Düşlerim örtülü, hafız:
Ah, ben eksik etekli bir reverans
sunuyorum evrene.
Ailem neyi eksik etmedi ise eksildim
de dirhem dirhem.
Önce uzadım.
Sonra kısaldım derken kara delik
yuttu beni ve boğazında kaldım derken geri püskürtüldüm bilinmeyen bir güce yenik
düştüm aslında ucu yanık bir mektup yazacakken kendime…
Adresim yoktu ki benim hatta
adaklarım kayıptı hatta gözlerimdeki ferdi beni benden eden.
Karanlığa tıkılmış olsam da tek
ışıktım içimdeki seyyahın da savurduğu duman gibi dumanına hapsolmuştum habis düşlerin ve
kocaman bir tümör gibi oymak istedim kötülüğü insanların yüreklerinden derken
yüreğim atmaktan vazgeçti.
Atıfta bulunduğum sadece kendim ve
merkezi bildiğim ömrün ama ben-merkezcil olmaktan çoktan vazgeçmiştim ve işte
her şey ansızın başladı.
Ufukta tecelli eden bir gök cismi.
Kimi insan kimi insanın uydusu iken.
Aya bile gıpta etmiyordum sırf
dünyanın uydusu diye çünkü ayın uyduracağı tek masal yoktu dünya haricinde.
Ben tektim ve sen, hafız.
Biriciktim sen gibi herkes gibi.
Uydusu olamadığım bir galakside bir
başıma kala kalmıştım ve işte üzümün çöpü armudun sapı derken kelek bir kavun
olduğuma inanmıştım.
Hamdım çok hem de.
Acılar nüksetti: kabullendim ve
azıcık da olsa piştim.
Sonra öfkelendim ve çarpıldım.
Kerrat cetvelinde çarpılmadığım kadar
çarpımla içli dışlı ve tek çıkarım yapamadığım ve kalan sadece boşluktu elbet
yuvarlanan bir ondalık sayı derken eksi hanenin düşmanlığı ve artı ekseninde iken
bu sefer eksi ile artı götürdü beni.
Hem sıfırdım hem kalan tek asal sayı
ve bir olmanın özrü ile asi olduğuma kanaat getirdiğim oysaki asil idi ruhum ve
asamadığım kadar da ıslak düştü içimde biriken ve serdim ipe ve serildim ve
sarıldım boşluğa.
Günler geceyi kovalayan.
Bense benden firar etmek adına geceye
sığınan.
Kalan sağlar benimdi madem sağ
gösterip sol gösterenlere inandım sonra sağımı solumu karıştırdım ve bakaya
kaldım hayallerden oysaki çocukluğumdan beri büyüdüğüm yerdi askeri karargâh
elbet asker adımlarında yalnızlığın hep şafak saydım bir ömür öyle ki şafağın
bile şafağı attı ve şakağıma dayadığım kalemdeki son kurşunla yazdım her satırı
tam da bitti, diyecekken.
Biten zaman.
Biten gün.
Kaybolan mekân.
Kaybolduğumun ertesi kalemdeki o son
kurşun ve kurşun ağırlığındaki yüreğimdeki tüm dertlerden kurtuluyordum işte
yaza yaza.
Yaşaya yaşaya varamadığım noktadan
öyle bir dönüş yaptım ki ve tencere kapak misali yüreğimle buluştu kalemim.
Kalender miydim?
Ya da kalantor bir hayal?
Bir hayal ne ki hem? Binlerce ördüğüm
biteviye başa sardığım gün içinde dört mevsimi yaşadığım.
Bir koşu atıydım ben hayli acı çekmiş
hayli çalışmış hayli yorgun ve nal toplamışken bir ömür…
Okumalıydım elbet en iyi okullarda ve
okutmanı yüreğimin rahmetli babam ve başkumandan.
Çalışmalıydım en iyi kurumlarda.
En mükemmel idi addedilen kendimce
tarafsız ve yansız ve bağımsız olmaksa…
Elbet bir hayaldi ve tek yandaşı idim
içimdeki çocuğun bir o kadar Araf’ta geçen ömrüm halen de.
Hırs değildi benimki sadece iyiye
meyyal.
Hayal rotamda saklıydı kâğıttan
kayıklarım ve hepsi su alıyordu dipten nihayetinde tüm kayıklar eridi suya
karıştı ve ben yüzme bilmiyordum ama bir kere bu yola baş koymuştum ve ilk
işim:
Ne mi demişti koskoca genel müdür?
‘’Yüzme bilmiyorsun ve bizim gibi bir
kurumla çalışacaksın madem ve kendini bir okyanusta farz et.’’
Bu bir buyruktu.
Bu, tepeden gelen bir emir.
Ve ben emir eriydim evrenin ama
infilak ettim için için göstermeden kimseye lakin öyle bir noktaya gelmiştim ki
ve işte fırtına öncesi sessizliğim.
Hüznümle ve umudumla ve hayallerimle…
Ben bir beyaz yakalıydım ve iki yakam
asla bir araya gelmiyordu elbet tüm dikişleri söktüm ve başkaldırdım düzene:
evvela istifa ettim girdiğim tüm işlerden ama yetmedi.
İstifa ettim düzene uymamak adına ama
kendi içimde öyle düzenliydim ki.
Obsesif varlığım ve mükemmeliyetçi
yanım ve çocuk kaldığım kadar da kemale filan henüz ermemişken kısaca içimde
yaşayan binlerce ‘’ben’’ ve dış ses derken iç sesimin devreye girmesi.
Kaybolmuştum derken öğrenci oldum
yeniden bir ara muallime bir ara sessizlik bir ara pasif bir ara düş perisi ve
şimdilerde el sıkışmak adına kendimle binlerce sınava giriyorum günbegün ama
öncelikle Allah katında kabul görmeliyim bir yandan da içimdeki çocuk beni
kabul etsin diye eski huzur ve neşemin peşindeyim ve kendimi sevmeye yol
alırken sığındığım tek makam iken İlahi Güç ve kalemin yürek atışıyla
okuyucumdan aldığım güç.
Manen güçlüyüm.
Matemin örgüsünde de saklıyım.
Umudun da tekelinde.
Mazimi terk ettim.
Andaki mevcudiyetim ve yarınlara
aşkla iman gücümle sarıldığım.
Hafız, söyle: sence kimim ben ve
kimliğimden mesul iken neden aralıksız hesaba çekiyor insanlar beni?
Rengim beyaz.
Irkım insan.
Ruhani mevcudiyetim ile ifa etmekse
insanlığımı ben daha nasıl ve ne kadar çok severim koca evreni ki kendimi
bildim bileli bunca insanı sevdiğim yetmedi mi?
Azıcık da sen sevsen diyorum hem ya
da boş ver çünkü sıra bende sıra benim beni sevmemde sırasız bir sevgi
zincirinde sıra ancak gelmişken kendime ve de kendime gelmemin ertesinde…