1
Yaşanmış bazı olaylar hayat dersi niteliğindedir, ömür boyu unutulmazlar. Hatta okulda görülen bazı derslerde ömür boyu unutulmacak nitelikte olabilir. Çevre Bilimi dersi benim için sanki hayat dersi gibidir. Aradan yıllar geçmiş ama unutamadım hatta önemini zaman ilerledikçe daha iyi anlıyorum.
Çevre bilimi
dersinde evvela çevre sonunları ele alınmıştı: hava, su, toprak ve termik
kirlilik. Çevre kirliliğin tanımından sonra bu sorunlarla nasıl mücadele
edilebilceği hakkında bilgiler verilmişti. Bu dersi unutturmayacak olan dersin
sonundaki tavsiyeydi; çevre sorunlarına en iyi çözüm: Amerikan vari hayat yaşa-ma-mak-tır! Başka bir ifadeyle çevre kirliliğini
önlememin en güzel yolu israftan kaçınmaktır.
Az önce
belirttiğim gibi bu dersi ve dersin sonundaki tavsiyeyi şimdi daha iyi
anlıyabiliyorum. O zamanlar çevre kirlilikleri hep uzaklardaydı, başkalarının
sorunuydu sanki. Hava kirliliği mesela Doğu Avrupa ülkelerinde görülmekteydi.
Havadaki yüksek kükürt oranı sayesinde gökten su değil sanki asit yağardı. Doğu
Avrupa ülkelerindeki ağaçların büyük bir kısmı
asit yağmurundan dolayı
yapraksızdı. Sorunun kaynağı ise Doğu Avrupa ülkerindeki devasa ağır
sanayi fabrikalarda filtre uygulaması yapılmamasıydı ve bu yüzden hava çok
kirliydi.
Toprak kirliği
denince akla Rus işgalindeki Türkistan gelirdi. Özellikle Özbekistandaki
toprak çok yoğun pamuk üretimi nedeniyle
sünni gübre ile kirlenmişti. Ayrıca Rusların yine Türkistandaki nükleer silah
denemelerinden dolayı Kazakistanda toprak nükleer maddelerle kirlenmişti.
Su kirliliği denince
akla okyonus veya denizlerdeki petrol sızıntıları gelirdi. Nice petrol tankerlerinden
milyonlarca küp ham petrol sızmış, su müthiş kirlenmişti. Arızalı tankerin
çevresinde yaşayın nice canlı zarar görmüştü.
Termik kirlilik
ise o zamanlar sanki anlamsızdı, lüks bir
sorun gibiydi.
Aradan yıllar
geçti, çevre kirliliğinden ve bundan dolayı ortaya çıkmış olan iklim
değişikliğinden dünyada nasibini almayan bir yer kalmadı galiba. Kutuplardaki
buzlar bile hızla erimeye başladı. İklim
değişikliği bu hızla devam ederse, okyonustaki çoğu ada devlertler sular altına
kalacaktır.Türkiyede de iklim değişikliğini geçen yaz iliklerimize kadar
hissettik.
Ardı ardına çıkan
ve söndürmekte zorlanılan Akdenizdeki orman yangınlarını unuttuk mu?
Karadenizdeki seller, Marmarada suyu kaplayan deniz salyası ve iç Anadoludaki
kuraklığa ne demeli? İsterseniz,
dünyayı, Türkiye genelini bırakıp İç Anadoluya yoğunlaşalım.
Bölgemizdeki
kuraklık sadece tarımı kötü yönde
etkilemekle kalmayıp binlerce obruğun ortaya çıkmasına da sebep olmaktadır.
Gerçi yeterince yağmur veya kar yağsada
obrukların önüne geçilemiyebilir. Nedeni ise belli; İç Anadolu iklimine müsait
olmayan mesela mısır tarımının bu seviyede yapılması, obrukların ortaya çıkmasına
en önemli sebep olarak gösterilmektedir. Sadece obrukla kalsa ya, mısır tarımı
daha başka felakatlerinde davetçisidir. Ziraatçiler bol gübre satabilmek,
çiftçiler ise bol mahsul elde edebilmek için
su israfının yanı sıra toprağa tonlarca
gübre atılmaktadır. Aşırı gübre kullanımdan dolayı toprak hızla
kirlenmektedir. Bu çapta mısır üretimi ileride toprağın kalıcı bir şekilde
çoraklaşmasına neden olabilecektir.
Neticede iklim
değişikliğini her bir fert, kurum ve
kuruluş iliklerine kadar hissediyor ama israf
hiç hız kesmemektedir. Ürettiğimizden fazla tüketmek, kazandığımızdan
fazla harcamak isteyen bir toplum olduk. “Falancada var, bende neden yok?” gibi
nedenlerden, dolu dizgin israf edilmektedir. American way yani israf sayesinde
doğa müthiş bir şekilde hırpalanmaktadır.
İsraf sonucu kalıcı kuraklık veya
toprağın çoraklaşması çok uzak değildir
artık. Peki bu sorunlara çözüm? Pek yakınlarda gözükmüyor desem abartmış
sayılmam. Evet, kalıcı kuraklığın ve
çoraklığın yol açabileceği en büyük sorun: kıtlıktır! Çok eskiden kıtlık
karşısında pılı pırtıyı alıp başka diyarlara giderdik, mesela Orta Asya’dan
Anadoluya gelmek gibi. Şimdi gidebilecek bir yer de kalmadı artık!
Şu günlerde
yaşanan ekonomik sıkıntılar gelip geçer
ama olası bir kıtlıkla nasıl baş edilir, bilemiyorum. Umarım, yetkililerin bu konuda çalışmaları
vardır.
Abdullah Konuksever