevimi ifa ettiğimden dolayı içim huzurla dolmuşken sabaha yakın bir saatte
kapatıyorum gözlerimi ve yorgun beynim de dinlenmeye çekilmişken alt belleğimin
de fişini çekiyorum çünkü beynimde düşlerimi depolayacak yeteri kadar yer
kalmadığından mıdır ne sadece karanlığa dalıp yolculuk yaptığım düşlerimde üç
maymunu oynuyorum yine de uyandığımda düş kırıntılarımı da yatağın altına
süpürüyorum istemsiz bir şekilde.
Kırık notalar kimi zaman sessizliği
dürten ve yakamdan dökülen kepekleri gecenin ve beylik bir rüzgâr ve sessizlik
yine de geceyi delik deşen sesler var belki eğlence dönüşü avaz avaz bağıran
semt sakinleri ya da normalleşmeye geçtiğimiz ilk günden beri hayatın tadını
daha fazla çıkaran insan izlekleri bir yandan da bültenlerde uyarı anonsları ve
hayatımın büyük bölümünü kaplamış günlük vaka sayıları.
Nazlı bir sitem saklı satır
aralarında ve tutuklusu olduğum gizem ve telaşla geceyi yaşıyor ve yaşatıyorum
gün boyu bir oraya bir buraya koşuşturmamın ertesi üç dört sayfa yazma hakkımı
kullanıyorum günü değerli kılacak belki de kendimi kandırdığım ama yazmaktan
başka bir şey gelmezken elimden.
Sıcak bir yaz günü ve akşamı
serinletense cılız bir rüzgâr ve esefle dikiyorum gecenin söküklerini belki de
bir ayraç koyduğum gibi hayata ve yazmaya iki dünyayı birbirine dikiyorum.
Miladi takvimden firar eden heceler
ve rakamlar.
Mizacı belki de hayatın her yeni güne
umutla sarıldığımız bir önceki günü çoktan yastık altı yaptığımız.
Bir özgürlük ise yürekten dilediğim
ve öz güven ve işte sayfada dolaşmaya başladığım andan itibaren eşlik ediyor
çengiler ve Çingenelerin ruhunu taşıyorum kalemi elime aldığım andan itibaren.
Yorucu bir günün ardından aldığım o
çingene pembesi çiçek adını dahi bilmediğim sadece içimden geldiği için alıp
getiriyorum eve annemin kucağına bırakıyorum ve sosyal mesafeye duyduğum güven
ve inançla birkaç adım geri gidiyorum ve hafiften kararan hava bana sinyal
veriyor.
Endamlı bir mehtap gökte salınan.
Yıldız haritamı bilmesem de biliyorum
artık gök kubbeye göç etme vaktimin geldiğini.
Mizacım sıra dışı ve tıpkı sahip
olduğum iki isim gibi; gündüzün çiçeği gecenin yıldızıyım.
Bazen ters düşüyorum kendimle ve
günün erken saatinde konuyorum gök kubbeye ve geceye bırakıyorum yaprak dökmeyi
lakin dikenlerimle aram pekiyi en azından kendime batırdığım çuvaldızın
ardından üç beş diken batsa ne ki…
Sessiz kalamıyorum elbet ve gün boyu
kiminle rastlaşsam içimde sonsuzluğa meyyal bir anlatma isteği. Gittiğim
kitapçıda kitapların arasında kendimden geçmişken elim kolum kitapla dolu
kasaya yürüyorum ve battığımın garantisi iken kitapların maliyeti bir yandan da
gülümsüyorum kendi kendimde elbet eşlik eden kasiyere illa ki söylüyorum da
kitap okumak kadar yazmanın faziletlerini tam anlatacağım ki diğer müşteriler
giriyor sıraya ve yarım kalan cümlemi gece oldu mu tamamlamak üzere bekliyorum
yazma vaktini.
Benim dilediğim bir saat de değil
üstelik ilham perimin genelde randevuya geciktiği ama her halükarda onu
kucakladığım ve masaya bıraktığım kitaplar beni ıslıklıyor elbet gündüzün
yorgunluğunu unutuyorum bilgisayarın başına geçtiğimde aslında yorgunluk da
değil tatlı bir heyecan iken gün içinde yaşadığım safça okşuyorum aldığım
kitapları kimine göre sıradan bir gün olsa da hayatı yaşanır kılmanın ve de
mutluluğun adresi iken kendi dünyamda yaşadığım ve yaşattıklarım…